Sample picture
 
 
Durultur ya hani Demir Asi’yi zaman zaman... Duruluyor Asi o an. Ne durduklarının... ne pistte olduklarının... ne ellerinin onun üzerinde kalakalmışlığının farkında...
 
-Yalnış anlamadım değil mi Demir Bey... Çiftliğinde çalışırsam, yani teklifini kabul edersem... babamın senetlerini geri mi vereceksin?
-Evet

Algısı kendisine teklif edileni gerçek anlamda kavramaya başladığı an çekiliyor Demir’den geri... gözleri... elleri... kendi. Asi yakalanmışlığının inanmazlığında bir keklik gibi yatışırken... üzerinde... hiç çekilmiyor... bir an bile çekilmiyor avcısının gözleri. Zorluyor bir adım daha ileri. “Başka çaren var mı?”... Asi’nin çaresizliği, Demir’in elindeki tek kozu. Tutmuyor... gerek de yok... biliyor ki görünmez ve koparılamaz bağlarlarla bağladı bu kez onu.... Son bir baskı unsuru... zaman yoksulu zaten Asi... ve Demir, zamana bağlıyor bu kozu... “Kararını hemen vermezsen bu fırsatı kaçıracaksın!”... doğru düşünmeye... durumu değerlendirmesi yapmaya fırsat vermeden... kuşatıyor onu.
 
Asi bir gayret uzaklaşmaya çalışıyor... ama gidemez... bir adımda duruyor ve dönüyor başı geri. “Konuşma tarzını hiç sevmedim”... sadece konuşma tarzını mı... gelişiyle hayatında, ruhunda yarattığı karmaşayı... ona yaşattıklarını... bu kontrolsüz yürek çarpıntılarını, çaresiz kalışı hiç sevmedi. Geri dönerken ona doğru... ilk kabul mesajları dökülüyor dudaklarından, “Henüz yanında çalışmıyorum... en azında bu gece”... Demir anlıyor ki sona bağlamış çoktan işi. Hiç itiraz etmiyor Demir’in tekrar beline uzanıp onu dansa çekişine Asi... kavrıyor oda yine okşarcasına Demir’i... Demir ummadığı bir zaferle çıkıyor bu geceden... gerginliği geride kalıyor ... gevşiyor... tebessümünü gizlemeye çalışan bir yüz ifadesi çehresine geliveriyor. Dilediğince olmasada onun artık... sadece komşu değil, kurallarına uyan bir işçi kız bundan böyle Asi. Ama kıyamaz bir taraftan da onun kafesinde çırpınan... rızasız boyun eğişiyle ağırlaşan yüreğine... Yeşil gözlere düşen gölgeler nasıl ki onun eseri, Demir rahatlatmalı avucundaki bu yüreği... “Benimle çalışmak o kadar da ürkütücü değildir, merak etme. İyi bir işbirliği olacak”... İnansın mı buna Asi... inanmamak için o kadar sebebi var ki... Gözlerini dikip bakıyor gözlerine... görmeye başlamış bile çoktan bu yolla Demir gerçekleri. Dilinin söylemine değil, gözlerine sorar onun Asi... Gözlerinde ne var bu aralar Demir’in... hep Asi... bir tek Asi. O gecenin son unutulmazı... Asi’nin dudaklarında yakaladığımız Demir’in bakışları. Asi bırakıp onu pistte çekip gidiyor ama Demir’i mahveden bu değil... Asi’nin dudakları ile gözleri arasında, biraz evvel yaşadıkları.
 
Sabah, horoz ötüşleri... kuş cıvıltıları... at nalları altında ezilen mıcır’ın sesleriyel başlıyor çiftlikte hayat... Asi hazırlanıyor. Bir işçi kız ne giymeli... ama zaten ablası ona takılmıyor mu... o bir işçi kız gibi giyinmiyor mu? Saçları, yemenisinin altına toplanmış... omuzunda değil daha onu sabah ayazından koruyacak şalı... ayağında uçları aşağı döndürülmüş, lastik çizmeleri ile, hazır Asi. Babasını kolluyor... çıkmadan o evden, önce babası uzaklaşmalı. Defne’yi de zorla uyandırıp ayarlıyor ablayı... Demir’in çiftliğinde çalışacak, birkaç gün idare etmesi lazım Defne’nin onu.
 
Demir çiftlik evinde... bahçe yolunu gören pencerenin önünde... eller yine güvenli bir şekilde ceplerinde. Sanki dün akşam traş olmuş, bir daha ilgilenmemiş gibi yüzüyle onun yakın plan görüntüye girdiği ilk karede. Kim bilir belki, günde iki kez traş olanlardandır Demir’de. Dalmış... gözlüyor... hiç kuşkumuz yok, Asi’yi bekliyor. Salon girişinde, koltuk değnekleriyle Kerim beliriyor... söylenerek bize doğru geliyor... “Abii... bu kadar erken kalkılır mı?.. Ne oluyoruz?..” otururken onları hazır bekleyen dörtdörtlük kahvaltı sofrasına, Demir’de ona takılmadan duramıyor “Günaydın mı dedin, Kerim!” ama Kerim’in söylenmelerine mani olamıyor... “Allah bilir geceleri de uyumuyorsun sen!”... Sadece profilden görüntüsü gözlerimizin önünde, bakamıyoruz bile gözlerinin içine... Ama uykusuz gecesini düşündüğünü nasıl görebiliyoruz hiç tereddüte düşmeyecek biçimde. Uyumadı bu gece Demir, aklı, düşleri, uykuları... bedeni, kaldı Asi’de. Bu gecelerinin hesabını soracak sonraları Asi’ye. Kerim yerleşip te kahvaltı masasına, farkedince masaya açılan üçüncü servisi... soruyor merakla “Kimi bekliyoruz?” Gece nasıl her şey farklı görünür insana... hayal, gerçek... rüya.... Asi ile ilgili hayalleri de bocalar gibi Demir’in şimdi... ışıklar vurmuş geceye ya... Kerim’in bu sorusuyla gerçek... ‘gerçekleşmemişlik’ daha doğrusu, kabulleniliyor göz atılan saat kadranında... “Artık hiç kimseyi!”...
 
Dönüp pencereden oturuyor kahvaltı masasına. Ev sahiplerinin kahvaltıya oturduklarını gören yardımcıları elinde çaydanlık ve demlik yetişiyor onlara. Bir taraftan da bilgi veriyor... hemen Demir Bey’e gönderecek, eğer Asi Hanım gelirse, sormuş kahyaya. Aldığı koca yudum portakal suyu, neredeyse Kerim’i boğacak, kulakmisafiri olduğu bu konuşmaya.
 
Takıldığım şeyler var bu sahnede... Demir karıştırmaz üçüncü kişileri bir başkasıyla olan hesaplaşmasının içine... Onun Asi’yi ‘işçi’si yapışının altında, hangi düşünce daha baskın pek kestiremiyorum şu an bile... Asi’nin üzerindeki etkisine karşılık onun elini kolunu bağlamak mı... yada buna tam ters bir içgüdüyle onu kendine yakın tutacak bir zemini hazırlamak mı... sanıyorum at başı gidiyor bu dizginlenemeyen duygular içinde. İhsan Bey’in kızlarını onlardan uzak tutmasını sağlayan baba otoritesini yıkan bir adım bu... bunun da çok iyi bilincinde elbette... ama asla kabullenemiyorum intikamına maşa olarak Asi’yi kullanmış olabileceğini... bir nebze bile.
 
