Sample picture
 
İhsan giriyor görüntüye... elleri belinde... yakınıyor yüksek sesle...”Sabahın beşinde kızı aldı gitti...”... bir saat olmuş hala haber yok, bir oraya gitsin hele...
 
 
Sessiz çığlıklar sönmüş ormanda çoktan... artık atmayan bir canın üzerinde gözler... Asi hala dizlerinin üzerinde... gördüğünden bile e.min değilim aslında atını... başka bir yerde. Vücudu soğumaya başlamış onunda Orontes gibi... sabah ayazının çok ötesinde. Şuuru bulanık olmalı, yüzünde manasız, boş bir ifade... Donukluğunda bir kız at koşturuyor tarlalarda Orontesle... ayaklarının toprağa değdiği yerlerde atının kaslarının seğirmelerini hissediyor hala bedeninde... Orontes ısıtırdı onu... Neler oluyor?.. Bugün ısınamıyor?.. Yağmurlarla ıslağı taze kalmış toprak soğuğunu ve nemini geçiriyor Asi’ye... dizlerinden buz gibi bir his ulaşıyor bedenine... ters birşeyler var bu işte... ama ne?.. Asi’nin bir parçasıydı o... kesilmiş bir uzvu hissetmeye devam eder gibi... artık orada olmaması bir şey farketmiyor... hissediyor hala Asi atını o hiç ölmemişçesine... Bilincin kendini kilitlediği, inanmayı reddettiği bu anlar... hiç yazmıyor gibi Asi’de...
 
 
Demir’in omuzları düşmüş... elindeki silah neredeyse yere kaymak üzere... düşünceleri “Bu nasıl mümkün olabilir... böyle bir noktaya nasıl geldim... nasıl geldik” de. Asi’nin emanetine sahip çıkamadı... canını elleriyle aldı. O eller... o düşünce... o ata nasıl uzandı... Silah sesine yetişen çiftik çalışanlarının üzerini kapattıkları at kazınıyor Demir’e... Arif gelip alıyor elindeki tüfeği... hiç direnmiyor, bırakıveriyor Demir... Kahya’nın uyarısıyla dikkati Asi’ye dönüyor... Asi.. perişan halde ve onu bu hale getiren kendisi... olanlara inanmak zor geliyor hepimize.
 
 
Uzanıyor ve kaldırıyor onu yerden... “Gidelim... seni eve bırakayım.”... Asi hala kendinde değil... Demir’i duyuyor olmalı ama kim bilmeden... Çok tanıdık değil bu ses... mutluluğu uyarıyor hemen ardından acıyı bedeninde... ne alakası var şimdi bunların Asi’yle... çapraşık mesajlar geliyor bilincine... teferruatlı düşünmek bir yana... duymayı bile reddediyor onları nedense!.. Bir başka sesleniş ulaşıyor bu arada Asi’ye... “Asi... kızım?”... bu sesi tanıyor işte... “Baba!”... uzun zamandan beri tanıyor... içgüdüleriyle sığınıyor bu sesin yükseldiği göğse... Biraz sıcaklık mı geliyor... ama yine de kendini çok halsiz hissediyor... hiç itiraz etmiyor babası omuzlarını kollarını dolayıp uzaklaştırmaya çalışırken onu... ne işi vardı ki burada?.. Başının istemsizce geride kaldığı... gözlerini alamadığı o yükselti de ne?
 
 
Belli ki Asi şok geçiriyor... İhsan’sa onu yalnız başına ayakta bırakıp Demir’e dönüyor... söyleyecekleri bekleyemez... şimdi söylenmeli... Demir’e söylenmeli... Suçluluk duygusu zaten yiyip bitiriyor, kendine güvenen adam terketmiş gibi Demir’i. Daha İhsan bir şey söyleyemeden Demir konuşmaya başlıyor... “Ben de istemezdim böyle olmasını... inanın çok üzgünüm.” Gözgöze gelemez bu adamla... kendi kendine bile katlanamazken şu an... ne diyebilir ki başka? İhsan biliyor, “İstiyordu Demir”... daha fazlasını istiyordu hatta... kim O’na ne demişse İstanbul’da... biriktirip bütün kinini gelip kapılarına dayandı... O at Kozcuoğluların parçasıydı. Demir çene kasları geriliyor iyice, bunun hatırlatılmasıyla... aile kavramı onun için imrenilecek bir olgu... Hiç tatmamış denemez belki ama böylesini değil ana-babasızlıkta. İhsan durmuyor devam ediyor onu suçlamaya... Onu kendinin yapmak yetmedi.. canını da aldı. Yaptıkları yetti mi... yoksa devam edecek mi?.. Bunu isteyerek yapmadı Demir... İhsan bunu anlayabilir... belli de edebilir belki bir an için onun pişmanlığını anladığını da bakışlarında... fakat değişmiyor sonuç... giden can gitti... onları bu noktaya getiren süreç Demir’in eseri.
 
 
Arif farkediyor ki Asi durduğu yerde sallanıyor... Şok, Asi’de, etkisini iyice gösteriyor ... Asi neredeyse bayılmak üzere... onun uyarısıyla Demir ve İhsan Asi’ye bakıyor... Kızına doğru hamle yapan Demir’i İhsan durduruyor. Önemsemeden Demir’in dokunulmak isteyip istemediğini... babanın azametli eli, kızına zarar veren bu adama mani oluyor. Gerçi göğsüne dayanan elden çok... bu babanın sözleri Demir’in yolunu kesiyor... “Sen karışma!” Yüreği yanıyor Demir’in... bu kızın üzerinde hiç bir hakkı yok... ona yardım bile edemiyor. Babasının kucağına yığılan Asi’yi, Demir seyretmek zorunda kalıyor... Bir kütüğün üzerine doğru çekilen Asi... ara ara sayıklıyor... “Baba”... Babadan medet umuyor bu kız en zor anında... Demir yok dudaklarında... nasıl olsun... olamaz... kaçıyor yaşatandan bunu ona. “Geçecek bunlar... bitecek bu acılar....” diyor baba... İhsan haklı herşeyin geçer olmasında diye düşünüyorum bir anlığına... sonra farkediyorum ki bir tek Asi-Demir istisna olacak buna, e.min’in hayatında... Gerçekte de bitmez hiç bir şey... asla bitmez ve kabulleniriz artık ona müdahale edebilecek durumda olmadığımızı... zaman bazen kabullenmeyi... bazen özleyerek yaşamayı öğretiyor insana.
 
