Sample picture
 
Havaalanı... tekbaşınalığımızı belki en çok hissettiğimiz o insan kalabalığı... nedense göremiyor gözlerim burada, o iki fincanda gördüğüm kalabalığı. Görebildiğim tek şey, etrafındakilere rağmen Demir’in yalnızlığı... Dışarıda estirdiği fırtınadan habersiz, İstanbul yolunda... birtek Süheyla geçiriyor onları, Kerim yok ortalarda.... Teyzesini geride bırakıp yönelirken güvenlik kapısına... gözüme çarpıyor, boşluğu tarayan gözleri o kısacık anda. Şimdiden özlemleri başı çekiyor... şehri bile terketmedi daha. İstanbula varır varmaz, tahliller yapılacak... Bekleme salonundan uçağa geçerlerken, Doktor hanım listeliyor sırayla... “Aç olman daha iyi, çok fazla bir şey yeme, uçakta”... Uçağın kapısında son el sallayış Antakya’ya... farkında değil ama gecelerine serzenişini taşıyor, gömleğini bedenine sarmalayan rüzgar... Asi adına.

Hiç acele etmiyorum bu bölüm... Öyle bir süreç geride bırakmışız ki, onlarla ve onlar adına... mecalsiz yüreğim... Alandan çiftliğe dönmekte olan kızkardeşler giriyor görüntüye... Asi iki gözü iki çeşme... Defne’nin uyarıları mı! ... Bence , kendi seçimi...durduruyor arabayı... Asyavari bir hışımla, dalıyor başakların arasına... Cesametli adımlarla geride bırakmaya çalışır gibi herşeyi... Keşke bu yöntem işe yarasa... keşke sorunlardan kaçış bu kadar kolay olsa. Yer gök değişiyor biraz sonra Asi’nin dünyasında... gözlerinin rengi bile dönmüş yeşilden başağa... kendisini ortasına bırakıverdiği ekinler de, aşkı da hasadı bekliyor aslında... Rüzgarla itelenip ötelenen ekinler gibi Asi’de şaşkın... sorular kafasında...

-Bunu bana neden yapıyor... Teknede ‘bütün gece’yi birlikte geçirdik... başka biri varsa neden?..

Karışmışlık öyle ki, bir el koparıyorken ona sinen Demir’i Asi’den, acıyor bütün beden... Demir’in hiç bir şey olmamış gibi çekip gitmesi, hem de başka biriyle gitmesi anlaşılır şey mi? Ara vermeden geliyor sorular... ama onun yanında bir başkası varken, nerede cevaplar? Bunlar ilk taşkınlıklar... biliyorum ki Asi bildiğinden şaşmaz... şu an bedeninde bir avuç hırçın hezeyan... lakin O, Demir’den başka bir şey düşünemiyorken, hiç bir şey yapmadan duramaz.

Yaşlarını sıvazlarken yüzünden yukarı, ekinlerin tozu toprağı, yüzüne sıvaşıyor olmalı... Soytarı rüzgarımızda burada... tanıdınız mı? Yaşları kuruturken serinletiyor da yürekteki yangını... Özgürlükçülüğe soyunmuş bu defa... Demir’in yokluğunda dağıtıyor Asi’nin saçlarını... ‘Sür hükmünü diyorum... sür... çok değil, yakında, o parmaklar düzeltecek yine alışık sıvazlamalarla bu dağınıklığı.‘

Asya kızgın... Asya kırgın... herkese dargın... kimseyi istemiyor o minik dünyasında... bir küçük bohçaya sığıdırmaya çalışıyor yaşamını... düşüyor yollara. Asi eve geldiğinde bulamıyor kızını... başına buyruk Asya, yok ortalarda... Ne anneannenin haberi var, ne teyzenin... başlıyorlar aranmaya. Birde ne görelim, bir düğüm atmayı öğrendi ya, küçük çoban karar vermiş denizci olmaya... Annesinin geldiğini görünce patikadan aşağıya, bırakıp konuştuğu Ziya’yı ve çıkınını uluorta, tırmanıyor bir ağaca. Bu gün de herkes yollarda... Süheyla ve Alaattin’in Cin’i de oralarda... İndiremiyorlar Asya’yı bir türlü... diller dökülüyor çocukca.