Küstah bir gözlem ağırlaştırıyor bir taraftan da yüreğimi... takip ediyor ayıklamaya çalıştığım bu düşüncelerimi... varsa aksi, gözümden kaçan, uyarın beni... Demir, ‘Asi’ ismini her duyuşunda, sanki bir asilik düşer onun gözlerine, yüreğine... bir perde iner... o perdeye Asi’nin görüntüsü düşer. Farklılanır Demir bu anlarda. Olanaklı mı bu, beynimiz bir isme bu tepkiyi şaşmaz bir devamlılıkla verebilir mi... ama hissettiği Demir’in tam da bu. Farketmiyor kimden olduğu... ne zaman olduğu... ne nedenle olduğu... ‘Asi’ adını yüreği titremeden duymayacak bu adam bu dizide... yetmişbir bölümün hiç birinde... belli edecek her keresinde. Biraz daha kanatlanıyorum ileriye... diyebiliyorum ki... o söylemese de, adı hiç geçmese de... biz bileceğiz o ne zaman düşünüyor Asi’yi... gözlerine bakabildiğimiz müddetçe.
 
Onu görmüyorum şu an, ama düşüncelerim kayıveriyor Asi’nin o artık çözdüğüm gözlerine... rengine... her aynaya bakışında harelerinde gördüğü Demir’e... Asi’nin ‘Demir’e hassasiyeti farklı mı... değil. Asla söylenemez ki ‘Demir’ ismi titretmiyor o yüreği de... bırakın o zamanı, şimdi bile. Bu da Asi’nin laneti belki de! Ömür boyu saklayacak oyuncusu bu diziyi gözlerinde.
 
İlerlemeliyim artık... yoksa takıldığım gözlerinde daha konuşabilirim saatlerce... Yine bir tık ile durdukları yerden başlıyorlar sohbete. Yardımcının ayrılmasıyla yanlarından Demir dönüyor Kerim’e ... “Asi... bu çiftlikte çalışacak... yani eğer gelirse.” Yeni gelişmelerden Kerim’in haberi yok tabi... soruyor, nereden icap etti... Demir ne zaman sorulara cevap verdi... Kendi bildiğini okuyor yine, sorusunu arkadaşının duymamazlığa geliyor... Kerim’i uyarıyor “Burada çalışırsa da sen, duymadın, görmedin, bilmiyorsun!”... ardından da son bir göz atılıyor tekrardan saate... Başka irdelenecek şeyler de var sırada... Ne gerekçeyle çağıracaktı ‘İşçi Asi’yi kahvaltıda yanına... arabasına bile binmiyorken daha, ikna edebilecek miydi onu masasına oturtmaya. Bunlarda sendeleye sendeleye geliyorlar aklıma ama kurcalamıyorum daha fazla. Eee diyorum kendi kendime... konu Asi olunca bulurdu yaratıcı bir bahane.
 
Asi ve Sevinç dayanmışlar evle mandrayı birbirine bağlayan terasın kenarına... Belli ki Sevinç olumlu görüyor olan biteni, senetler meselesi böyle kapanacaksa çok iyi bir iş teklifi aslında. Asi hareketleniyor aniden... artık gitmek zorunda. Son yarım saatir aynı şeyi söylüyor ama kararsızlık hakim duygularına... düşündüğü onlarca şeyi, Sevinç seslendiriyor onun adına. Cevaplarını bilmediği sorular, ard arda... ne iş yapacak, maaşlı işçisi mi olacak Demir’in orada... sekreteri mi... işletmecisi mi... veterineri mi... ayrıca süre ne zaman dolacak... ne vakit bu borç kapanacak... nasıl olacak... babası senetlerin Demir de olduğunu eninde sonunda öğrenirse... hele bir de Aslan Asi’yi görür yada Demir’le çalıştığını duyarsa... Asi’nin gözleri boşlukta... ama deli gibi gidip geliyor görüntüler kafasında o anda. Birden farkediyor ki Aslan’ı bulmalı en başta. O asla söylememeli, senetlerin Demir’de olduğunu babasına, saklamalı bu haberi kendine bir müddet daha.
 
Mandrada buluyor Asi, Aslan’ı ama hiç hoşlanmıyor onu bulduğu şartlarda... Cevriye Süt sağarken mandrada, Aslan gözlüyor bu işçi kızı... gözlerinde çirkin bir tutkuyla. Aslan’ın sürecek bu işçi kıza ilgisi... rahatsız edecek herkesi. Oyuncunun burada bize gönderebildiği mesaj inanılmaz boyutta. Daha iki bölüm olmuş Demir’in Asi’yi gözlerken yüzünde yaşadığımız o aşk hikayesi, uzaktan uzağa... Benzer bir durumda Aslan’da, ama Aslan’ın ilgi duyduğu bu kızı izlemesi nasıl çirkin bir hale dönüşüveriyor oyuncunun performansıyla. Bravo demekten başka bir şey elimden gelmiyor, bu oyuncumuza da.
 
Asi, mandranın kapısını açar açmaz, olayın farkında... içeriye doğru aldığı bir kaç adımda tartıyor ne yapması gerektiğini... Seslenişi çıkışır gibi bu işçi kıza. Cevriye’yi sertçe uyarıyor, bir daha Mandra’ya girmemesi hususunda. Aslan çıkıyor gölgelerin arasından sanki yeni gelmiş oralaraymışçasına... soruyor “Bir sorun mu var?”... Asi’de onu arıyordu zaten. Asıl konuya girmeden evvel uyarıyor kahyanın oğlunu... işçi kızlarla mesafeli durmalı ki birileri yanlış anlamasın onu. Aslan hoşlanmıyor Asi’nin bu alakasından. Uzaklaştırıyor konuyu işçi kızdan... soruyor, Asi niye aradı onu. Maharetli bir komut geliyor Asi’den, gerekliliklerin arasına sıkıştırılan... tefeciyle ilgli bildiklerini kendine saklamasını istiyor Aslan’dan. Ricası, emirdir Ağa kızının... başka ne diyebilir ki Aslan.
 
Demir ve Kerim kahvaltılarını bitirmişler, işe gitmek üzereler. Kerim hala dikkatli ayağıyla ilgili... ağır aksak ilerlerken Demir yetişiyor ona geriden. Kerim denememiş daha evvel ama telefonuyla çektiği Defne’nin resmini göndermeye çalışıyor, kızkardeşi Leyla’ya... yavaşlatıyor onu bu çaba. Buldu bir açığını ya, bırakır mı hiç Demir onu... takılmadan duramıyor dostuna... “Yeni yetmeler gibisin Kerim yaaa... şu haline bak.” İlk fırsatta tanıştıracak zaten Defneyi ailesiyle... Kerim çok mutlu bu halinden. Çiftiğin girişine kadar gelinmiş bu arada... şoför açık tutuyor kapıyı onlara... ama ayak üstü sohbetleri bitmemiş onların daha. Demir tam arabaya girmek üzereyken, Kerim farkediyor yoldan onlara doğru gelen Asi’yi... durduruyor Demir’i sözleri.... “Bak senin yeni eleman geliyor.” Daha ilk günden işine geç kaldı diye fırça atacak mı , Kerim merak da ediyor. Demir’in yüz ifadesini... o anlarda cildine kadar yayılmış heyecanı anlatabilmenin yolu var mı bende onu merak ediyorum. Beklediği gerçekleşiyor işte... Asi ona geliyor. Demir ona fırça atmayacak... atamaz. Biliyorki en büyük cezayı, kendi ayaklarıyla ona gelmesini sağlayarak, zaten bu kıza yaşatıyor. Onu zorlayacağı sınırları, gereğinden fazla ürkütmenin faydası olmayacağını biliyor. Onun için işe gitmiyor, çiftlikte kalıyor... toplantılarını arkadaşının üstüne yıkıyor... bu işçi kız ile yapacağı ilk görüşme için, çok şeyi öteliyor, önemsemiyor. Birde Kerim’e takılıyordu, kendi halini hiç görmüyor... aşk ona da şapkasını ters giydiriyor.
 