 
Arif’in yetiştirdiği arabaya bindirilen Asi’yi seyrediyor Demir. Kimse yok onu orada tutacak artık... baba elleri yok göğsünden mıhlayıp ‘karışma’ diyecek... ama Demir kök salıyor gibi o ana. Asi’yi öylece seyretmek... istemiyor. Bu anda olmak... istemiyor. Yağmur çiselemeye başlıyor... böyle yağmasına alışık değil yağmurun... o Asi’yi sırılsıklam eden yağmurları seviyor. Hiç şaşmıyor... Asi gibi, yağmur da bugün kendini Demir’den esirgiyor... Demir hala can alan çitlerinin yanında... Asi yok... ama Asi parçasını kendi gözleriyle toprağa gömüyor... Orontes’i uzaklaştıran eller, Demir’i aşıp Asi’ye de uzanıyor, uzun bir müddet bakışlarında görüntüler birbirine karışıyor... Silahından çıkan kurşun Asi’yi bulmuşçasına... Demir’e yaşam pompalayan kaynak kurumuşçasına, ona gözlerinin değdiği ilk andan beri aralarında gidip gelen enerjiyi hissetmiyor... O da üşüyor artık... Asi’sizlik üşütüyor... tanımadığını farkettiği, içinde yaşadığı bu adam üşütüyor Demir’i.
 
 
Asi’yi, çiftliklerine getiriyor İhsan. Neriman’ın ortalığı velveleye veren bağırtıları arasında odasına çıkartıyor Defne kardeşini... Aslan... çiftliğin delikanlısı... sindiremiyor bütün bu olanları... daha ne kadar pısıp kalacaklar böyle yabandan gelmiş Demir’in onlara ettiklerine... Cebinde bıçağı hazır... düşüyor düşüncesizce Demir’in peşine... zor durduruyorlar onu. Aslında bir sözüyle Demir’in üzerine gönüllü salabileceği bu çocuğu... İhsan ikna etmeye çalışıyor, çözüm değil bu.
 
 
Demir koparıyor sonunda kendini yerinden... ölgün adımlarla buluyor evin yolunu... Silah sesi, adamların telaşı... duyulmuş olmalı çiftlikten. Süheyla, Melek, Kerim bekliyorlar onu kapıda... Demir’in kimseyi görecek gözü yok... ve yaşananları geri getiremeyeceğini bilecek kadar aklı başında. Ama mani olamıyor beynindeki bu ağrıya... sanki her bir nabız atışında daha ağır tartıyor gibi başı... bir taraftan destek olurken, bir taraftan da ovuyor alnını. Fakat fayda etmiyor... kapalı göz kapaklarının ardında, her an biraz daha artıyor gibi başının ağırlığı. Süheyla açıklıyor merak eden Kerim ile Melek’e durumu. Yan çiftlikten gelen at kazaya uğramış... vurmak zorunda kalmışlar... Demir’in gözleri açılıyor bu söze... bakıyor Orontes’in son titremelerine... ellerinin dokunduğu alın dokusu yer değiştiriyor tüfeğin metal tetiğiyle. Nasıl... nasıl yaptı bunu... nasıl başa çıkacak bununla. İnanası gelmiyor kimsenin... nasıl yani... Asi’nin atını mı?.. O atı neden aldı Demir... neden buraya getiridi... neden vuruldu? Hiç ihtiyacı yok bu sorularla boğuşmaya Demir’in... zaten binlerce kere kendi kendine sordu. Yine de bir açıklama yapılmalı... Süheyla üstleniyor bunu... Demir, Kozcuoğlularına fazla iyi niyetli davrandı... olacakları geciktirmek istedi... ama yanlış hesap çilerden döndü... Böyle mi gerçekten... olan bu mu? Demir dayanamıyor artık... fırlıyor yerinden... sehpadaki dergiler de onunla beraber...
 
 
Suçluluk yiyip bitiriyor Demir’i... evet... o kabahatli... Göğsünü işaret eden eli becerebilse cezalandıracak Demir’i... gaflete düştü... nefretini unuttu... suçlu. Onun yüzünden... onun hatası yüzünden bir güzel can kurban edildi... bir at vurdu. Dilinden dökülen sözcükler... kin diyor... düşmanlık diyor... sonsuzluk diyor ... söylerken bile bu sözcükler ne kadar acımasız geliyor. Bu sabah olanlarda acımasızlıktı... bilmez mi... teammüden değildi ama onun kararlarıydı, suçluluk duygusunun ardında saklı olan bu. İhsan haklıydı... bunu o istedi. Gözlerinde intikam ateşi, Kozcuoğllularına geçmişin haksızlıklarının bedelini ödetmek istedi. Geçmişte annelerini ellerinden alan çaresizlik bu kez Demir’de... artık müdahale edemediği geçmişini onların bu gününe yükleyip duran teyzenin Demir’e bıraktığı bu çaresizlik bir silah tutuşturdu Demir’in ellerine... Asi’nin canı kadar sevdiği atı öldürdü bu sabah... iyiliğin güzelliğin üzerine doğmayan bir gün var bugün Demir’de... Ya yarının çaresizlikleri... onları kim bilebilir... belkide geçmişten gelen boğulmuşlukları onları dibe çekecek... yok edecek, böyle böyle.
 
 
Demir yaşadıklarının, yaşattıklarının acımasızlığı, çirkinliğiyle daha fazla yüz yüze kalamıyor... terasa çıkıyor. Süheyla takip ediyor Demir’i.... bu işin peşini bırakmamaya kararlı... onlar Demir’in annesini iki çocukla ortada bırakmadı mı... hayatının gencecik çağında onu ölüme yollamadılar mı... annesinin canını almadılar mı? Sanki sorar gibi Demir’e... sen atlarının canını almışsın çok mu?.. Bu kadar yeter... can almaya gelmedi Demir... dize getirmeye geldi Kozcuoğlularını... başardı da bunu, bir Kozcuoğluna diz çöktürdü bu gün Demir. Kafi değil bu Süheyla için... hala bedel ödetme peşinde... uyarıyor Demir’i... “Atacağı adımları dikkatli düşünmelisin... yanlış yolda gidiyorsun?” Mahmut’un ölümüyle nasıl korkusuz bir özgürlüğü bulmuşsa intikam... sevgilerini atmış çok gerilere... o bedeli Demir’de ödüyor, Süheyla farketmiyor bile... her adımlarında peşin peşin hemde. Onu anlamaya, ağzından çıkan sözleri kulakları duymaya çalışırken, gözlerinin gördüğü bu acımasız kadın gerçekten teyzesi mi?
 