Teyzesini İstanbul’a indiklerini haber vermek için arayan Demir denk geliyor bu olanlara. Onca insan varken orada, Asya’ Demir’i istiyor yanında... telefondaki ‘ses’i yetiyor onu yatıştırmaya. Kendini ‘yanında’ hissettiriyor kızına. İş hayatındaki en büyük projesini anlatıyor bir taraftan da... Uydukentlerden sonra bir ağaç ev hayatında... ‘yalnız’ düğümler üzdü, ama Demir ile ‘birlikte’ yapacakları bir ağaç eve nasılda keyifle bakıyor Asya... önce uygun bir ağaç gerek... kökleri sağlam, kalın gövdeli bir ağaç bulmalı Asya. Ağaç tepelerinden anlayamaz, inip aşağı, iyice bakmalı, en uygun ağacı bulmalı, Demir geldiğinde birlikte başlayacaklar inşaata. Arabada giderken, kızıyla konuşan Demir’in yüz ifadesine, ellerine tıkılıyorum yine ara ara. Sanırsınız ki Asya karşısında. Bir gün önce düğüm öğreten o eller, bir aşağı bir yukarı izzahat veriyor kendini göremeyen kızına... hüzünle bakan o gözler ise ışıl ışıl, bulacağı ağacı tarif ederken aynı zamanda... hasta bir adam değil yüreği kızıyla sevgi dolu bir baba... evet, herkes ellerini, gözlerini kullanıyor ama bu adamınkiler işlevleri dışında, konuşuyorlar da.

Asya ağaçtan iniyor ama hala küs onlarla... Demir’se, telefonu kapatınca yine dönüyor hastalığına...

Gerek görsel, gerek kurgusal, ikililer, üçlüler hatta dörtlüler ve de simetriler yaşatıyor bu dizi bana... her olgu, yanında veya karşısında bir eş buluyor, yada birden fazla, illa ki algımda. Bazen önemli ve can alıcı ama bazen de önemsiz bir detayda... Söylenen sözler bile doğalca iki manada... bütününde görkemli ama bu yönüyle inanılmaz doyurucu detayında da. Kozcuoğlu Çiftliği girişindeki bu taş bankta da öyle bir detay daha... yerde bir çıkın... yanında iki çift sandaletli ayak... eller kucakta... arada kırgınlık olsada... Demir’in kadınları onun yokluğunda yine yanyana... Kızı anneye küs olsada... ihtiyacı var bu konuşmaya. Paylaşıyor Demir ile görüşmesini... nasıl birlikte ağaç ev yapacaklarından bahsettiklerini telefonda. Asya’nın işi çok, bakacak bütün ağaçlara... uzun sürebilir bu iş, zaten arkadaşı yok bir kaç ay daha... böylelikle Demir’den ‘İlk haber’ kızıyla geliyor Asi’ye ... yazıyor gözlerinde bu tarihi bir yere... Bu arada annesinin ağacı beraber araştırma ve evi birlikte yapma teklifini geri çeviryor Asya... hımmmm.... kıskançlık söz konusu bu arada... Demir ile tek başına oynamak isteyen Asi... üstelik küstürerek, en iyi arkadaşının gitmesinin de sebebi ...

İstanbul... iner inmez hasteneye giden Demir’in ilk tahlilleri ve bir sonki günün kemoterapi seansı ile ilgili herşey hazır... tedavisi süresince bir evde kalmasını öneriyor İnci... ileride evde bir hemşire ile tedavinin sürmesi halinde, hastaneye bile gitmek zorunda kalmayabileceğini söylüyor. Demir de bu görüşte zaten... otelde kalmak istemiyor... bir ev ayarlamayı düşünüyor. Boğazı gören muhteşem bir kırkahvesinde sohbetleri... İncinin her söylediğine kayıtsız bir duruşu var aslında Demir’in... yine bir mesafe koyuş mu hastalığına... konuşmaları boyunca çok ilgisiz konuya... yok sayarsa ve gereğini yaparsa daha mı rahat başa çıkacağını düşünüyor hastalığıyla... Yada bir yolu olsa gözünü kapasa ve açtığında bu süreç bitmiş olsa... ne düşünür bir hasta... kendi kendine kızgınlığına yenik düşer mi böyle bir durumda?.. Demir’in herşeye sakin yaklaşımına bakarak belki de, İnci önemli bir şeyi, çok daha önceden konuşmaları gereken bir şeyi getiriyor ortaya. Tedavi sürecini çok kısaltabilecek bir şeyden... Asya’nın donör olmasından bahsediyor.... Böyle bir şey “Söz konusu bile olamaz...” Demir bu konuyu bir daha açmamak üzere kapatıyor... ardından “Şimdi manzaranın tadını çıkaralım” diyerek İnci ‘yi de susturuyor... ama gözleri vazgeçip bugünün renklerinden , hatıralara... ‘ikimiz’in siyah-beyaz’ına dönüyor. Demir’in İstanbuldaki mahsunluğu gücüme gidiyor...