Demir ve Kerim arasındaki ileşimde mimikleri de sözleri kadar güçlü her zaman... çocukluklarından gelmiş olan o tanıdıklıkla çoğu zaman anlıyorlar birbirlerini, neredeyse konuşmadan. Demir, Kerim’e “Sen ofise git gelirim ben sonra” derken hiç uzatmıyor Kerim... onun gözlerini Asi’ye çevirişinde, başını eğip, git dercesine hafif oynatışında... arkadaşının bu kıza ilgisinin nasılda farkında... Direkt olarak geçiyor bir sonraki soruya. “Toplantılar ne olacak?.. bir göz kırpış, bir baş eğişte, sessizlikte açıkça... “Sen halledersin herşeyi” diyor ona... Kerim anlıyor ki, ekildi, bir işçi kız uğruna.
 
Kerim binip arabaya uzaklaşırken Demir Asi’yi karşılamak üzere, ellerini kavuşturmuş, giriş kapısında bekliyor. Asi hiç işe gider gibi değil, salına salına yürüyor. Kendi de geciktiğinin farkında... söyleniyor “Geciktim mi Demir Bey, ancak gelebildim. İşten atılmadıysam başlayabilirim.” Dünyalar ayağına geliyorken... zafer sarhoşluğunda Demir, ne diyebilir... dudaklarından uysalca bir “Peki...” çıkıyor. Demir önde Asi arkada çiftliğin önündeki boş alana konuşmak üzere yürüyorlar. Demir’in ilk sorusu İhsan hakkında... “Yanımda çalışmanıza Babanız ne diyor?”... bilse pek iyi şeyler söylemeyeceği kesin... sanki Demir bunu bilmiyor!... Asi şimdilik babasının bir şey bilmesini istemediğini söyleyince kabullenir bir baş hareketiyle sessizce “siz bilirsiniz” diyor. Ne bir iş listesi var... ne de yapılacak iş çiftlikte. Demir’in atından başka hayvan bile yok aslında... Asi, Demir’in çiftliğinde ne iş yapacak.
 
“Kendi çiftliğinizde ne yapıyorsanız aynısı yapmanız yeterli...” İşçisine talimat verebilecek kadar bile anlamıyor çiftçilikten, Demir. Bir kahyası var halihazırda... kahyası olmasını da istemiyor Asi’den. Ne inekleri var ne koyunları... ne de peynir üretimi yapabileceği bir mandrası ... ne yapacak burada Asi. Onun sözlerinden iz sürüp sıralıyor isteklerini Demir... öncelikle atına bakmalı Asi... birde çiftliğe hayvan satın alınmalı... bu işleri de yapabilir mi Asi... İstanbullu iş adamı ya... bir ‘lütfen’ emirlerinin ardına illaki konulmalı. İşe koyuluyor bu talimatlarla Asi.
 
İyi ki diyorum... iyi ki Asi geç gelmiş ve alıkoymuş Demir’i... yoksa çoktan işe gidecekmiş... unutacakmış iş görüşmesi için çağırdığı ‘Arif’i. Demir eve doğru yürürken bahçe kapısının yanında bekler görüyoruz Arif Efendiyi. Demir biraz araştırmış... Arif topraktan da çiftçilikten anlarmış... Demir’in de güvenecek birine ihtiyacı varmış... bir iki gün içinde memleketine dönen ‘halihazır’ daki kahyanın yerine, meğer Arif Kahya işi almak istermiş...
 
Diğer tarafta İhsan ortalıkta göremediği Asi’yi arıyor, yana yakıla... Alışık değil Asi’nin habersiz ortadan kaybolmasına. Defne bir sempozyum masalı uyduruyor babasına... güya yurtdışından profesörler geliyormuş... arkadaşları gelip Asi’yi yoldan almış. Dönüyor bu haberle İhsan iş başına....
 
Asi de kendi işinin başında... Hayvan satın alınacak ya, araştırma yapıyorlar kahyayla çiftliğin kapı ağzında. Demir elinde dosya... terasta. Eğer işlerini hep böyle yapıyorsa... Depar Holding nasıl ayakta kalıyor... şaşıyorum buna. Demir oyunculuğu M. Yıldırım’a bıraksın... kimse inanmaz onun terasta iş ile ilgilendiği oyununa. Gözler sürekli Asi’de... e.min değilim elindeki dosyanın bile düzüne olduğuna. Asi’de inanmıyor zaten hesap soruyor ona... “Bir şey mi vardı?”... Bilmiş bir bakış yukarıdan aşağıya Demir’den... “Ne gibi!!!”... Çalışırken hep Asi’yi böyle izleyecek mi?... Demir, cevap vermeye bile tenezzül etmiyor ama... gülerken izleyecek... çalışırken izleyecek... uyurken izleyecek... bu adam onu... biz biliyoruz... Asi ise öğrenecek sonradan. Demir hiç rahatsız olmuyor onun dikbaşlılığından... hesap soruşundan... Cevabı hazır... Elinde dosyası, işe gitmek için arabasının gelmesini bekliyor, Asi’ye ne bundan!.. Ne ballı şu Demir... arabası görünüyor daha onun sözleri dudaklarından tam anlamıyla kurtulmadan. Daha fazla uzatmadan... geçip terası tempolu adımlarla iniyor merdivenlerden... bir taraftan da emirler veriyor... “Bu gün hayvan alımı halledilsin. Akşama kadar getirilecek hayvanların adedini... kaça malolacağını bana bildirin”.
 
İstanbul’daki enişte iyice ağırlaşıyor... toprağında ölmek için İskenderuna gitmek istiyor... hayırlı bir işi de buna vesile ediyor... Melek’i oğullarına isteyen bir akrabalarının evine gitmek için hazırlıklar yapılıyor. Kardeşi onun gözünde hala bir çocuk... Demir bunu duymak bile istemiyor.. Sadece bu konuda değil... Antakya’da kalışında direnişiyle de teyzesiyle ters düşüyor.
 
Asi babasına yalan söylemiş olmanın verdiği vicdan azabıyla boğuşurken... Demir’in çiftliğinde Aslan ile karşılaşması olumsuz ruh haline tuz biber oluyor. Aileyi merakta bırakmamak adına, öğlen yemeği için çardakta Fatma Ana’nın böreğine sığınan çiftlik ahalisine katılıyor. İhsan kızını görmekten mutlu... hemde şaşırıyor “Neredesin sen?”... Yalan ne kadar kötü bir şey.. söylendikçe batağa saplanılıyor... sürdükçe büyüyor. Babasının onu sempozyumda sanması... onun kariyeriyle ilgili bir şeyle ilgileniyor olmasından kaynaklanan mutluluğu, Asi’yi nasıl da eli kolu bağlı bırakıyor. Halbuki o babasına yalan söylüyor. Sebep ne olursa olsun... bu bir yalan, Asi bunu biliyor.
 
Biraz para denkleştiren İhsan, ilk senedi geri almak için tefecinin kapısına gidince öğreniyor... senetleri artık bir başkasının ellerini ısıtıyor. İhsan’ın gözlerinde böyle bir şey yapacak tek kişi var... Cemal Ağa’nın kapısına dayanıyor... ama Cemal Ağa’da senetlerin akıbetini bilmiyor. İhsan’ın başına gelmedik kalmadı... iyice batağa saplanıyor. Şehir de, onlardan biraz ötede ise büyük kızı ellerinde bir demet çiçek Kerim’in karşısında oturuyor... Bir aşk almış başını gidiyor. Kerim, delice bir şey yaptığını, Defne’nin resmini kızkardeşine yolladığını itiraf ediyor... Aile diye bildiği insanlar Demir’in Teyzesi ve ailesi... hepsi o kadar. Onlarda İskenderuna geliyorlar... Defne’yi onlarla tanıştırmak istiyor.
 