 
Demir’de apaçık izleyebildiğimiz bu çalkantılar... Asi’de içten içe yaşanıyorlar. Kıvrılmış, ana rahminde bir bebek gibi kendine... açarsa ruhunu, kalbini sevgiye, tekrar zarar görecekmiş gibi bir savunma bedeninde. Orontes’in anıları var etrafında... Orontes’i bir anı yapan Demir var aklında. Onu asla affetmeyecek... ona bu kadar acı veriyor oluşunu asla anlamayacak. Şu anda düşünmek istemiyor Demir’i... kızgın mı değil mi... anlıyor mu onu. İçten içe biliyor... Demir isteyerek yapmadı bunu... acısında bile, şüpheyle bakılması gereken bu güven, nasıl bir duygu. Ama aklı yarım Demir’de... düşünmek istemiyor zaten onu... Şu an birlikte olmak istediği... geri almak istediği Orontes sadece. Dostunu geri istiyor... çocukluğunu geri istiyor... Demir bunları ona nasıl geri verecek? Kaybedilmişlerinde, güzelliklerini canlı tutabilmek ne kadar güç. Sadece acıları deği sevgilerde artık geride kaldıklarında bitmez ... zaman hiç farketmez... bunu hissetmek şu anki acısında Asi’nin elinde mi? Değil... ama görebilir belki... yavaşça yatağa bırakılıyor bir resim çerçevesi... çocukluğu... sevgisi.
 
 
Defne bulup getiriyor Orontes’i Asi için geçmişten... Orontes yok artık ama Asi onu kaybetmedi... yönlendiriyor kardeşinin sevgisini... ‘Bak’... Orontes orada... Asi’de... geçmişinde... ne olursa olsun... kim ne yaparsa yapsın... hiç ama hiç kimse alamaz onu Asi’den. O kadar güzel ki... o kadar kıskanılası bir şey ki... korkmadan bakabilmeli ona Asi. Orontes’in Asi’deki güzel izi, hep kalacak onda. Bir kişneme... onu delice geçmişe fırlattığında... dizlerinin bağı çözülecek onun özlemiyle. Derin derin sızlayan yüreğinde... akabilen... yada akıtmayı başaramadığı yaşlarda onu özleyecek... ama sevgisi her dem taptaze Asi’de. Sevgi böyle bir şey... anlaşılmaz bir şey işte. Acılarımız bile sinebiliyor ama sevgi sinmiyor... asi herşeye... bırakamıyoruz geride... büyüyor içimizde.
 
 
Cemal Ağa’nın öfkesi büyük Demir’e... ne garezmiş bu böyle... bir türlü de anlamıyor İhsan’ın neden bırakmadığını Aslan’ı... bıraksalardı da çökseydi Aslan Demir’e. İhsan’ın büyük bir husumete dönmesini istemediği bu sorunla uğraşacak sonrasında kendi ama torunu soruyor şu an için bu dede.
 
 
Cemal Ağa’nın odaya gelişiyle bölünüyor konuşmaları... Dede gönderiyor Defneyi dışarı... Dikkatini çekiyor, yatağın üzerindeki resim... Eline alıp çerçeveyi, ondan beklemediğim bir garip duygusallıkla yaklaşıyor bu ata... “Bulunmaz bir attı senin ki”. Bu yeri doldurulmaz dosta ağlamadı daha Asi... Bırakmalı onun için gözünün yaşını. O yaşlar bizim en güzel hislerimize tercümandır... ağlamalı Asi... ağlamalı... çocukluk arkadışını verdi toprağa... bu topraklarda esen rüzgarını verdi... bu onun son acısı olmayacak ama ağlamalı yine de... haksızlıklara karşı bazen ağlanır... ama bu acıyı söküp atsın diye... doya doya kana kana ağlanır... gözyaşlarımız gideni uğurlamak içindir.
 
 
Kana kana... doya doya ağlıyor Asi.
 
 
Demir yalnız başına... terasa kaçmak yetmedi olanlardan... evden de uzaklaşmış... bir kütüğün üzerinde ellerinde yine çerçöp... paralayıp paralayıp yerlere fırlatmaka. Kerim geliyor arkadaşının yanına, elinde bir kupa kahve, Demir’in boğazından geçmedi bir yudum bile, farkında. Ama Demir ilgisiz Kerim’in getirdiği sıcaklığa... biliyor ki Asi ısınamıyor şu anda... buz gibi şu anda... ona yetemezken... ona ulaşamazken, hiç bir dünya nimeti... hiç bir sıcaklık... hiç bir yudum fayda etmez ona. Takılmıyormuş gibi sanki hiç bunlara, Kerim ofise giderken, dosyalarını vereceğini söylüyor ona. Kerim’in şaşkınlığı yüzünden okunuyor... yetmiyor, söyleniyor...”Ne dosyası... ne işi ya allah aşkına... neden hiç bir şey olmamış gibi davranıyorsun Demir?” Zaten buraya geldiklerinden beri geçmişte yaşıyor... neyle, kiminle çekişip duruyor... Tam Kerim’den beklenecek sözleri beni bile gülümsetiyor. O da gülüyor, bir taraftanda soruyor... Geçmişten ona ne... daha çok genç... şimdi yaşamazsa ne zaman yaşayacak Demir?.. Keşke onu üzen şeyi anlatabilseydi Kerim’e... fakat anlatmak çok zor Demir için. Yıllarca kaçtı, görmezden geldi, hesaplaşamadı... oysa öfke içinde bilenmiş... sanki bir kafesin içindeymişçesine... dolaşıyor Demir’in gözleri çevresinde... artık kaçacak yeri de kalmadı Demir’in. Kerim basitce hatırlatıyor... o kafeste yalnız değil Demir... başkalarıda onunla birlikte... herkesi... hele Asi’yi üzdüğünün farkında mı peki... ondan ne istiyor, onun suçu ne? Şimşek hızıyla dönüyor bakışları Kerim’e... Taş mı Demir?... Hiç üzülmüyor mu sanıyor?... İstesede taş yürekli olamaz Demir... üzüntüsünü kendi içinde yaşar... belli etmez sadece. Düşüncelerinin Asi’ye kaydığı o anda, dikkati dağılıyor Kerim’in söyledikleriyle... Arkadaşı şehre taşınacağını bildiriyor, sorularıyla onu üzmemiş olur böylece. Demir, çocukluk dostunu da kırdığını farkediyor, “Kusura bakma” demesi, ona ihtiyacı olduğunu söylemesi yeter mi Kerim’e.
 
 
-Demir Doğan... sizinle hesap görmeye geldim...
 