Sabah Defne’nin, sonrasında da Ziya’nın nasihatlerinden kurtulamıyor Asi... Onların yüreklendirmelerinin ötesinde, Aslan ile mesajlaşan İnci’nin gönderdiği, boğaz resmindeki erkek ceketi, Antakya’da bozuyor iyice moralleri... Asi bu ceketin Demir’in olduğundan e.min, zaten yiyor içi içini... farkına dahi varmadan karar aşamasına geldiğini... o hiç yalan söyleyemeyen Asi, bir çırpıda üretiveriyor bahaneyi... zaten sabahki fırtınadan beri yapmak istediği... İstanbul’a gitmekti... buluyor havaalanında kendini. Aslan’ın da aklı fikri... İstanbuldaki iki kişi... oda düşmüş peşlerine, anlıyoruz ki. Alanda karşılaşıyor iki kardeş. Her ikisininde işi önemli. Bir sorun var ki bilmiyorlar nerede Demir’le İnci. Asi durur mu... üstelik sakınır mı... tereddütsüz tuşluyor Demir’i...

Otele yerleşilmiş... İnci son ayarlamaları anlatıyor lobide Demir’e... sonrada ilk uçakla Antakya’ya döneceğinden bahsediyor. Yalnız olmasından hoşnutsuz arkadaşının... ama Kerim’in ilk fırsatta onun yanına geleceğini umuyor. Demir’se, sırtını koltuğa, elini yumruk yapıp yanağına dayamış... gözlerinde İstanbul’daki herşeye kayıtsız bir ifade... İnci bile daha ilgili onun işleriyle... hastalığı kendisi için, sevdiklerini üzmemek uğruna uzaklaşmak zorunda kaldığı bir tehtit... Konuşmalarını bölen telefonda ‘Asi arıyor’u görünce irkiliveriyor... ‘Neden arıyor’dan çok... ‘ne çabuk’ sorusu değil mi gözlerinde... Asi’nin de süslü laflara ayıracak vakti yok... düşmüş onun peşine... soruyor... “İstanbul’a geliyorum... konuşmamız gerekiyor... nerede kalıyorsun?” Demir söylemeyip ne yapacak kaldığı yeri, biliyorki yine gelir Asi ve aranır kendisini... aklına bir şey koydumu hiç bir şey onu durdumaz, nasıl da katıp önüne götürür her şeyi... bu daha tehlikeli. Ama hemen bir plan geliştirmeli... yardım istiyor tekrar arkadaşından, allahtan yanında İnci...

Beni yine ikiye bölen; önce şaşkına çeviren ardından da her söyledikleri kendi içinde doğru dedirten bir sahne geliyor... Aslan ve Asi, otelde buluyorlar Demir ve İnciyi... Aslında Asi’nin istediği başka bir yere gidip başbaşa konuşmaları. Ama hiç oralı olmuyor Demir. “Sorun yok burada da konuşabiliriz”. Ne olduğunu öğrenmek istiyor Asi... Demir Asi’yi anlamamazlığa geliyor... “Bir şey mi oluyor?” Demir’in gözleri yine kaçak... Asi’nin gözleri yine dikkatli... Hesap sormaktan çok... anlamaya çalışır bir ifade ses tonunda... Demir sakınmaz bedenini, tepkilerini... ama açık vermek istemediğinden olsa gerek... son derece kontrollü bu sahnede... Masaya abanmış vaziyette, eller önde , parmaklar kenetli... hem ellerinin söylemlerini saklıyor, hem de gözlerini kaçırabileceği bir hedef yaratıyor kendine.

-Benimle oyun oynama. Bir daha üzülmeni istemiyorum diyorsun. Sana inanıyorum. O kadar inanıyorum ki, herşeyin yolunda gitmesini o kadar istiyorum ki... sonra bir bakıyorum kilometrelerce ötedesin. Ne yapmaya çalıştığını hiç anlamıyorum. Yine benden kaçıyorsun işte... Niye ?...
-Kaçmıyorum... Sadece biraz ....

Demir’in zamana ihtiyacı olduğunu duymak istemiyor Asi. Kendisinden vazgeçti ama Asya’yı da mı düşünmüyor, Demir? Anlatıyor bir bir...Asya’nın evi terketmeye kalkışını... kendisi yüzünden Demir’in gittiğini sanışını... onunla da, başka kimseyle de konuşmayışını... Soruyor... “Bize bunu neden yapıyorsun, Demir”.
Asi’den duydukları iyice dermansız bırakıyor yüreğini... Ne kadar haklı onlardan kaçmakla, görüyor... daha ‘uzaklaşma’sına tepkileri bu, “ölüm”ünde yaşayacakları acıyı tahayyül bile edemiyor, Demir.