Köprüde çalışma son sürat ilerliyor... gün sona yaklaşmış... Asi satın alınacak sürü ile ilgili çalışmalarını tamamlamış. Fiyat aşağı yukarı belli... ama önce Demir Bey’e gidip maliyet raporu vermeli. Demir’in rutinlerinden habersiz, kahyaya soruyor... “Çiftliğe dönmüş müdür?”... Asi’nin Demir’in çiftliğine geri dönmesine gerek yok... öğreniyor ki Demir Bey, her akşam köprüye muhakkak uğruyor.Asi onu köprüde beklemeye karar veriyor... atının yularını sabitleyip ağaca... arabasının o anlarda Demir’i köprüye getirdiğinden habersiz... vakit geçirmek için köprüye yönleniyor. Yoldan taş köprüye doğru yürüyen Demir içinse Orontes’i görmek Asi demek... Asi de oralarda biryerlerde... anlıyor. Asi ise farklı bir boyutta o anda. Nehir ve onu kucaklayan bu köprünün, ondaki etkisi her zaman başka. O köprüde... böyle sakince vakit geçirebildiği zamanlarda... köprü konuşmaya başlar sanki onunla... biriktirdiği onca yaşanmışlığını paylaşır adaşıyla... onu , bu tersine akışı sadece bilmeyen ama ruhunda da yaşayan bu kızla paylaşır kendi yaşanmışlıklarını , birbirine geçmiş bu taş bloklar... Ruhuna ulaşan fısıltıları duyar ama anlayamaz Asi çoğu zaman. Bir garip hissettiğini bilir kendini sadece... ve garip şeyler düşünür bir müddet vakit geçirince burada, gerçekten soyutlanıp bu antik ortama kaydığı zamanlarda. Bu köprünün sırdaşlığından medet uman bütün ruhların acılarını, sevinçlerini... çaresizliklerini , aşkalarını.. hisseder benliğinde... algılar o köprüyü hepimizden farklı biçimde... Babasına yalan söylediği... bir erkeğe boyun eğdiği, yüreğine bir türlü söz geçiremediği bir karmaşada... derin bir nefes almaktır Asi için bu köprü... o da bir sırdaşa sığınır gibi sığınır yolu düşünce ona.
 
Bir ara gözü takılır ilerideki ağaçların altında yakınlaşmış çifte... rahatsız etmemek için onları... yönünü değiştirir hemen... döner geriye. Daha tam uzaklaşamamışken arkasından tiz bir çığlık kopar... yolunda gitmeyen birşeyler var... gönülsüz olan bir şeyler var orada. Müdahale eder hemen... Ağaç altındaki hareketlenmede tanır Aslan’ı... zaten huzursuz onun çevreye ve özellikle Cevriye’ye olan tutumundan... bir taraftan seslenirken adını onu tanıdığını belli edercesine... Cevriye’nin de kendisine sığınmasına olanak sağlar.
 
Koşarak Asi Ablasına sığınan Cevriye’nin yüreği nasılda hızlı hızlı atar... o iyi niyetli ama cahil bir kız... kimsenin gözünün içine bile bakıp dik konuşamazken Aslan’a nasıl direnir. Şu an için iyi kızcağız ama bu nereye kadar, Aslan’ın ısrarla sürdürdüğü takibe nasıl karşı koyar. Sezon sonunda çiftlikten ayrılacak kişiler içinde Cevriye’nin ailesi yok, onlar yıl boyu kalıyorlar. Ama Asi bir karar vermek zorunda... Cevriye kendisi için doğru olanı şu an bilemeyecek durumdayken... onun yerine Asi karar vermek durumunda. Her ne kadar Cevriye bir şey yapmadıysa da , onun bu ilgide hiç suçu yoksa da... kendini Aslan’dan koruyamayacağı için... Cevriye gitmek, uzaklaşmak... işi bırakmak zorunda.
 
Hiç bir şeyden habersiz Demir... gözünün ve gönlünün arandığı... köprünün üstünde, bir işçi kızla konuşur gibidir. Ne güzel bir duygu bu böyle... yorgun günün sonunda... yol ağzı... köprü... hiç farketmiyor... bizi bekleyen biri olsa... ona varılsa. Bu duygularla yaklaşırken onlara yüzünde açıktan açığa beliren gülücükler soluyor onların konuşmalarını duymaya başladığı anda...
 
Hayat hiç adilane değil... Cevriye isyan ediyor olana. Göndermesin Asi ablası onu... yalvarıyor Cevriye ona... “Elini ayağını öpeyim gönderme”... tekrarlayıp duruyor... onun bir suçu yok... o bir şey yapmadı... nereye gider... ne yer, ne içerler... Karışıyor bu sesler, bu sözler , bu tanıdık görüntüler, annesinin geçmişten gelen yakarışına... o kız... Cevriye... annesi o an... haksızlık ediliyor ona... Küçücüktü Demir... duymasına rağmen anlamıyordu olan biteni ... Annesinin çaresizliğini... Fakat büyüdü artık... annesine yetişemedi ama yeter bu köylü kıza... o siyah çizmeler asla ezemeycek bir işçi kızı daha.... Ama Demir ezmeye muktedir o çizmelerin sahibini bu gün... işçisi onun bu kız, dilediğini gibi hükmedebilir ona.
 
“Asi!”... Cevriye kaçarken köprüden, dönüyor bu sese Asi... gözlerinde soru işaretleri... Zaten kafası bulanık... Cevriye’ye haksızlık etmeden nasır koruyacak onu Aslan’dan... herşey çok ama çok karışık. Kendisine hışımla gelen... daha gelmeden bedeniyle hesap soran Demir yüzünden şaşkın. Demir ‘kopmuş’ geliyor tam anlamıyla köprünün diğer ucundan... Daha yanına varmadan başlıyor sorgulamaya “O kız... sizde mi çalışıyordu?” Evet... Asi nin yanıtı çoktan belli zaten. Devamı geliyor sorgunun “Aslında böyle insafsızca işçi atmayı kimden öğrendiğini sormak lazım sana!” Şaşkınlığı giderek artıyor Asi’nin... “Ne demek istiyorsunuz?”. Demir dökülüp saçılıyor, onları duyduğunu belli ediyor iyice... “O kızı işten atmadın mı az evvel?” Bunun neden Demir’i ilgilendirdiğini anlamıyor Asi... Kendi ailesiyle bile paylaşmayacağı bir durumu, tutupta bir günlük İstanbullu patrona söylemesini kim bekleyebilir... İlk o sormuş olabilir ama onun her sorusuna yanıt vermeye mecbur olmadığı gibi onun çiftiğinde bile değil... burada patronluğu geçmez Demir’in... Böyle söylerse Asi, patronluğunun geçtiği yere kadar sürükler Demir de onu.
 
Tozlu köprü yolu geride kalıyor ....“Bırak beni... ne yapıyorsun?”
Mısır koçanları ... kıyı boyu... inliyor ... “Bırak kolumu... Hemen kolumu bırak!”
Ağaçlar bu sefer onları birlikte görüyor... iç geçiriyor... “Senin derdin ne?”
Bu gün de Asi’nin etekleri hareketli ama Demir’e değil şalıyla birlikte geriye savruluyor...
Asi boşuna nefesini tükettiğini anlıyor... bu adam onu bırakmıyor... direnmeyi bırakıp ona kendini bırakıyor...
 
Ağıl tanık olacak onların bu çekişmesine... içeriye girdiklerinde hızla savuruyor kolundan Asi’yi Demir önüne. Omuzundaki şalın uçları kemerinden sıyrılmış, tamamen serbest kalmış... başındaki yemenisi saçlarından kurtulup biraz arkaya kaymış... adımlarını Demir’e uydurmaya çalışmaktan nefes nefese, bir körük inip kalkıyor göğsünde... ama gözler yine de dim dik Demir’de... Demir geliyor hemen ardından görüntüye... o da nefes nefese...ve o da dim dik Asi’de...
 