 
İrkiliyoruz bu sesle... Demir ve Kerim’de... Görüyoruz ki bu gün hesap soran sorana... Cemal Ağa’nın muhatabı Süheyla, sıcağı sıcağına bu işin adını koymak için gelmiş ona. Demir genç bilemeyebilir daha buranın örflerini adetlerini ama Süheyla çok iyi farkında ki, at dedikleri şey ailenin bir parçasıdır... o da bir candır. Aralarında bir dava başladıysa şimdi sıra Kozcuoğularına geçti demektir... korkma sırası Demir’dedir. Herşey bir can almakla başlar... onu’da başlattı Demir. Demir temkinli bir şekilde dinliyor Cemal Ağa’yı... bu yaşlı adamın ağzından çıkanlar Süheyla’yı yerinden fırlatırken... Demir itiraz ediyor net bir şeklide olan bitenin izzahına. Cemal Ağa yanılıyor, onun anladığı gibi olmadı hiç bir şey... Demir cinayet işlemedi... Asi’nin atı bilerek ve isteyerek değil, acı çekmesin diye öldürüldü... onlar bu olanı fırsat bileceklerse hiç durmasınlar... Demir orada. Cemal Ağa’nın yüzü düşüyor Demir’in sözleriyle... İhsan’ı kızıştıramadı düşmanlığa, belli ki bu genç adamında çekmek istediği bir yer yok İhsanı... bir kaza olarak ele alıyor olayı. O’da İhsan gibi düşünüyor... bu işi aileler arasında büyük bir husumete döndürmek istemiyor. Ama Cemal Ağa’yı kim tutar... söylene söylene orayı terkediyor... “Can alanın canı alınır... can alanın canı alınır”... Demir’in canını almaktan söz ediyor Ağa... bir bu eksikti... o da geliyor Demir’in başına. Süheyla ise yelkenleri indiriyor gibi suya... Cemal Ağa’nın peşinden çıkıp terasa, durduruyor onu... Bu bir yanlış anlaşılma... rica ediyor, hemen karar vermemeli Cemal Ağa... halledilemeyecek bir şey yok ortada. Cemal Ağa bir kez daha dört ayak üzerine düşüyor... enerji yatırımı bir kez daha gündeme geliyor.
 
 
Defne’yle Kerim buluşuyorlar bu arada şehirde... paylaşıyorlar kardeşlerinin sorunlarını... onlar için çok üzülüyor her ikiside... “Asi’nin ağzını bıçak açmıyor... çiftlikte nereye baksa atını görüyor”... Demir’in durumuda hiç farklı değil Asi’den.. Üstelik bütün bunlarla uğraşırken Kerim ile Defne arka plana itiliyor... birbirlerini unutuyor...
 
 
Demir şehre gelmiş... dar sokaklardan birinden giriyor görüntüye, elleri sıkı sıkı ceplerinde... geçmeye çalıştığı kemerin altına geldiğinde eğiyor başını... başıyla kemer arasında onca mesafe varken bile reflekssel aldığı tedbir düşündürüyor beni, başını eğdiği anda durduruyorum Demir’i. Bu tipik elleri cebinde Demir figüründe, neler gizli... Alışılmışlıkla, belki daha evvelki vurulmuşluklarla yerleşiyor bu tip önlemler bize diye düşünüyorum... Demir’de her zaman atik bu tip tehlikelere... duyarlı uyaranlara. Peki neden intikamında ve aşkında doğruları göremiyor, o keskin öngörüsü çalışmıyor. Refleks geliştirecek deneyimleri yok çünkü gerisinde, o görülüyor... Kerim’in söyledikleri aklıma geliyor... hiç aşık olmadı Demir... bilmiyor... hiç intikam ateşiyle de yanmadı, Demir... onu da ilk defa tadıyor. E.min’in bunu Demir’e söyleme şansı yok, kendi kendine konuşuyor. İntikam yeminleri etmesi gereken onca şey olacak ileride... hatta kızacağım, kızacağız bütün bunların peşine düşmeyişine, karşılık vermeyişine... elinden gidişini seyretmesine... ama bir daha asla kol gezmesine müsade etmeyecek bu duygunun kendinde. Öyle bir ders alıyor ki bu yaşanmışlıktan Demir... çok derininde. İntikam onun önüne her rast geldiğinde, eğecek başını böylece... İntikamın tecrubeyle öğrenilmişliğiymiş meğer o ‘bırak gitsin’ler Demir’de. Bunu farkedebilmek hoşuma gidiyor bu günümde. İyiki de kin gütmemiş diyorum... iyiki de düşmemiş peşlerine... insancıl yapısına uymayan intikamı tek bir kere yaşamak yetmiş Demir’e.
 
 
Yolunu uzatıp şöyle bir... şehrin içinden geçiyor... yanlışlıklarda yalnız olmadığını bilmeye... başka yaşanmışlıkları... duymaya mı ihtiyaç hissediyor... sıkı sıkı onu saran yüksek duvarların fısıltılarını dinliyor... o fısıltılar ‘Demir, herkes hata yapabilir’ mi diyor... Sonunda ofise geliyor... kendini işe verecek... başka çare yok. Dayanamayıp Defne ile buluştuğunu bildiği Kerim’e soruyor... “Asi nasılmış?”... Kerim’den cevap geliyor...“Nasıl olabilir sence?” Gözlerinde aşk yok... gözlerinde tutku yok... donuk yüz ifadesinin içinde...alabildiğine endişe... Asi hala sabahki perişan haliyle onun gözleri önünde... Hiç mi toparlayamadı kendini?.. Annesi babası, kardeşleri ilgileniyor mu onunla yeterince?.. Şimdi yanında olsaydı... bir olabilseydi... Ne?.. ‘Seni aptal’ diyor kendi kendine... ne yapabilirdin ki... onunla ilgili nasıl kaçak oynuyorsun düşüncelerinde bile... Hadi itiraf et... Hadi söyle... seviyorum de... Ses yok Demir’de. Bu kadar zor mu... telaffuz etmek ‘sevgi’yi... insan belki kendi kendine antenman yapmalı bu sözcükle... yüreği altüst eden sevgi neden kendi sesimizde bu kadar yabancı, bu kadar ürkütücü bize.
 