-Ben isteyerek gelmedim Antakya’ya ...kader... teyzemin kazası olmasaydı hiç bir zaman gelmeyecektim.
-Yani keşke gelmeseydin... öyle mi?
-Belkide...

Aynen öyle diyor, Demir... zaten onca zaman ortada yokken, Asi ve kızları kendilerine bir şekilde bir düzen kurmuşken... kader’in kendisini ‘hasta bir erkek’ olarak, ‘hasta bir baba’ olarak tekrar onların hayatına sokuşundan çok pişman... eğer herşey ümit ettiği gibi gitmezse ve onları üzerse ... işte bu düşünce aklına geldiğine... bin pişman... Onları üzmek yerine, onlarsız bir hayata razı çoktan. Keşke sihirli bir değneği olsaydı, zamanı geri döndürüp... iyileşip... Asi’ye ve kızına öyle uzansaydı... eğer iyileşemeyecekse de hiç ortaya çıkmasaydı.

Kendi mahkumiyeti, Asi mahrumiyeti içinde, kızıyla karşılaşınca bir yere kıpırdayamadı... sadece kızı da değil... Asi’yle karşılaşmak da hiç kolay olmadı... ikisi içinde hala hiç bir şeyin değişmediğini görmek onu şaşkına çevirdi.. karıştırdı... bu karışıklığıyla hasta olmasına rağmen Asi’ye yakınlaştı... zaten Asi’de kaybolmamış olsaydı Demir, hemen kaçardı.

-Hala da ne yapacağımı bilmiyorum...
-Asya’yıda beni de çok sevdiğini söyle... bizi birdaha bırakmayacağını söyle.

Gözleri titreşiyor Demir’in, yutkunarak ellerine kaçıyor... suskun kalıyor... Asi, Demir’e yüklendiğinin farkında... bu ataklar yoruyor onu da. Elleri saçlarını alıp kulağının arkasına sıkıştırırken, Demir’in yan gözle izleyişini seyrediyorum sevdiğini... nedir bunların çektikleri?... Demir inatçı... diretiyor daha bile fazlasını... Bu tehlikeli hastalıklarda, hastanın sevdiğine genel yaklaşımı gibi bir şey olmalı... sadece geleceğe dönük sözler vermemekle kalmayıp... kendininde doğru insan olmadığını hissettirme... gelecekte bir başkasına açık kapı bırakma çabası, Demir’de...

-Seni hep hayal kırıklığına uğratıyorum. Belkide senin hayal ettiğin ‘Demir’ başka biri. Belki de O ben değilim.

İçerliyor ve sinirleniyor bu yaklaşıma artık Asi...

-Niye başka birisi gibi davranmaya çalışıyorsun ki. Asya’ya çok iyi bir baba olacağını biliyorsun. Benim senden başkasını asla sevemeyeceğimi, senden başkasına dokunamayacağımı biliyorsun.

Sözlerini vurgulamak istercesine... başı eğik Asi’nin... gözler Demir’de. Asi’nin bir başkasını sevme ihtimali... bir başkasına dokunma ihtimali... bunun düşüncesi bile nasıl zorluyor demir yüreği... Asi’ye bakmaya dayanamayıp, gözlerini yere kaçırdığı anda, bir zaman tünelinde buluveriyorum kendimi... Demir’in, Asi’nin gözlerinin içine bakamadığı her olay bir gerileme ... bir kaçış nedeni... hep böyleydi...

Gelen telefon ile bölünüyor konuşmalaları... Kerim, Defne’nin telefonlarını açmıyormuş... bilgi alıyor, kardeşi.

Telefonla konuşmanın kesildiğini ve rahatlayabileceğini düşünüyorsa yanılıyor Demir... görüyor ki Asi’de denizci kesilmiş, ters rüzgarlarla, tekneyi düze götürmeyi öğrenmiş... “Terkettim... ben yokum artık” de... Bunu nasıl söyler, Demir... “Sizi terk ettiğimi nereden çıkarıyorsun?”... normalde dudaklarını açarak rahatlatır gerginliğini, buradaysa hiç tanımadığım bir mimik geliyor Demir’in çenesinden... bu üstüne üstüne gelen fırtınadan çok, asi teknenin son kez tramola (I) atıp limanına vardığını hissetmesinden...
-Benimle olmak istiyor musun?

