Asi paylaşımlarımızın çoğu kayboldu demiştik en baştan… daha o zamanlar ‘duygusal varlıkları koruma kanunu’ yürürlükte değildi… şimdiyse, geridekileri biricik biricik toplamaya çalışıyoruz her ulaşabildiğimiz dosttan…
Sevgili *naile* miz… asi özdeyişlerimiz… bilgemiz… elinde ne varsa gönderdi, noktasına virgülüne dokunmadan. Onun kaybolmuş paylaşımlarından, tek bir soluk taşıyabildiğimizi sanıyoruz ancak bu sayfalara… ama bu bile yetiyor… anlaşılıyor… neden Asi-Demir kaybedişlerimiz bizi bu kadar yaralıyor…
Sevgili m.m.s’in Nisan-Haziran 2009 sürecinde paylaşıma sunduğu, asi ruhu siyah-beyazda sabitleyen bir koleksiyon ile el ele veriyor yazıları…
…unutulmaz, asi-demir dansları… onların ki de beyaz mendilde, kara düğüm bir aşktı… işte, bilgenin siyah-beyazla dansı…

harf harfle yan yana geldi…
kelime oldular…
kelimeler yan yana geldi…
cümle oldular...
cümleler yan yana geldi... duyguların dili oldular...
burada o duyguların…
adı, asi oldu...
adı, demir oldu…
adı aşk oldu...
bu duyguları yeniden yorumlayan, görselleriyle... enfes şiirlerle tatlandıran tüm arkadaşlarıma içten teşekkür her şeyden önce…
gelelim bu muhteşem bölümden bizde kalanlara...
(tanrım arada bana da iyi şeyler yazdırdığın için sana da teşekkürler...
...hepiniz gibi… pek çoğumuz gibi hüzünlüyüm... dokunsanız boşalıverecek yağmur bulutları gibi... bu bölümü her izlediğimde hiç eksilme olmadı bu duygularımdan… ama yok... doğru kelimeleri bulmakta zorlandım… ben de yazıcı perilerimi işbaşına çağırdım...
nereden başlasam bir diğeri eksik kalacak gibi
buldum…
çok uzun yıllar önce bir gazetenin edebiyat sayfasında okuduğum halim şefik'e ait bir dizeyi aklımda tutmaya çalışırım…
"dünyaya bu gelişimi saymayın...
bu bir prova...
beni bir de öteki gelişimde görün"
diye
(devamını sormayın bilmiyorum )
olurda bir gün yeniden bu dünyaya arz-ı endam edersem eğer... ihsan kozcuoğlu'nun çocuğu olacağım... son derece kararlıyım...
çabalarıyla, kıskandıran… duygulandıran bir babalık örneği sergilediği için... asi ile olan sahnelerini her izlediğimde…
başına gelecekleri bilirmiş gibi ailesiyle ilgili kaygılarını asi ile paylaşırken…
kızlarının geleceği hakkında neriman'la konuştukları her sahne bir babanın içten duygularıydı…

haydi itiraf edin ihsan bey..."öteki" dediğin demir'i senin de gözün tuttu aslında...
bir aşk adamı olduğunu da gösterdi bize onca sıkıntının arasında... .aradan geçen yıllara inat... küllenmeyen duygularını... süheyla ile konuşurken sesi, bakışları, duygusallığı için...
bize bu güzel duyguları oynamayıp adeta, yaşattığı için bir kez daha teşekkürler çetin tekindor’a…

telaşe müdürü gibiydi neriman…
damat adayları dizi dizi
bir de zengin olunca…
etekleri zil çalan… kızlarından heyecanlı…
neyse ki yanlış hesap ihsan'ın telefonuyla çarşıdan döndü…
aceleciliği, ihsan'ı huzursuz etti..(vallahi bizi de )