 
Kardeşleri ilgileniyorlar gerçektende Asi’yle... Defne, Gonca onunla birlikte... Asi hala Orontes’i kaybedişinde... Yiyemiyor, içemiyor... yüzü hiç gülmüyor... söylenenleri duyamıyor... Gonca’nın onu sofraya indirme çabalarının içinde bir tek ‘Demir sanki bilerek mi yaptı’ sözlerine tepki veriyor... Onun yeri hala nasıl farklı Asi’de... bunu istemiyor. Atının ölümü Demir’in elinden oldu... ama ona kızmak bile kızamıyor. Yüreği izin vermiyor. Bir hata var olanlarda... onu anlamaya çalışıyor. Dudaklarından dökülen ‘ceza’ sözcüğü onunda kendini bir şekilde suçlu gördüğünü söylüyor... Kendini içten içe neyle suçluyor? Demir’e duyduğu hisler mi hata... Ne hissi?.. Ne hatası?.. Yüreği şahit... onu gördüğü yerde kalbi yerinden fırlıyor... onu seviyor işte... onu seviyor. Hata bu olmalı... böyle acımasız birini sevebilmesi... baksana bu topraklara ayak bastığından beri yaptıklarına... acımasızca... bunun için cezalandırılıyor. Nasıl olabiliyor da, onun söylediğini yaptığında... gözlerinin ardına baktığında... bu acıtmaların arasından çekip çıkarabildiklerinde Demir Asi için dünyayı durduyor. Bu adama... sevdiğine, can almayı yakıştıramıyor, kabullenemiyor. Çok yorulduğunu, artık hiç gücü kalmadığını biliyor... Herşey kendiliğinden düzelsin istiyor. Olmaz mı?... Olmaz... çünkü dünyada işler böyle yürümüyor... onun adı boşuna mı Asi... pes etmediği, kendini bırakmadığı için Asi o... her şeye kader mi diyecek? O, Asi’yken... sevdiği Demir’ken... asla diyemez... demeyecek.
 
 
Geç vakitlere kadar çaılışmış Demir... eve dönüyor... Ne iş fayda etmiş... ne bu saatlere kadar çalışma... Asi hala onda... gitmiyor. Uzaklaşabilmek için arabasını hızlandırdıkça hızlandırıyor ama nafile... Asi kafasında... Orontes çiftlik yolunda onunla birlikte hızlanıyor. Asi’nin içinden geçenleri, kendi için düşündüklerini... Orontes’in yokluğunu hissedişini... herşeyi adı gibi biliyor. Tıpkı kendi hayalinde canlandırdığı gibi Asi’de Orontes’i dörtnala koşarken görmeye devam ediyor... tek bir farkla... Demir onun çitlerine takılışına da her seferinde şahitlik ediyor... Silahın sesini duymaya... fişeğin yanık barut kokusu burnunu doldurmaya... Asi’nin dizlerinin üzerine çöküşünü yanı başında görmeye... tekrar tekrar o geceyi yaşanmaya, devam ediyor. Durmalı Demir... durdurmalı kendini... bu pişmanlıklar... bu hatırlamalar hiç bir şeyi değiştirmeyecek.. Asi’yi görmek zorunda... onunla konuşmak zorunda... yarın ilk işi bunu yapacak.
 
 
Hayat devam ediyor... gün doğuyor... kahvaltıda günün sohbetleri gırla... tarlada traktör erkenden toprakları sürmeye başlıyor. Bir olmayan Orontes... Asi kendini bu topraklarda yalnız hissediyor... onun isteksiz adımlarında... eğik başında... bu o kadar belli ki... içimizi burkuyor. Demir’de kendi çiftliğinden çıkıyor... onun olduğu karelerde yağmur yağıyor gene... yoksa bir bulut sürekli onun üstünde, toprağa yağmur mu taşıyor. Gideceği yeri biliyor... Asi’yi eliyle koymuş gibi buluyor...
 
 
Sesleniyor... “Asi!..”... Asi’nin başı bir anlığına ona dönüyor, göz göze gelmek için hiç bir gayret sarfetmiyor, bakışları tekrar eskiye kayıyor... Demir orada ama Asi umursamıyor gibi görünüyor... bu genç adamsa onu teselli edecek tek bir söz bile bulamıyor. Bu suskun Asi onun Asi’si değil... Asi neden susuyor? Neden ona bağırıp çağırmıyor?... Kalkıp yerinden ona bağırıp çağırsın istiyor... Bu hırçınlıkta elleri onu hesap soran dokunuşlarda bulsun istiyor. Vursun, hırpalasın, kollarından tutup sarssın... içinden gelen herşeyi Demir’e akıtsın istiyor. Bu sakinlik... Asi’ye yakışmıyor. Hiç böyle görmedi onu... Asi böyle biri değil... Asi’nin yüzünde bir inanmaz ifade bu söze... soruyor... “Nasıl bir Asi görmek istiyorsun?”... En nihayet... en nihayet Demir ondan bir tepki alabiliyor. Hiç tereddüt etmiyor içindeki Asi’yi ona söylemekten... Fırtına gibi esen, herşeyi önüne katıp sürükleyen Asi’yi istiyor o, ama Orontes öldüğünden beri Asi’nin içinden sadece susmak geliyor. Hep özgüvenli... her burnu havada Asi... ona gerçekte hiç bir şeyin kendi insiyatifinde olmadığını gösteren bu olayla... bu adamla afallamış durumda... Kanatları olmayan bir kartalmış o aslında... İçinde hep bir korkuyla avcıları kollayıp duran bir kartal... Böyle mi hissediyordu, Demir’le mücadelesinde ki her adımında Asi... onun karşısına dikilip her hesap soruşu, eninde sonunda avcının kazanacağını bile bile yapılan bir savaş... bir korku muydu sahiden... Kalkıp yerinden, yine karşısına dikiliyor Demir’in... yenilgisinde bile savaşçı onuru... gözlerinin içine bakarak söylüyor...
 
 
-Artık sen kazandın
 
 
Yanılıyor Asi... Kanatları olmasada O bir kartal... asi bakışları bir kartalın yüreğini yansıtmaya devam ediyor.
 
 
Hiç bir zaman avcı olmadığını düşünsede... Yanılıyor Demir... Asi’nin çocukluk arkadaşını, ona ait en değerli varlığı Asi’den aldı... Sadece elinden almakla kalmadı... şımarık bir çocuk gibi, alıp parçalayıp yok etti.
 
 
Demir, susmasın istiyordu Asi... şimdi ondan gelen sözleri... bölüyor ikiye Demir’i... Boş konuşmaz Asi... Demir biliyor ki, her söylediği bu kızın yüreğindeki... Onun ısındığı yeleleri gömdü toprağa dün sabah Demir... Asi... Asi’sinin yüreği şimdi ısınamıyor bir türlü... buz gibi.
 