Buraların adetlerini anlatıp duruyor Asi... Toprak çitle ayrılmaz!... Tarlaları rengiyle ayıracaksın!... Bilmeden çit çekenin çitini yıkacaksın!... İşçisini işten mi atıyordu köprüde, işçilere de nasıl davranılacağını gösterdi Asi, az evvel böylece... Adetleri buysa aynen uygulayacak Demir de. Gerçi Asi hala direniyor... ona kendi işçileriyle ilgili hesap falan vermiyor ama bu Demir için çalıştığı gerçeğini değiştirmiyor. Bu çiftlikte Demir ne istiyorsa onu yapmak zorunda... Ama zaten Asi işten kaçmıyor... soruyor “Ne istiyorsunuz?”Nereden bulsun anında ona yapacak iş... etrafını gösteriyor... Orayı adam edecek Asi, hem de derhal.
Eğer itirazı varsa dönsün evine... Demir gerisini babasıyla halledecek...
 
-Beni böyle sürükleyerek pes ettiremezsiniz. Babam için herşeyi yaparım.
 
Asi’nin parmağını, bir Demir’in göğsüne dayayıp iteklemediği kalıyor. Onun bu çıkışıyla Demir’in bakışları değişiyor... öfkeyle paylarken onu farketmedi yakınlığının üstündeki etkisini ama biliyor ki yavaş yavaş öfkenin sıcağı başka bir sıcağa yerini bırakıyor. Asi’nin dudaklarını ileri iten dişlerine... bu itişle sanki onaymış gibi uzanan dudaklarına... öfkeyle bakan gözlerindeki harelere... bütün bunları algılamadaki istekliliğine... şaşıyor. Hiç kimse böylesi onunla olmadı kendisi için. Bu kızın sadakatini... desteğini... çabasını hakeden bir kişi olmak... nasıl bir şey diye düşünüyor. Bunu hayal ediyor. O babasından bahsediyor ama Demir onun sevdiğine de sahip çıkıyor olacağını biliyor. Bu ateş parçası alevlendiğinde sevdiğine nasıl sahiplenir... görüyor. Demir’in sakinliği, onun yüzünde gezinen gözleri... bana bu ilgiyi kıskandığını fısıldıyor... bugün ‘baba’ yarın ‘kim’ bilmiyor ama kıskanıyor işte... Hayatında korudukları oldu ama kıskanacağı kimse olmadı Demir’in... o nedenle kıskanıyor oluşuna da şaşıyor. Hayalleri olacak bu kızın... dünyası olacak, onun olacak Demir... henüz bunu bilmiyor. Kendi kendini kıskanıyor.
 
Bu kızla ilgili herşeyi kendine yontuyor, sahipleniyor... öfkesini de onun kadar istiyor. Kontrollü olduğu zamanlardan çok bu halini... doğalca ona akışını seviyor. Onunla yanyana gelmeyi... karşı karşıya olmayı...hırçın temaslarının ellerinde bıraktığı izi seviyor. Artık Demir’in hayatında bir asilik oluşu nu seviyor , öyle yada böyle farketmiyor. Her türlüsü Demir’i besliyor. Asi bir alışkanlığa dönüşmeye başlıyor.
 
Sonuna kadar çalışacak Asi ve bu borcu ödeyecek. Niyeti onu yıldırmaksa Demir’in beklemesi gerekecek. Sabrınınsa sınırsız olduğunu görecek. Ama bütün bunların yanında ‘men’ ediyor bu işçi kız patronunu... babasına elleşmeyecek. Demir için sorun yok... tamamiyle aynı fikirde... Ne zaman pes edeceğini de merak edecek.
 
Asi, sempozyum yalanına sığınarak geçiriyor ondan sonraki bir kaç günü... Nasıl söyleyeceğini bilememek öteletiyor babayla bu konuda konuşuşunu. Defne, Kozcuoglu kadınlarına açıyor Kerim’in onu İskenderun’a götürüp Demir’in teyzesiyle tanıştırmak isteyişini. Fatma ise Neriman ile paylaşıyor Aslan oğluyla ilgili dertlerini. Neriman’ın çaresi hazır... “Aslan’ın derdi belli... hemen başgöz edilmeli”
 
Ses soluk çıkmıyor Demir’in çiftliğinde... tahmin etmek güç değil... arandı sabahları işe gidişlerinde... akşam eve dönüşlerinde Demir’in gözü... Kahyaya sormakta buluyor sonunda çareyi ... “Asi Hanım nerede?”... Öğreniyoruz ki... Asi burnundan soluyor... Kahya bile yanına fazla sokulamıyor. “Ne iş yapıyor belli değil” diyor Demir... ona rapor da getirmedi. Arif’in “Hala ağılda... kendi başına orayı adam edecek ya... zor iş!” demesiyle duruyor Demir. Şaşırıyor, kaşlar çatılarak birleşiyor alnında, bu durumdan hiç hoşlanmıyor.... “Ne ağılı?... .... “Yeter orada çalıştırmayın, kazma kürekle iş yaptırmayın sakın” demiş demesine ama Kahya Asi’ye laf dinletememiş, elinden küreği alamamış.
 
Ağılı görüyoruz... temizlenmiş... yerlere taze saman serilmiş... epeyi yola girmiş... “Ellerine sağlık” diyor Demir... ona böylesi ağır bir işi yüklemiş olmaktan pişman... söylemeden duramıyor “Ben... haber yollamıştım ağıl işini bırakman için ama sen burada çalışmak için ısrar etmişsin.” Başladığı işi yarım bırakmak adeti değildir Asi’nin... arkasına saklamaya çalıştığı gibi elleri de parçalansa...söz verdiği işin peşindedir. Yapılan tadilatları aktarıyor Asi, Demir’e bir bir. Demir’in hiç umurunda değil aslında onarılan kapı... ayakkabıları çamur olmasın diye yerlere serilen saman veya bittiğinde daha iyi olacak olan ağıl... sadece özlemiş onu... özlemiş onunla çekişmeyi Demir. Asi’nin, onun İstanbulluluğunu başına kakışına bile yumuşacık... tepkisiz. Fakat çuvalların üzerinde gözüne çarpan sargı bezi ve ilaçlarla birden irkiliyor Demir. “Biri mi yaralandı burada?” gözlerine bir kaygı oturuveriyor anında... Asi’nin arkasına saklamaya çalıştığı elini farkediyor aynı anda. Aldığı iki adımda Asi bir kez daha karşısında... elini uzatıp ve açıp ona, tereddütsüz istiyor Asi’den elini... “Bakabilir miyim” Asi inat ediyor... elini vermiyor... Demir’in eli Asi’nin elini, gözlerindeki ifade Asi’yi çağırıyor. Aralarında veya geçmişte olanların yada düşmanlıkların hiç ehemmiyeti yok... Asi’nin incinmişliğine ulaşmalı Demir o an... başka yolu yok. Asi’ye uzatılmış o açık elde... kaygı var... özen var... ilgi var... Biraz evvel sürdüğü ve sargı beziyle kapattığı merhemden fazla şifa saklı bu ilgide. Demir’in avucuna yatan ve kendini ona açan Asi’nin avuçlarında ...ise alabildiğine teslimiyet var. Bu teslimiyet anları her ikisi için de ne güzel...
 