defne ve kerim'i çok sevdim ben bu bölümde..
defne'nin
sarsak hallerini…
neriman'ın... "kenan, asi'ye talip" sözüne verdiği "avucunu yalar" yanıtını…
babasıyla konuşmalarını…
çok sevdim…

eli ayağına dolaşan, aşk sarhoşu kerim'in bütün hallerini... arkadaşının bu hallerine tanıklık eden "öteki"nin çaktırmadan gülüşünü de elbette…

yolunu kaybeden melek'i bile sevdim…
edasında, duruşunda... annesinden izler taşıyan asi ile yakınlığını... "abim seni bizim çiftlikten gitmene nasıl razı oldu" derken karşısındaki asi'nin masum ve mahzun halini kim unutur…

kenan, ben sana ne diyeyim… cemal ağa’yı huzursuz eden istenmeyen zoraki misafir... eceline susamış gibi ortalarda dolaşırsın ya... haydi hayırlısı… köprü üzerine fazlaca gezme… asi'nin etrafında fazlaca dolanma… otları, ağaçları tanı… ah bir de devedikeni nedir onu öğren… zor değil öyle… aynaya bakman yeterli…

gelişinden bir neriman mutlu… ona çok güvenme… ne yapayım senin de kaderin bu…
fırsatçı cemal ağa… dünün kaçakçı eskisi… bugünün bol paralı ağası…
hiç bir konuda pazarlık etmekten çekinmeyen zor bir adam… aslında o da farkında ve çoktan dile getirmişti düşüncelerini hatırlarsınız... "demir, asi'ye layıktır" diye… şimdi de… masadan masaya ziyarette demir'in yüreğine kor ateşi düşürdü bir anda…

bu bölümde kıskançlık duyguları yalnızca asi ve demir'e ait değildi… pek değil hiç değinmedik aslında… madam angel'e dikkat ettiniz mi? Süheyla söz konusu olduğunda yüz mimikleri, ses tonu nasıl da değişiyor… çaktırmadan cemal ağa’yı kıskanır gibi… ben mi yanıldım acaba?

asi ve demir… onlarsız asla...
oynamayıp yaşatanların elebaşları... yahoo!..
yan yana gelişleri… karşı karşıya duruşları… yazmakla bitecek gibi değil…
kerim'in deyimiyle barut fıçısı demir… yetmedi. haklı da… nereye dönse... geçmişin sadık bekçisi teyzesi süheyla, karşısında… yetmedi bir de kenan…

benim için müthiş duygusal bir sahnelerden biriydi...
"çiftlik evinde… teyzesi ile tartıştıktan sonra… duvarda asılı annesinin resmine bakışı… yüreğim söz dinlemiyor anne… ben başa çıkamıyorum geçmişin yüküyle… sen bir şeyler söyle" der gibi…

etkileyiciydi demir'in sahneleri… nasıl olmasın… asi… elinden akıp gider mi… adını koymaya çalışırken duygularının… bu asi güzel kız… adaşı asi nehri gibi… bir anda tersine akar mı? korkuları var haklı olarak… yüzünün güldüğü tek an… tarlada çalışan asi'nin ellerinden eldiveni zorla çıkarttığı an oldu… "görmezsem olmaz" dedi... asi'nin boş parmaklarını gördü ve rahatladı…

şehirde asi'yle karşılaştıkları akşam… o nasıl dönüştü asi… saçların demir'in yüzünde… ama ses yok... ah bir duyabilseydik demir'in iç sesini… "saçların yüzüme, yüreğin yüreğime vurdu asi…" der miydi acaba?
ne demişti asi... "içinden konuşmak iyi geliyorsa öyle yap"…

dans… dans…
tamı tamına 2 dakika 12 saniye sürdü…
etkisi bir ömür boyu hepimize yetecek… daha fazla sürseydi, duygularımızın şiddetini ölçmekte zorlanacaktık…
bildiğim kadarıyla bütün illerimizde… kültürel varlıkları koruma kurulları var… derhal görevlerine bir madde daha eklenmeli… duygusal varlıklar da korumaya dahil edilmeli… sayın yetkililer… benden söylemesi…
ve o dansın mekanı balkon… bu amaçla koruma altına alınmalı… orada asi ve demir az zamana çok şey sığdırdılar… duvara da bir bilgi plaketi…
"böyle mi tuttu belinden..
böyle mi baktı gözlerine..."