 
Ama ona seslenişi... “Demir” deyişi... yakıyor Demir’de değdiği yerleri... suçluluklara düşmüş gözleri kalamıyor yerde daha fazla, çevriliyor Asi’ye... ne söyleyecek ona... dudaklarından ismini böylesi yakarcasına döktüren ne... “Senin derdin bizimle” ... öyleydi... sadece öyleydi geçmişte... bütün derdi artık Asi, Demir’in... yüreğinde filizlendiğini kabul ettiği bu asice sevgiyle... Asi’de daha farklı değil bu kabullenişte... sözleri kırarken, incitirken Demir’i... gözleri tamir ediyor, yaralarını sarıyor, dolaşıyor Demir’in dudaklarında, gözlerinde... ‘rağmen’ sevmek neymiş görüyorum onun gözleri ayrılamazken Demir’den... İkilemler içindeki yüreğini sergiliyor... Topraklarını ellerinden aldı Demir... ama kendisini bıraktı bu asi topraklara... Toprağı anlamak bir insanı anlamaktı birazda... anlamadı Demir... Suyu anlamaksa Demir’i anlamaktı biraz... sürekli ona yağıp duran, topraklarını seller bastıran bu adamı, Demir’i anlamakta zorlandı Asi’de... Canlarını yakmaya çalışıyor Demir... hiç bitmeyecek gibi davası... ama Asi onun gibi olamaz, insanların ellerini kollarını bağlayıp onları seyredemez... Demir’de böyle değil aslında... onunla yaşanmışlıklarına bakarak bunları söylüyor Asi ama bu büyük bir yanılsama. Şimdi istediği oldu işte Demir’in... Asi’yi bir taraftandan sevgisiyle... diğer taraftan acımasızlığıyla bağlayıp... çaresizliği tattırdı... Bu yalan mı?
 
 
Onu bu halde görmeye dayanamıyor Demir... onun hemen uzaklaşmasına dayanamıyor... uzaklaşmadan o sesleniyor...”Asi”... bir kez daha Asi’nin topraklarını sular basıyor... dönüp bakamıyor... sadece suyun akıl almaz uğultusunu duyuyor... “Biraz bekle... böyle gitme, üzülüyorum”... Nasıl böyle söyler... evet, onun da üzüldüğünü biliyor ama o kazandı... amacına ulaşan o iken, nasıl böyle kaybetmiş gibi durabiliyor... Asi yenildi... Demir artık mutlu olmalı... bunu bilmiyor gibi görünüyor... Asi’den duymaya mı ihtiyaç duyuyor?
 
 
Şehir hareketleniyor bütün bunlar yaşanırken...
 
Almanya’dan bir akraba geliyor bu arada Cemal Ağa’ya... Adı Kenan... Babası Ankara’da iş takibinde olduğundan Neriman’a düşüyor konağa gidip bu misafirle ilgilenmek... onu ilk etapta ağırlamak. Diğer taraftan Süheyla’nın soracakları var... İhsan’la müzede buluşuyor... Demir’in açtığı sorunlar önceden kararlaştırılmış bu buluşmayı engelleyemiyor. İntikamına sıkı sıkı sarılan Süheyla... oğlunu bulmak için İhsan ile buluşmakta hiç bir sakınca görmüyor. Konuşmaları sadece bugünle... sadece öldü denen bebeğiyle sınırlı kalabilir mi... kalmıyor. Sorgulamakta hiç sakınca görmüyor Süheyla... Haksızca onları kapıdışarı ettiler, ablasının ölümüne sebep oldular... bu mu Kozcuoğlu adaleti... bu mu bir zamanlar sevdiği adam.
 
 
Asi’siz Demir’in çiftliğinde ise sorunlar başgösteriyor... Arif’in endişelenip ağırlık gördüğü koyunları izleyişiyle bir salgının çiftliklerine sıçradığı hissi gittikçe kuvvetleniyor. Bilir ki salgın çok hızla yayılır... iş işten geçmeden önlem almazlarsa can pazarı olur orası... Tam da Asi’yle yaptığı konuşmadan dönen Demir’i yakalıyor yolda kahya... İzni olursa Asi Hanım’ı çağırmak istiyor... en yakınlarında o, şu anda onlara. Gidip rica edebilir Arif... mecbur hissettirmemeli ama... Demir eklemeden duramıyor...”Gelmek istemezse de üsteleme” ... bunları söylerken de tereddütleri var hala... Asi’yle biraz evvelki konuşması... onu ikna etmek için hiç şansları olmadığını söylüyor Demir’e... hatta yürüyüp giderken geri dönüyor bir anlığına... “Boş ver” demeye kahyaya... ama vazgeçiyor... belki ondan daha başarılı olabilir Asi’yle konuşmakta Arif Kahya.
 
 
Asi çiftliğe geri dönüyor... dönerken de gözlerinde Demir’in... ardında ise elindeki yontulmuş dalın, bıraktığı izler görülüyor. Demir’le konuşmaları kafasında dönüp dönüp duruyor... Gözyaşları dinmiş, ama içindeki fısıltılar bir türlü susmuyor. Bir insanı anlamak nasıl bu kadar güç olabilir... Ne kadar çelişkili davranıyor. Onun tutarsızlıkları... sürekli Asi’nin canını acıtıyor. Bir yaptıklarından pişman gibi... bir gözleri öfkeyle ışıldıyor... Bir onu tutup öpecek gibi... bir iteleyip öteliyor. İçindeki Demir’de... atının canını alan Demir’den daha farklı davranmıyor... şımarık bir çocuğun hırçın sahip oluşları var onda da... bu hasas duyguyla oyuncağıyla nasıl oynayacağını bilemeyen bir çocuk gibi horca oynuyor. Asi onunla artık çok daha dikkatli olması gerektiğin biliyor. Demir’in ona gelişi... fırtına gibiydi... esti, gürledi, savurdu Asi’yi... Asi’de aslında ne yapacağını bilemedi... alışık mücadele etmeye... bu hayatındaki en güzel mücadeleydi... Demir değerdi... Tereddütsüz uzandı ona... yeni olması, bilinmedik olması... mani olamadı ona delice uzanma arzusuna... Gönüllü savruldu bu aşka, ellerinin yanması vız geldi ona... ama yüreği yanıyor bu gün... onun koyduğu kurallara uyamaz artık, onun oyunlarına daha fazla katılamaz... bir ‘dur’ demeli... bir karar vermeli, asi yüreği.. geri çekimeli... Demir’den vazgeçmeli.
 