Kürek tutan hafif ama sertleşmiş el, kalem tutan güçlü ama yumuşacık ele sığınıveriyor... o kadar güvenli ki bu sığınak, bereli el kendiliğinden açılıveriyor. Sıcakları birleşiyor... Sargı bezi aralınınca, nasırlaşmamış elde küreğin açtığı bereler... su toplayıp sıyrılmış cilt görünüyor... Demir bundan hiç hoşlanmıyor. Ne yapabilir o an Asi’ye... nasıl mani olabilir Asi’nin inatçılığına... onun daha fazla kendisini incitmeye devam etmesini kabullenemez... güzellikle konuşmayı deniyor. “Kürek sallamakta inat edersen daha kötü olacak.” Demir hala onun elindeki incinmişlikte ama Asi bunu çoktan geride bırakıyor... ağılı bitirmek üzere artık, bir sonraki işini soruyor. Onun işleri Demir’in ruh haline göre değişebiliyor. Bu tespitin doğru olduğunu ikisi de biliyor. Yüzyüze duramıyor Demir bu anlarda Asi’ye, sırtını dönüyor. Asi konuşadursun... o kendisiyle hesaplaşıyor. Demir’in öfkesidir Asi’nin eline küreği veren... o andan çok geçmişin haksızlığıyla ödeşmektir.... hatta Demir’e yakışmayan bir şekilde yeterince öğrenmeden işin aslını..., hiç ilgisi olmadığı halde, geçmişi cezalandırmaktır Asi’de. Geçmiş... bu gün... Asi... karışmıştır Demir’in ruh halinde. Annesini haksızca işinden eden bu soy değil mi? Kendi gözleriyle Asi’yi işçi atarken görmedi mi? Elleri belinde dönüyor geri ve yüzleşiyor Asi’yle... “Aklına esince işçi atarken bunları hatırlarsın... Belki faydası olur sana!” Asi günlerdir elinde kürek ama aklında bu sorular yaşamış zaten... Demir’in ona öfkesinin ardına bakmaya çalışmış zaten... ölse gidip konuşmaz, yüzlemez gerçekleri ama Demir’in gördüklerini yalnış anlamış olduğunu biliyor zaten. Yeri gelmişken söylüyor ama...
 
-O mesele göründüğü gibi değildi...
Gördükleri çok netti Demir için... ama farkında değil geçmişin derin izlerinde seyrediyor onun bugün yaşadıkları... o kadar derin ki bu izler... Demir çıkamaz o izlerden dışarı. Bir izde yaşadığını bile bilemezken, sadece kendine ait, yeni izler oluşturmak, o yaşanmışlıklardan ayrılıp... çok güç. Şimdiye kadar hiç farkına varmadı bu kadar geçmişte yaşadığını Demir, hala da yeterince farkında değil. Önce kayıplarıyla mücadelesinde... peşine okul... ardından iş... kim sorgularki kendini, günlük hayat gailesinde. Ne zamanki karşımıza biri çıkar... yada geçmişten bir iz.. bakar gözlerimize bu soruyla... o zaman farkederiz... bu izlerde sürüklenerek yaşadığımızı. Durduğu ve sürüklenişinde kendine baktığı öyle bir andır bu süreç Demir için... Hiç bir şey kolay olmadı onun hayatında... aşkı buluşu da çarpışmalıydı geçmişin sorgularıyla... daha azı yakışmaz gibiydi ona. “Çık o izden... kendi izlerini yaratabileceğin topraklardasın şu anda” diyor Asi söylediği her sözün ardında... gizliden yada açıkta... ona her baktığında... ruhunun onu her sarmalayışında. Ama bunu yapmak “Demir’in epeyi zamanını alacağı benziyor” o da farkında.
 
Cevriye geliyor konuşmalarının tam arasında... “Asi abla... müsait miydin?” Demir şaşırıyor bu işçi kıza... Atmamışmıydı Asi onu... ne işi var burada. Bakışları merakla dönüyor işçi kızdan ona... Cevriye devam ediyor... “Defne çekirdeği toplamaya gidiliyor da... ikimiz beraber gider miyiz diye soracaktım!”... Tabi ki gider Asi onunla... şalına uzanıp, yemenisini çekiveriyor yavaşça başından ve takip ediyor işçi kızı... bırakıp Demir’i sorularıyla... ağılda.
 
Bir geleneğin içini çekiveriyor işçi kızlar da bizi... gurup halinde toplaşmışlar... ellerinde uzun sopalar defne ağaçlarının erişilmesi zor dallarına vurup çekirdeklerini yaygılara döküyorlar. Defne ağaçlarını daha küçük bilirdim... onlar hakkındaki bütü yargılarımı yerler bir ediyor bu ulu ağaçlar... Dalları birbirine dolanmış bu defne ağaçlarının boyları metrelerce yukarılara uzanıyorlar. Demir de merak etmiş olmalı... kızların defne çekirdeği toplamalarının amacını... takip ediyor onları. Arif Efendi yetişiyor Demir’e... İstanbullu ya bu ağa... bilmez, şimdi ‘sabun zamanı’... Arif bile unutmuş her nasılsa. Başlıyor anlatmaya... defne çekirdekleri toplanacak, güzelce ezilip yağı çıkarılacak, kışa girmeden hep birlikte sabun yapıp paylaşacaklar. Ama işin ince tarafı başka... binlerce yıl öncelere dayanan sabun geleneğine masalsı birşeyler ilave olmalı her nasılsa. Sabun kalıba dökülmeden önce... çiftliğin ağası gelip kazana bir altın atıyor... ne için olduğu belli... kısmet için... kısmet... ‘aşk’ için diyemiyor Arif kahya... Kalıplar kesilip dağıtılıyor kızlara... sonra bekleniyor sabırla... o senenin kısmeti... o senenin aşkı kime çıkacak acaba. Altını bulan bekarsa... evlilik yakın demektir ona. Narin parmaklar tek tek ayıklıyor çekirdekleri yapraklarından, dallarından... gözlerde umut... ellerde daha köpük olmamış sabun sanki ezilip paralanmayacaklarmışçasına özenle konuyor sepetlere defne çekirdekleri. Her bir çekirdekte bir umut... her bir çekirdekte bir aşk parlıyor, siyah siyah. Kerim katılıyor bahçede defne çekirdeği toplayan kızları seyreden Demir ve Arif’e... Demir kısa ve öz açıklıyor olan biteni... “Sabunun içinde altını bulan aşkını bulacak anlamına geliyor muş” Kerim’in gözler uzaktan uzağa Defne’de ama göremiyor. Demir’in gözleri ise o grubun içinde bir tek Asi’ye bakıyor. Başını eğmiş Asi... kucağında şalından oluşturduğu minyatür yaygıda defne çekirdeklerini temizliyor. Temizlerken aklı Demir’de... onun kahya ile konuşmasında, onu seyredişinde... Biliyor ki, Demir’in gözleri bir tek onu görüyor. Kahya sabunun hikayesini anlatıyor İstanbullu ağaya bunu da biliyor... Demir aşk sözcüklerini söylüyor ondan uzakta... duymuyor onu... kendine de değil belki ama ‘aşk’ diyor o dudaklar... hayali bile yetiyor. Elindeki çekirdekler biraz evvel Demir’in gözlerinde gördüğü karalığı taşıyor... onlara dalıyor. Asi, kurmaya mani olamadığı hayallerinden... üstündeki bakışlardan utanıyor. O kara gözlerin sahibiyse ondan uzakta, göz alabildiğine yeşillikte bir noktaymışçasına ara ara kendine atılan bakışlarda... Asi’nin gözlerini hatırlıyor.Bütününde ilkel bir güdü hüküm sürüyor Asi’de, görüyor... ürpertilerinin onda dolaştığını... bunun onu utandırdığını biliyor... bu utangaçlığı artık tanıyor.
 
Kerim, Defne’yi bulmak için hareketleniyor... Arif Kahya onu zor durduruyor... erkekler katılmayacak o işe... hele de Demir Bey, hiç katılmayacak... mümkünatı yok. Altını Demir atacak kazana...O yeni Bey... bu topraklar, bu görev onun. Kahyasının bu sözleriyle.. Demir, Beyliğinin farkına varıyor.
 
Cevriye, Asi ablasını bulduya... içini dökecek ona. Anlamış düşününce, neden onu göndermek istediğini ama ne aş var ne ocak onun topraklarında. Herşeye rağmen kalmalı ve çalışmalı buralarda. Yardım istiyor Asi’den. Asi düşünceli... Cevriye’nin gönlü yokken Aslan’da... nasıl olacak böyle... git dese bir türlü, gitme dese bir türlü... yine de bir çözüm bulmaya çalışacak, başka türlüsü gelmez elinden.
 