aslında sessiz sedasız şiir tadında ifadesinin dizelerini oluşturuyordu demir bu duygularıyla...
duymak için beklememiz gerekecek… malum… bu sözler 20.bölüm sonunda…
tozlu köy yollarının mağrur prensesi asi'ye bakıp, söyleyeceği…

saçlarının arasından rüzgar geçmeli,
uçurum gibi dik bakmalı,
ama gözleri sevgi dolu olmalı,
bana bile boyun eğmemeli…
...
sessizliği ondan...
ve kocaman bir teşekkür sana asi güzel…sen olmasaydın demir'in bu hallerine nasıl tanıklık edecektik..
bir teşekkür de bu bölümün tüm oyuncularına… gerçek duygusunu bizlere yaşattıkları için…

asi özdeyişimiz ihsan'dan…
- beyaz bir mendilde kara bir düğüm gibi… ne varsa içimde, kalbimdeki boşluğunu, kalbimdeki yerini kimse alamadı... (10. bölüm)

çiftliğin kapısında kötü bir sürprizle noktalanır gece… kozcuoğlularının başına kara bulutlar kümelenir…
asi'ye göre tek suçlu demir…
aşk ve gurur arasına sıkışan asi…
aşk ve sorumluluk duygusu arasında kalan demir…
kin ve öfkenin esir aldığı cemal ağa… kaçakçının kızı sözü ağır gelir…
leyla'mız da geldi hoş geldi… kenan'ın gelişiyle demir'in içine yer eden kıskançlık duygusu bu defa da asi'yi esir alır..

akıbetini bilemediği çocuğu kadar… elinde büyüttüğü çocuklarında derdine düşen süheyla...
kerim'i kozcuoğlu kızlarından birine kaptırmıştır… tüm itirazlarına rağmen... demir'in asi'ye olan yakınlığının da farkındadır… bulduğu çözüm… leyla'yı istanbul'dan antakya'ya getirtmektir… oyunu çiftliğin merdivenlerinde demir tarafından bozulur…

yalancı efe kenan… madden ve manen asi'nin yanındaymış… yalandan kim ölmüş…

kerim defne'nin en yakınında…

asi'nin demir'i iteklemesi… en kızdığı zamanlarda…

felaketler peş peşe gelir dedi ya cemal ağa… doğru... ihsan'ın gözaltına alınmasıyla… maddi sıkıntılar da kendini gösterir…elektrik kesilir…

demir'in çabaları… karanlığa tutulan bir ışık… asi'nin gururuna eşlik eden kıskançlık duygularıyla…
görsel bir şölenle sona erer bölüm… şömine başında... mum ışığıyla aydınlanan asi'nin yanında demir… (11. bölüm)

uçsuz bucaksız tarlalarda… verimli topraktan güç alıp dikelen olgun başaklar gibiydi izlediklerim...

her izlediğimde aynı düşünceye takılıp kaldım… bir bölüme değil... bir kaç bölüme yayılıp eli yüzü düzgün işlenecek konulardı hemen hepsi…
öyküye de oyunculara da onlar artık farkında olmasalar bile kocaman bir alkış.
Asi'yi Demir'in sinesine emanet edip noktalamıştık geçen bölümü.
içli bir müzik eşliğinde..

bizlerde en az onlar kadar istemiştik zamanın durmasını… ama ne mümkün..