 
Asi çiftliklerinde... kendi kadar inatçı keçileriyle birlikte... Melek geliyor Kozcuoğlularına... ne faydası olur sözlerin bu noktadan sonra bilmiyor ama Asi’yle üzüntüsünü paylaşmaya... Defne’yi buluyor önce... korkuyor... ya Asi ona kızarsa... ama içi de rahat etmedi... o yüzden kalkıp geldi. Paylaşıyor üzüntüsün sarılarak Asi’ye tek koluyla... Defne konuyu Orontes’den uzaklaştırma çabasıyla araya giriyor... Bugün Sevinç’in doğum günü, hep beraber olacaklar bu gece... hem Ceylan’ında konseri var aynı yerde. Melek de davet ediliyor... ne güzel olur hepsi bir arada olsa. Asi’nin doğum gününe falan gidecek hali yok... ısrat etmek boşuna.
 
 
Arif Kahya geliyor yanlarına... Asi Hanım bir bakıverse ona... hayvanların içinde olduğu tehlikeyi anlatıyor bir çırpıda. Gerçi, gereken yerlere haber verecek Asi ama gelmesi imkansız artık o çiftliğe... zaten salgın hastalıksa sizin sorununuz olmaktan çıkar diyor... çoktan bitirmiş kafasında...
 
 
Arif dönüyor yeniden ağıla... ama belli ki bu işin altından kalkamayacaklar... güzelim hayvanlar telef olacak... Asi Hanım gereken yerlere haber edecekti... ondan da bir ses çıkmadı... derken... Asi görünüyor ağılın camında... Fırtına gibi esiyor yine... kararlı adımları herşeyi katıp götürüyor önüne... Tarım ve Köy işleriyle konuşmuş, sağlık personeli gönderecekler buraya. Bir taraftanda göz atıyor hayvanlara... kesin enfeksiyon var... Patronuna söylemeli Arif Kahya... ilaçlar derhal temin edilmeli... umurunda değil patronun bu fikre katılıp katılmaması... Asi’nin söylediklerini yapmalı. Demir’i bir kaşık suda boğabilecek ruh halinde olsa da... suçu yok bu hayvanların... yapmalı Asi yapabileceği bir şey varsa. Nitekim yetişiyor sağlık görevlileri... Asi ilk müdahaleyi yapmış... hastalıklı hayvanları ayırmış... salgının yayılmaması için önlemleri almış. Sağlık görevlilerinin gelişiyle hayvanların ilaçlanması başlamış... ama yoruldu hepsi... hele Asi... ama vakit yok durup dinlenmeye... Asi rahat edebilir, ancak düzenli ilaç vermeye başladıklarında hayvanların hepsine.
 
 
Gece çöküyor yavaş yavaş güne... kızlar toplaşıp doğum gününü kutlamak için iniyor şehre.. Melek’de onlarla Kerim’de... Neriman ve İhsan’da dönüyorlar çiftliklerine... Demir’de merak etmiş Arif Kahya’nın ne yaptığını... iş dönüşü yine ağıl yolunda olan bitenin sözlü raporunu alıyor kahyadan. Hayvanlar kurtulacak mı daha belli değil... birkaç saatte bir ilaç veriliyor. Söyle bir ağıldan içeri bakışları uzanıyor... kimseleri göremiyor... Dayanamayıp soruyor... “Asi!”... Arif kahya sanki hızır yetişmiş gibi minnetle anlatıyor... “anında yetişti” diyor... üstelik daha gitmedi... gider mi hiç... işi sağlama almadan gitmez, hala çalışıyor. Demir şaşırıyor... Arif’in Asi’yi övüşü yüreğini sıcacık yapıyor... “Sevdiğim işte... işte böyle biri, başka türlü olsa sevemezdim onu...bana rağmen, hayvanları bırakamamış... sıcacık yüreği... yufka yüreği.” diyor Demir... Onun hala içeride olduğunu öğrendi ya... gözleri sanki duvarları aşıp onu görmek istercesine dolanıyor tekrar ağılda... oyalanmayıp daha fazla girmeli yanına.
 
 
Ağıl sessiz... tarayarak gözleriyle giriyor içeriye... girdiği gibi de kalıyor Demir... evet Asi içerde... Uyuyakalmış sevdiği.. Bütün dünya geride biryerlerde... Asi ve o, aynı yerde... Bu anlar o kadar kıymetli ki Demir için... bu da onun zamanı durdurmak istediği anlardan biri oluyor... Keşke sonsuza kadar kalabilseler böyle... Sevdiği samanların üzerine kıvrılmış uyuyor... sanki dünyanın en rahat yatağında yatıyor. Yüzünde huzurlu bir rahatlama... unutmuş ona çektirdiği acıları uyku anlığına... kendi tattıramadığı rahatlamayı, samandan bu döşek veriyor ona. Onun ağılında, onun samanlarında... keşke onun kollarında da olabilseydi Asi.. Bizi oluşturan enerjinin en durağan olduğu uyku anında Asi... Demir’inse her bir zerresi, zaten delice olan hızını katlıyor ikiye... Demir, ayakta duruyor görünsede, çıkıp bedeninden sıkı sıkı sarılıyor Asi’ye e.min görüsünde... vücudundaki her bir hücre nasıl Asi... Asi.. diye sayıklıyor. Nereden çıktı bu kız karşısına... neden bu kız... bilmiyor. Sanki o anda onların etrafında bir sihirli dokunuş ikisini bir ağın içinde sarmalayıp sarmalayıp duruyor... sıkı sıkı bağlıyor. Daha fazla bırakamaz onu böyle... içinden asırlarca böyle durup onu seyretmek geçsede, kıyamaz... geç oldu... kalkmalı ve gitmeli evine.
 
 
Yavaşça uzanıyor... dokunuşu Asi’nin omuzuna... okşayışlar taşıyor. Bir zaman olabilyedi keşke... Asi’nin onun olduğu... onu öpücüklere boğduğu... dilediğince, doya doya uyuttuğu. Ama yok... Seslenirken bir taraftan... “Asi”... dokunuşu uyandırıyor. Asi, aklında koyunlarla, ilaç saatiyle yatmış... bunları mırıldanarak uyanıyor... Demir’i başucunda görünce şaşırıyor... afallıyor. Uyku sersemi, etrafına bakınıp nerede olduğunu anlamaya çalışıyor. Aslında O... aslında bu saatte... orada olmamalı... Samanların içinden kalkıyor... Demir’in hızı durulmamış... Asi’yi hızına çekiyor... Keşke uyur bıraksaydı Asi’yi... kalbinin vucuduna pompaladığı kana artık damarları yetişemiyor... zonkluyor... Ona yaşattığı acı falan umurunda değil... gözleri delice... seni uyandırmak istiyorum diyor. Asi de farkediyor... farklı onunlalığı şu anda Demir’in... sanki duymuyor... sanki durmuyor... Zaptedemediği gözleri bildiğini okuyor... kestirip atarken Asi-Demir dışındaki dünyayı... ziyan etmiyor gözünün değdiği tek bir nortayı... Bu baştan çıkarılışta... bu dudaklarından öpülmüşe dönülmüşlükte, Asi... kaçmaya çalışıyor... “Gitmem lazım” diyor... Hayır... daha değil... Demir uzanıp baştan ayağa saman çöpleri içinde kalmış Asi’nin saçlarında tek bir sapı alıyor... o saman çöpü Demir’den kalmış Asi’de... üzerinde sadece saman çöpleri olan Asi hayalinden kalmış... deminden kalmış... Aşkın... her türlüsünü onunla yaşamak istiyor Demir... su olup akıyor... çamur olup buluyor... samanlarda yuvarlıyor. Asi uyanıyor.
 