Gözlerini kaçırmasına müsade etmiyor ve donduruyorum Demir’in Asi’ye bakışında görüntüyü. Bu hareketsiz tek karede bir film seyrediyorum kendi kendime.... siz de görüyor musunuz, benim gördüklerimi Demir’in gözlerinde?

İkisi de hala nasıl susuz... ikisi de hala nasıl muhtaç düşen her damlaya... paylaşılan o ‘bütün gece’ yetmemiş susuzluklarını doyurmaya... birlikteliklerine rağmen bakir bir istek Demir’in gözlerinde hala... Utandırıyor olmalı sevdiğinin bakışları Asi’yi... O kadar uzun zaman oldu ki hayaller kurmayalı onlarla ilgili... beklemiyorum böyle bir anda gelsin bu dürtü... ama serbest kalıyor işte hayallerim cömertçe Demir’in gözlerinden... Kimi kandırıyorum... Bu hayal mi?.. Peki, benim mi?.. Gözlerinin hükmeden deliliğine inat... zorbaca yavaş... eğilsin ve ruhuna dokunsun istiyorum sevdiğinin... bu teslim oluş ve alışta, ikiyönlü bu dokunuşta... her kaçınılmaz hamle ikisini de titretsin istiyorum... daha ötesini hayal bile edemiyorum...

İnci yetişiyor Demir’in imdadına... Asi ile yaşadığı sözel arbadenin ve bunun ona iyi gelmediğinin farkında. Hem bir arkadaş, hem bir doktor olarak müdahale etmek zorunda... “Demir, ona gerçeği söylemenin vakti geldi...” diyerek başlıyor konuşmaya... Demir’in gözler denetimsizce Asi’ye kayıp dönerken... Asi’nin yüzünde saf ve meraklı bir bakış. Baştan beri bilmesi gereken, ama Demir’in uygun zamanı beklemek istediği için şimdiye kadar söylemedikleri bir gerçekten bahsediyor, İnci... Asi için bu ne olabilir ki... kimin aklına hastalık gelir ki... Korkularının gerçekleştiğini... işte artık gözüyle görüp, kulağıyla duymanın da eşiğine geldiğini düşünerek, İnci’nin daha fazla devam etmesine fırsat vermeden kalkıyor hışımla.
-Tamam.. anladım, tamam
Yüzünde boş bir tebessüm... terkediyor salonu, Asi. Demir şaşkın... gözler ne olduğunu anlamak istercesine Asi’nin hareketlenmesinde... derken farkediyor ki Asi yanlış yerde... Demir müdahale ettiği için, İnci’de yetişemiyor Asi’nin peşine... Kıl payı kurtuluyor bu gece.

Kapı aralığında yakalıyor Aslan’ı, Demir... kim kime hesap soruyor, yön gösteriyor belli değil... Demir soluksuz... Aslan’ın kafa karışıklığına yanıt verecek durumda değil... o bilmez mi, her ikisininde çile çektiğini... ama ‘sorma’ diyor Aslana... ‘sorma’... O gece orada kalmalılar... Asi’nin güvende olduğunu bilmeli... Asi’yi kolluyor ama kendi kollanacak durumda asıl... Bir sakinleştirici vermeyi düşünüyor İnci ona, oysa Demir kendini ilaçsızda toparlayabileceğini düşünüyor. Doğal bir tepkiyle Asi de eve gitmek istiyor... ama gecenin bir vakti... Aslan ikna ediyor gece orada kalmaya Asi’yi...

Karşı odalarda , karşı pencerelerde... kısacık mesafelede ama ayrı tüketiyorlar o geceyi. Asi’nin aydınlığı, Demir’in sevdiği yok gecede... nasıl kapkaranlık bir gece... daha karanlık bir güne taşıyacak Asi’yi... sığınmak istediği toprağında bekliyor olacak onu asıl karanlığı...

İhsan karşılıyor havaalanında onları... gerekli artık baba-kızın başbaşa konuşmaları...

Demir’li hatıralarla dopdolu o güzelim yükselti... güneşe inat karartacak, rüzgara inat kavuracak yeri, göğü, denizi... dili döndüğünce hazırlamaya çalışıyor babası Asi’yi... yüreği duyacaklarını kaldırmaya yeterli mi... ama Asi artık bilmeli...

Asi’nin gözlerinde Demir’in acı izleri... babasından öğreniyor ki ölümle el ele tutuşuyor sevdiği.
 
(I) Rüzgara karşı yol alan bir yelkenli teknenin, hedefe varmak için rüzgara doğru yaptığı 90 derecelik dönüş