hemen yanı başlarından…
şehirden gelen telefonla akrep ve yelkovanın yarışını çoktan başlatmıştı… İhsan… kuşlu eve habersiz konukluğu ile…
güzel olduğu kadar… ilginç sahnelerdi aslında… Asi, belki babasının bu yönünü ilk kez görüyordu… süheyla ile geçmişinden taşa işlenmiş kuşların sayısını bilecek kadar çekinmeden söz etmesiyle… pişmanlıklarını dile getirmesiyle ve dahası artık pes etmesiyle… oysa bugüne kadar her şeyine güvendiği, adalet duygusuna inandığı babasıydı o…

kadim zamanların şehrindeydi… yaşanan mekanlar… yanlış hatırlamıyorsam muhteşem mozaikleriyle artık müze duvarındaydı denizler tanrısı Poseidon… ama galiba usulca ayrılıp oradan denizlere dönmüş… gemiler gitsin diye üflerdi nefesini ya… bu defa fazlaca üflemiş olmalı ki… karada bile kasırgaya neden oldu… hem de ne kasırga... değdiği yaşamlar alt-üst… süheyla destekli aslan kasırgası… esti uçurdu ortalığı… kum tanesi gibi saçıldı herkes… her şey…

hazır aslan demişken.
emanet bir ata binmişti Aslan… tez indi… satın alınmaya çalışılan bir sevgiyle… gel-gitler yaşadı durdu kendi içinde… aslında zor ve acınacak bir durum olmalı yaşadıkları… emek vermeden sahip olmanın ilk sınavında… yağmura yenik düşerken… yardım eli…yok etmeye çalıştığı İhsan'dan geldiğinde acaba neyi yok etmeye çalıştığının farkında mıydı…

zor zamanlarda pek çok kişi için sığınılacak bir liman olmuştur genellikle baba evi…
tıpkı neriman gibi…
gencecik kızlarıyla yanaştığı o limana çoktan bir gönül teknesi bağlamıştı oysa babası Cemal ağa…
asi ve ihsan arasındaki kadar olmasa da özel bir ilişki var cemal ağa ve neriman arasında...
her şeye rağmen… ne yardan vazgeçebiliyor ne serden…
aslında gelmeyeceğini bile bile ihsan'ı beklemesi… ailesi adına babasına çıkışları… sevdim bu bölümde ben neriman'ı..

çakırkeyif defne'yi de sevdim… kerim'le beraber... ihsan'ı ikna edip… evlerine götürmelerini..
kerim'in kendince çabalarını… cemal ağa ile çeyiz aşırmalarını…

garip gelebilir belki sizlere… ama hoşuma gitmeyen bir şeydi… demir'in ziya'ya da el atması… abartılı kahraman yaratılmasını sevmiyorum... her türlü sorunun üstesinden gelmek zorunda bırakılması gereksiz gibi geldi… inandırıcılıktan uzaklaşılıyor… öykünün sürdürülebilirliği düşünülerek yapıldığının farkındayım ama… başka çıkış yolları bulunmalı… bu da nazar boncuğu olsun diyelim ve geçelim…

yazan yazmış… tilki ziya'da demir kapanına kısılmış… şehirde…

ne güzel bir söz armağan etti bize Demir…

"hayalle gerçeğin karıştığı yerdeyim" diyerek…

bizde karıştık… bizde… ayrışamayacağız bu gidişle de zaten…

o an için birbirinden uzakta iki kişi hayal kuruyor… biri ihsan… diğeri asi… uzakta olmaları engel değil ortak hayallerini dile getirmeye… baba-kızın, tek dileği var… her sabah tarlara yeniden birlikte gitmek…
demir, bu yanıttan ne kadar hoşnut kaldı bilemem… duymak istediği… yanında olmasını istediği kişi kendisiydi aslında Asi'nin…

kır kahvesinde kurulmaya çalışılan hayaller… "kurar gibi yapıyorsunlar"... tüm sorunlara rağmen içlerindeki çocuğu açığa çıkardı her ikisinin de… sevimliydiler…