Aslan bir garip genç... onun yaşındakiler işte güçte... o ise bir baltaya sap olamamanın haricinde, herkese aykırı, neye olduğunu bilmediği bir başkaldırış içinde. Tabiatındaki çalkantılarla başa çıkamayan bir görüntüde... Takip etmiş yine Cevriye’yi... uzaktan uzaktan o da seyretti belli ki defne toplayan kızları... Ama güvensiz kendine... o nedenle, gizlice. Ortaya çıkmaya karar verince gösteriyor kendini yavaşça. Asi gönderip Cevriye’yi yanından, konuşmaya çalışıyor Aslan’la. Cevriye’yi korkuttuğunu, ondan uzak durması gerektiğini söylüyor.... Hoşlanıyor onu korkuttuğunu duymaktan Aslan... istediği de bu. Kendini sevilecek biri gibi görmediği için yetiyor bu duygu... ona duyulan bu korku. Cevriye onun için özel biri değil aslında... olsa zaten korkutmak mutlu edemezdi onu... Asi yanından geçip giderken, çekiyor onun kokusunu da içine derinden... Neye uzanacağını... nereye uzanacağını bilemeyen bir çocuk ruhu aslan. Ama onun yaşında bu dengesiz uzanışlar tedirgin edici... Hızla büyümesi lazım ama nasıl ve ne zaman!!!
 
Önde, Mahmut’u taşıyan ambulans, arkalarında Süheyla ve Melek arabada, İstanbul’dan küçük bir konvoy geliyor İskenderun’a. Hamit Bey ve eşi... karşılıyorlar Mahmut ve ailesini. Memleketin havası bile başka... Farkediliyor bu daha onlar varır varmaz oraya.
 
Antakya da ise iki komşu ev... birinde Defne telaşta... Kerim onu Süheyla Hanım ile tanıştıracak ya... O kadar hassas ve kırılgan... o kadar savunmasız ki hayata... gece uyumaktan bile korktu aslında... Görebileceği kötü bir düşte... kurduğu bütün hayallerin yıkılacak olmasından bile korktu. Daha görmeden o düşleri... gündüz gökyüzünde gördüğü ağır ağır kayan kara beneklerin... aslında kartal olmalarından bile korktu. Bu tanışmayı kabüsa döndürüp, kendini hayali bir savaşın içine soktu. Diğer evde ise telaş yok, Kerim heyecanlı... üstünü başını sorgulamakta... Demir içinse bu anlamsız... o sadece Kerim’in bu hızına takılmış durumda... bu hızlı gelişme onun huzurunu kaçırmakta... aceleci davrandığı konusunda uyarıyor Kerim’i... bu işlerde sürat felakettir. Kerim takmıyor bu uyarıları hiç... biliyor ki ancak aşık olduğunda anlayacak Demir onu... şu an anlatmaya çalışmak veya anlamasını beklemek boşuna çaba. Aslında gelmesini istiyor akşamki yemeğe, onun da ... Ama hem Kerim’in katılması gereken toplantıyı üstlendi bu akşam Demir, hem de ayrı ve tek olarak konuşmalı Demir Süheyla’yla. Anmak istemedikleri ama artık konuşmak zorunda oldukları şeyler var aralarında. “Antakya’da kalmamı sorun ediyor Süheyla Teyzem” diyerek sadece buzdağının üstünü gösteriyor arkadaşına. Süheyla teyzenin sorunu bunun çok ama çok uzağında.
 
Ocaklar yakılmış... sabun kazanları hazırlanmış... bu, sabun yapımının hangi aşaması hiç bir fikrim yok... ama kazanlar şimdiden tütmeye başlamış. Erkek bir çalışan, karıştırırken kazanı, Asi ve bir işçi kız defne çekirdekliyle uğraşıyor sessizce... Çekirdekler henüz kazanlara atılmadığına göre... sabun buharından ağırca bir koku yayılıyor olmalı, ama çekiyor heralde diye düşünüyorum geniş kemerlerin üzerine oturan kubbeler baca gibi ağır bu kokuyu. İki kanatlı geniş kapıdan giren taze hava ile saf sabun kokusu geride kalıyor olmalı. Demir giriyor içeri... Asi’yi görünce duralıyor yine bir... ona geldiğini belli etmeden kendini toparlıyor... ellerini bu sefer ceplerine sokmuyor, kemerine takıyor. Onu utandırdığı o anlardan beri ilk defa onunla karşılaşıyor. Konuşmaya başlıyor...”Tarla, renk, çit derken... yeni bir geleneği öğreniyoruz...” Asi onu duyunca, ellerini silkeleyip yanına gidiyor. Demir bu geleneğin inceliklerini de öğrendiğini belli ediyor ... “Bakalım altın kime çıkacak?”... Asi’yi birazdan tekrar utandıracak biliyor... bende biliyorum, bunu yapmadan önce gözlerini ondan çekiyor... ama kaçınamaz bu sorudan... içindeki Demir zorluyor... gözgöze gelip sonunda onunla, soruyor, “Sana çıktı mı hiç?”... Bu kez kurtuluşu yok Asi’nin... utanmak fayda etmiyor. Onun gözlerinde gördüğü sorunun, “Sen aşık oldun mu hiç?”in cevabını veremeye de... aşk sözcüklerini dudaklarından ona duyuramayan bu adamın gözlerine bakmaya da, gücü yok o an. Onların gözlerinde ‘an’lar içinde olup bitenlere de benim gücüm yetmiyor hiç bir zaman. Durdurup onları böyle anlarında soluklanıp... bakıyorum. Gözlerinde olan biteni.. bana duyurduklarını yazmaya parmaklarımın takati... olan bitenin hızına yetişmeye gücüm yetmiyor. Kayıp gidiyor yaşanmışlıklar... ama geride kalanlar hep bir tortu bırakıyor... Belki benim kadar şanslı değil Asi-Demir... o ‘an’ı durduramıyor ama onlarda benim dondurduğun karelerinde geceleri durup soluklanıyor.
 
Hemen konuyu değiştirmeli Asi... kaçış sadece bedenle olmuyor. Zaten hazırda bekleyen bir ricası var Demir’den, buna sığınarak karşısındaki gözlerin dikkatini dağıtıyor. Cevriye’yi çiftliğinde işe alıp alamayacağını soruyor. Demir dayanamıyor, ... yoksa işçi atma geleneğinde bir değişiklik mi var diye sorguluyor... Asi kıyısından köşesinden açıklamak zorunda kalıyor... o an için öyle bir seçim yapmak zorunda kaldığını söylüyor. Demir de yumuşuyor Asi’nin yaklaşımından... eğer oda tavsiye ediyorsa, alabilirler kızı işe... Galiba Demir yanlış anladı... başka bir mesele daha var bu işin içinde. “Unutalım gitsin” diyor Asi’ye, gözleri yumuşacık, dudaklarında hafif bir gülümseme ile... Sulh yapmaya çalışıyor onunla Demir ama bu işine gelmez Asi’nin... çarpışmalı onunla her bir adımında. Bu mücadele ayakta kalmasını sağlıyor onun karşısında. Böylesi bir barış unutturur ona, niye burada olduğunu, neden onun karşısında boynu bükük durduğunu. Ayrıca önemli olan tek şey, babasının gururu... sulh yaparak Demir’le daha fazla ihanet içinde olamaz en değerli varlığına... İhsan'a...
 