asi, gururunun peşinde koştu… demir, aşkının…

asi, unutabilenler için unutulmak istedi… demir, kaybetmeye dayanamadı…

asi, başka yağmurlarda ıslanmak istedi… demir, o yağmurları kıskandı…

asi, yeni başlangıçlarla yaşam kurmaya çalışırken… demir, ışıkları yanmayan kozcuoğlu çiftliği’nin bahçesinde yaşam belirtisi aradı…

ve tapudan önce bir resim çıkardı demir… göğüs cebinden…
söyledi ve sordu Asi'ye…
"arkanda bırakacağın şeylere bir bak asi… şimdi bu fotoğrafta yer almak ister misin?”

aşk ve gurur karşı karşıya gelmişlerdi… kazanan "işte öyle bir şey "oldu…

hayaller güzel ama… sabahın bu saatleri de gerçek…

devamında buluşmak üzere…derken…
bu yaşamdan akıp gidenlere nurlar yağsın...
artık veda zamanı…
herkesin hayalleri gerçek olsun…
başka yağmurlara bırakmayın kendinizi…
unutmayın… unutulmayın…
sevgiyle kalın…(23.bölüm)

öyle yazdım olmadı…
böyle yazdım olmadı…
oysa söz vermiştim…
kelimelerimi de alıp geleceğim diye…
duygu ve düşüncelerim de yoldaşlık eder kelimelerime…

demir'in asi'yi gördüğü ilk andaki duyguları gibi… (itirafı için epey bir beklemek zorunda kalmıştık...)
ben de bu dizinin ilk sahnesinden itibaren… evet… ben bu diziyi izleyeceğim… çünkü beni ilk anlardan itibaren her şeyi ile sarıp sarmaladı demiştim… öyle de oldu… dizi arşivdeki yerini aldı… bizler hala yazmaya devam…

sanal dünyanın ürünü diziler… bizleri ekran karşısında bir süreliğine gündelik yaşamdan koparırken…
öte yandan içerikleri ile de kendi yaşamımızda bir gezintiye çıkarıyor…
farkında olmadan… sanal dünyanın o kahramanlarıyla yol arkadaşlığı yapıyoruz… kendi adıma ben bu yol arkadaşlığını pek çok bölümde yaptım ama tepe noktası 24.bölüm oldu diyebilirim…

o gezinti, yaşamımızda varlığını bildiğimiz, yokluğunu hissettiğimiz her şeye…
tıpkı… sahip olamadığımız kızımız-oğlumuz… gibi…
tıpkı… kavuşamadığımız sevgilimiz… gibi…
tıpkı… öyle olmasını istediğimiz annemiz-babamız … gibi…
gibi…

gibi…

Asi… benim için bir aşk öyküsü olduğu kadar güçlü bir baba-kız öyküsüydü aynı zamanda…
kızını kayıran… onun için kaygıları olan iki baba vardı… cemal ağa ve ihsan… biri geçmişin felsefesini yaptı… diğeri… gelecek adına kaygılarını dile getirdi…
kendi yaşamımda… hiç bir zaman duymadığım… bundan sonra da duyamayacağım sözlerdi… gelinlik içinde gonca ile ihsan'ın konuşması… her izleyişimde… ruh kırıklarımı gördüm… sağaltmak da asi ve demir'e düştü…

üzüldüklerim oldu… (bakmayın… arada esip gürlediğime… yufka yürekliyimdir aslında…)
en başta… Melek… gözü yaşlı bir kanadı kırık Melek... senin kadar olmasa da… başka gözlerden de yaşlar süzüldü… bilesin…

her türlü sırnaşıklığına rağmen… sarmaşık'a bile üzüldüm… gonca'nın başına gelenlerin sorumlusu olarak… bir çırpıda kendisinden vazgeçilip… geldiği yere gönderilmesine…

kesin kararlar alınmıştı alınmasına da… o kararlardan dönüşler çok hızlı ve keskin oldu… kozcuoğluları için… çiftliğe dönüş yapmayı bir yana kiracılığını bile kabul etmezken… güç aldıkları topraklarına… can verebilmek… can bulabilmek adına… düğün-dernekle döndü hayal kahramanlarımız…

sarıp sarmalandım demiştim ya… nasıl olmam… içinde kahramanları kitap okuyan kaç dizi var… Demir'in elinin… gözlerinin değdiği sayfalar bu kez Asi ile buluştu… kuşlu evde… şanslı kitaplar… en az onlar kadar şanslı biri de demir… asi… onun evinde…

bu bölümü izlerken bolca hüzünlendim… duygulandım ama… işin muzip tarafından bakmayı da ihmal etmedim… zaten yaşam da böyle bir şey… değil mi?
bölümler boyunca… asi ve demir'in dışında… pek çok kişiden söz edip durduk… bir kişi hariç… son bölümlere kadar küçük Ceylan'ımızı bir kaç kelime ile geçiştirdik... o zaman biraz Ceylan'ın kulaklarını çınlatalım…
ey yumurtaya can veren tanrım…
ey hikmetinden sual olunmaz tanrım…
biraz daha devam edersem kanatlanıp uçacağım…
meğer, neriman'ın tekne kazıntısı ceylan'ın da önemli bir görevi varmış... bu kızcağıza ne zaman sıra gelecek… kadro kalabalık görünsün diye mi ortalarda bir o yana bir bu yana sekip duruyor diye düşünüp dururken ben kulun…
Ceylan'ın varlık nedeni ortaya çıkıverdi… neredeyse Asi için… kurduğu üç cümlenin ikisi "külkedisiydi…"
- vaayyy… külkedisi… masal prensinin partisine mi gidiyor…
- masal prensesi gibi olmuşsun abla…
demir abisini düğün girişinde karşılayıp... balkondan gelen davetliler arasında gelmesini en çok istediğini bekleyen Asi'yi kastederek…
- külkedisi, masal prensini beklemez dedi… çıktı işin içinden…
çok yaşa sen Ceylan… çok yaşa...
bugünlerde çakma (ben de modaya uydum…) külkedileri türedi… aslını görmeseydik… inanacaktık… belki…
özenenlere…
esinlenenlere tavsiye…
bulup buluşturun… bir kez daha izleyin…
(önemli not: külkedisi tescillenmiştir… taklitlerinden sakınınız...)

anlayacağınız ceylan olmasaydı… masal prensinden… o güzel sözleri duyamayacaktık…

masal prensi de soluğu balkonda aldı…
önce…
arasından rüzgar geçen saçları toplamasını istedi…
sabun kazanından çıkan…
ağırlığından kat be kat fazla, yaşanmış ve yaşanacak aşkın ağırlığı ve asaleti ile… tozlu köy yollarının mağrur prensesinin boynuna takıldı… altın kolye...
(alt bahçede düğün için müzik olmasaydı… emin olun duyardık… masal prensinin kalp atışlarını...)

(bir önemli not daha, altın-gümüş, vs… farketmez… kolyemiz de tescillidir… biline…)

ve… uçurum gibi dik… ama sevgiyle bakan gözlere o güne kadar içinde biriktirdiği duygular "işte öyle bir şey "olarak dile geldi… daha ne olsun…


kelimelerim rahat durmuyor… tıpkı defne ve kerim gibi…
malum… bahar ayları başladı…
doğa uyandı…
atılan tohumların toprağa başkaldırma zamanı…
onun için siz siz olun…
sakın bu günlerde toprağa, çayır, çimene oturmayın…
hemen aklınız muzırlığa gitmesin…
derdim....
düğmeler yanlış iliklenmesin...
bu bölüm her söz bir asi özdeyişiydi sevgili dostlar… hiç birini diğerinden ayırmaya kıyamadım… sizlerin yüreğine emanet ettim…
ama süheyla'ya küçük bir teşekkürle…
-sen o kıza aşıksın… (24. Bölüm)

güzelim yazını bir kez daha okudum sevgili psikofat... emin ol daha çok okunacak...