Savoy Otelinin lobisi, akşamları iş adamlarının uğrak yeri... Arkadaşlarıyla buluşmaya gelen İhsan farkediyor Demir’i ve onun etrafındaki yörenin iş adamlarını... Hafif bir baş selamıyla duraksamadan geçiyor yanlarından arkadaşlarına katılıyor. Görüşmeleri biten Demir ise, iş adamlarını geçirmek üzere yerinden kalkıyor. Daha kapıya varmadan Cemal Ağa ile burun buruna geliyor. İçki masasında Aslan’dan senetlerin Demir’e geçtiği haberinini öğrenir öğrenmez belli ki soluğu onun yanında almış... müsaitse görüşmek istiyor. Misafirlerini geçirip Demir, Cemal Ağa’ya katılıyor. Laf uzamadan İhsan’ın senetlerine geliyor. Cemal Ağa senetleri istiyor. Demir ise, Romen alıcıyla olanları unutmuş değil... senetleri devretmeyi de düşünmüyor. Açıkça söylüyor, onun derdi İhsan’la... ve bu mesele iki kişi arasında. Bir üçüncü kişi karışmamalı olanlara. Cemal Ağa, onun geçmişin küllerini eşelediğinin farkında... Demir’in yüz ifadesi değişiyor bununla... kurnaz ağa bir şeyler biliyor ve uyarıyor gibi onu da. “Hesabını kitabını yapmış gibisin ya... her hesap tutmaz öyle...” diyor Cemal Ağa... “... bir bakarsın döner dolaşır, mat eder seni, tutuştuğun bu oyun İhsan’la.”
 
Defne’nin İskenderun’daki gecesi kötü geçiyor... İhsan’ın kızını Süheyla’nın açık gönülle kabul etmesi mümkün mü... Defne’nin üstüne üstüne gidiyor. Ona cehennem gibi bir gece yaşatıyor. Kırılgan Defne, perişan oluyor.
 
Doğan çiftliğinde sabun hazırlıkları son sürat devam ederken, Demir erkenden İskenderun’a gidiyor. Hem kardeşini çok özledi... hem de eniştesini ziyaret etmek istiyor. Mahmut Enişte’sini iyice ağırlaşmış buluyor Demir, konuşmakta bile güçlük çekiyor. Ölümün yakınlaştığını hisseden Mahmut... geçmişle gelecek arasında hesaplaşmalarıyla yaşıyor. Teyzesin elinden tutan küçük çocuk değil artık Demir... yetişti... kendini kurtardı... Süheyla ve Meleği emanet edebileceği Demir var geride, rahatça gidebilir Mahmut ‘dinleniyorlar’ dediği ölüm istirahatine.
 
Kozcuoğlu çiftliğinde ise... sarpa sarıyor işler iyice... Babasının iyi niyetle onun kariyerinin peşinden gittiğini sanışını... ona üst üste yalanlar söylemek zorunda kalışını... Asi kendine yakıştıramıyor... bunu kaldıramıyor. Babasıyla ilk defa bir şeyi paylaşmakta güçlük çekiyor. Neden söylemek bu kadar zor? Neden bir adım sonrasında olabilecekleri görmekte zorlanıyor? Saklayarak büyüttüğü yalanın altından kalkmak için çok daha ağır bedeller ödeyecek, bunu nasıl göremiyor?
 
Demir Antakya’ya dönmek üzere... Melek’de onunla geliyor. Süheyla ise isyanlarda... Demir’in Melek’i de yanında götürmesini hiç anlamıyor. ... Özledi kardeşler birbirini... Süheyla bunu neden anlamıyor?.. Üstelik Demir, canı kardeşini, yeni çiftliğinde gezdirmek... sabun merasimine denk gelen böyle bir zamanda onunla birlikte olmak istiyor. Hatırlamaz mı Süheyla o merasimi... gayet iyi hatırlıyor. Durduruyor bu sözler Demir’i... bu merasimin inceliklerini biliyor... ardından ne çıkacak onu bekliyor. Boynundan hiç çıkarmadığı altınını Melek’in avuçlarına bırakıyor Süheyla ve törende abisine vermesini istiyor. Teyzenin gözlerinde aşkı bulmuş bir kadının parıltısı yok... o zaman bu kolyeyi yıllardır boynunda neden saklıyor. Her altın kısmete yol vermiyor mu yoksa... bazıları bir ömür sürecek acılara mı sebep oluyor.
 
Hazırlıklar tamamlanmış... sabunun son aşamasına gelinmiş... davetlilere ikram edilmek üzere şerbetler kaynatılmış... taze meyveler getirilmiş... ikramlar yer sofralarına bir bir dizilmiş. Çiftliğin Ağası... her şeyin usulünce olmasına gayret göstermiş.
 
Demir’in çiftliği sabun merasiminin güzelliğini yaşıyor bugün... yörenin genç kızları kısmetleri peşine merasime geliyor bu gün... Demir’de yetiştirmiş Melek’i merasime... Ağızlar şerbetle tatlanıyor... birazdan sabun dökülecek, kışı süsleyecek bu beklentiye umutlar bağlanıyor... Melek , burada kimseleri tanımıyor, o nedenle gelenlerin arasında Defne’nin olduğunu görünce çok şaşırıyor... çok seviniyor. Duraksamadan onun yanına gidiyor. Defne’de onu gördüğüne hayret ediyor.. yanındaki Asi’ye dönüyor... “Asi... bu Melek... Demir’in kardeşi”... Kerim, Demir’e... Demir, Asi’ye... Asi, Demir’e bakıyor... Demir’in Asi’yi Melek ile tanıştırmak için resim çekip göndermesine gerek kalmıyor. Tanışma doğalca oluveriyor. Demir’in yaşamı boyu ilk defa, üzerinde böylesi etki yapan bir kız Melek ile tanışıyor. Demir bunu önemsiyor... Asi içinde önemli bu tanışma... bunun önemini Demir’den çok daha iyi hissediyor. Yakınlaştığınız birini... ailesiyle görmek... insanı bir tuhaf yapıyor. Melek abisinin bu kıza ilgisinin farkında değil, cıvıl cıvıl konuşuyor. Tören başlamak üzere, Asi uyarıyor, Melek’i abisinin yanına gönderiyor.
 
Bunlar ola dursun Kozcuoğlu Çiftlikte işler karışıyor. Cevriye’den Asi ablasının Demir’in çiftliğinde çalıştığını öğrenen Aslan, İhsan’ı ziyarete gelen Cemal Ağa’nın Asi’yi sormasıyla bildiklerini bir araya getirip... kusuyor... “Heralde İhsan Bey senetlere karşılık ilk Asi’yi verdi!!!”... Cemal Ağa... Ökkeş Efendi şokta... arkadan gelen bir haykırışla dikkatleri çiftliğin girişine kayıyor. İhsan duyduklarını hazmedebilir mi?... Senetleri Demir’de ... ya Asi... Asi’nin Demir’de oluşu... Günlerdir yokluğu... bu muydu?.. Avludan nasıl çıkıyor... iki çiftliğin arasındaki yol nasıl aşılıyor, bir allah biliyor... merasime dalıyor... Demir, Melek’i de yanına almış, set gibi bir yükseltinin üzerine çıkmış, altını atmak için hazırlık yapıyor. Asi’yi kolundan kavrayan İhsan’ın umurunda değil hiç kimse... hiç bir şey... güvenini sorguluyor...“Ben babasına bunu yapan bir kız evlat yetiştirmiş olamam!”... Demir derhal farkında olan bitenin... İhsan öğrenmiş Asi’nin onun çiftliğinde çalışıyor olduğunu... hesap soruyor. Demir dikkatleri kendi üzerine çekerek, bir hikaye anlatmaya başlıyor... Yıllar önce buraya çok yakın bir yerde elindeki altının sabuna atıldığından bahsediyor... gözleri İhsan Bey’de... kimsenin söylemesine gerek yok, biliyoruz ki seneler evvel İhsan tutuyordu o altını elinde. ... devam ediyor...
 
“Bu altın bir sembol... hatırlamanın... unutmamanın... umudun sembolü...”
 
Bu masalın ilk fısıltıları e.min’e burada mı ulaşıyor...
 
“Bu altın AsiDemir’in sembolü...”
 
4. Bölüm
Kapsamlı Fragman