yüzünü her daim güneşe dönmüş ayçiçekleri neden boynunu eğdi dersin...
birbirini anlamamaya yeminli aşıkların verdiği acı yüzünden... dile gelselerdi keşke... kim bilir daha neler neler anlatırlardı... belki gelincik tarlasına özenirlerdi... asi'nin saçlarına takılmayı isterlerdi... ama onlar güneşe aşıktı ya... demir'de asi'ye... “sen benim güneşimsin” demesine çok zaman vardı var olmasına ama... toprağın ve güneşin bilgesiydi o güzelim çiçekler... anlarlardı daha söylenmeden...
.................
tarlaların ortasından geçen yollar asi için çok ama çok tehlikeli... demir'in şehre ilk geldiği günkü kadar hem de... hızla yanından geçip giderken canına mal olacaktı ya asi'nin... kader mi diyelim... yine canını kurtarmadı mı bu güzel kızın... aynı genç adam...
korkusu da bu yüzden değil mi... o hızla geçen araba ya...

saçları yüzüne... gözüne vuran asi'sine sarılışı... bırakmamacasına... ama nereye kadar...

"kader varlığını insanlar üzerinde sınarmış" diye yazıyor son okuduğum kitap...

aralarında yaşananları kadere bağlamak ne kadar doğru olur...

birbirine güvenmek... anlamak için... anlatmayı ve dinlemeyi bilmiyorlar...
demir en başından beri ketum... (arada sevmiyor da değilim bu yanını...)
en son asi duyuyor her şeyi... belki korumacılığından... belki...

Asi... adaş olduğu su gibi... sakin sakin akarken... birden coşuveriyor... ne varsa katıp götürüyor... ah... bu güzel kız biraz dinlemesini bilse... yalnızca gördükleriyle ve duyduklarıyla yetinmese... daha sonraydı sanırım... Zeynep'i bile dinlemedi... dinlemek istemedi...

adil davranıp suçu eşit dağıtmaya çalıştım... cezalarını bile kesiverdim... ömür boyu aşk...

güzel bir hafta sonu dileklerimle... dedim demesine de yazıcı perilerim dürtüklüyor öte andan bunu da yaz... yaz diye... sanaldan gerçeğe ışınlanıveriyorum nasıl oluyorsa...
acaba diyorum... başkaları yüzünden... hayatlarını mahveden... yanlış seçim yapan asidemir'imiz... o cümleleri söylerken yürekleri nasıl atıyordu... sahne bitip... stop dendiğinde. (32. bölüm)

sevgili psikofat...
gecikmeli olarak ... ilk teşekkürüm sana... yazıma cevaben güzel yorumun için...
ve... bir kez daha bu forumda olmanın keyfini yaşattığın için...
....
ve elbette...
birbirinden güzel dizelerini toparlayıp gelen...
şiir perimize... teşekkürler... ceyhan'ım...

istersen...
elin kolumda kalsın... canımı yakmadan...
söylediklerim duyulmasa da olur...
gözlerime...
yalnızca gözlerime bak...
şair, aşk için ya hep, ya hiç olma hali demiş... ya...
işte...
yüreğimden kopup gelen o
"hep"
gözlerimde saklı...
gözlerime...
yalnızca gözlerime bak... cesaretle...
kuşlar ölmesin...
yıkılmasın... sevgiden inşa edilen kentler...
düşlerden düşmesin... aşk...
diye...
"hep" olmak için...
"hep" kalabilmek için...
aşk yürekli insanların işiymiş... adem'le havva'dan bu yana...
asidemir'e... demirasi'ye...
yüreğimi verdim sana ben de kal... diyordu...
son sahnede...
sevgiyle...

şairlerinin hoş görüsüyle...