 
Yorgun görünüyor Asi... Demir yorgunu... uyanışıyla yaşanmışlıklar geliveriyor Asi’nin gözlerine... bu adamın ona ettiklerine. Tam karar vermişken, uzak duracak Demir’den... savruluyor onda başka yerlere... Demir’de farkındaki Asi onda değil şu an... gözleri bir evvelki gecede... elinde silah tutan... atının canını alan Demir’de. Uyanışına sebep bu adamın hiç bir benzerliği yok oradakiyle... ne olur bakmasın Asi Demir’e öyle.
 
 
Asi’nin Demir’in çiftliğinde olduğunu öğrenen İhsan, Aslanı göndermiş peşine... Artık Demir’in çiftliğinde çalışan Cevriyeyi korkutan Aslan... azar işitiyor Süheyla’dan...
“Hırsız mısın ne?!”.. Bu arada ağıldan dönen Asi ve Demir yetişiyor olan bitenin üzerine... ortalığı sakinleştiriyorlar ama ruhlarında süre gelen fırtınayı ne sakinleştirecek... evin taşlık girişinde o gece, kalıyor gözleri gözlerinde... kendilerini alamıyorlar bakmaktan birbirlerinin peşine... bir vaat gibi o bakışlar kalıyor geride. ... ... İlk dudak teması... ilk günlerinde yaşandı... o öpücüğün duygusal yanı bu akşama mı kaldı... o öpücük bu kadar uzun zaman nasıl saklandı? Demir’in bu akşam gözleriyle o teması öpücüğe tamamlaması ne ihtişamdı... “Neden bu akşam?” sorusunun cevabı var mı?.. Ne günler geride bırakıldı... Belkide böylesi bir acının üzerinde yaşanmalıydı... tetikleyendi bu acı o öpücüğü... Asi’nin ihtiyacı olduğu kadar bu sarmalanmaya... Demir’in de ihtiyacı vardı, ona dokunmaya... İstekle uzanılan bir saç teline... huzur bağlamaya çalışacak kadar hemde.
 
 
Aslan, Asi’yi topluyor Demir’in çiftliğinden... eve getiriyor... Kapıda karşılıyor İhsan ile Neriman onları... Neriman’in elinde bir ayakkabı torbası... Asi’nin içeri girmesine bile müsade etmiyor... sevdiklerini ihmal etmek... Sevinç için önemli olan bu günde, arkadaşını yalnız bırakmak Asiye hiç yakışmıyor. Asi’nin “Babam...” diye başlayan konuşması ise itiraza giriyor ve Neriman tarafından kabul edilmiyor. Apar topar tekrar arabaya bindirilip şehre gönderiliyor. Ama Asi’nin babasına illaki... herkesten önce söylemek zorunda olduğu, bir şey var... onu söylemeden gitmek içine sinmiyor. Arabayı çiftlik yolunda durdurup, yürüyerek geri dönüyor... kararını söylüyor.
 
 
Süheyla bugün İhsan’la görüşmesinden halsiz... kolay değildi tekrar onunla olmak... seneler sonra bu kadar yakın olmak. Yıllarca seslendiremediği soruları sormak. Eve gelen Demir’i, bu akşam dışarıda olan Melek ve Kerim’e yönlendiriyor. Hali yok kimseyle uğraşacak... Demir şehre yol alırken Kerim’i arıyor cepten... bulacak onları Savoy’un barında, bu geceyi birlikte geçirecekler. Birbirlerinden habersiz, Asi’yi Savoy’a getiren Aslan’ın aracıyla Demir’in aracı peşpeşe otelin avlusuna giriyor. İki araçtan iki kişi iniyor... Asi’nin kapattığı aracın kapı sesiyle Demir’in dikkati avludaki diğer araça kayıyor... duralıyor... Asi’yi orada gördüğüne inanamıyor... Tek bir saman çöpü kalmamış Asi’nin üzerinde, tek bir iz bırakmamış Demir’den kendinde... yinede kayıtsız Demir, ona dönen gözlerinde gördüğü Demir’i beklemeyen ifadeye. O da Asi’yi beklemiyordu hayatında, ama yakalandılar işte... karara bağlamış çoktan, karşı duracak her tepkisine,... onu razı edene kadar kendine. Sanki sözleşmişlercesine hiç duraksamadan ona doğru yürüyor Demir... panikletiyor Asi’yi bu geliş... tümsekler yok bu kez önünde ama servisteki garsonun elindeki bardak dolu tepsiyi neredeyse devirmek üzere. Hay allah... Asi düşemiyor Demir’e... ama olsun bu sayede zaman kazanıyor... hızlı adımlarla ona ulaşıyor... merhaba yok... selamlaşma yok... gerek de mi yok nedir! Asi’nin ondan yana dönen başında... Demir’in ondan ayrılamayan bakışlarında... bedenlerinin bütününde doğal ama asi bir selamlaşma... Ümit burnunda, okyanuslar birbirine karışırmışçasına... karşılarında kala kalınan, her daim rüzgarlı... ... giriyorlar velhasıl otele yanyana...
 
 
Bar’a girişleri de arka arkaya... ilk tepki Asi’den geliyor.. herkesin bir arada oluşuna... Kerim ve Melek’de Sevinç’in gurubunda... belli ki Demir’de katılacak onlara. “İşte bu harika”... Demir’i avluda gördüğünde tahmin etmemişti, akşamı onunla birlikte geçimek zorunda kalacağına... doğru düşünemiyordu belki onu görmenin heyecanıyla. Guruba katılma konusunda kararsız kalışı, sorduruyor Demir’e... onun yüzünden geri dönmeyecek değil mi?.. Onun yüzünden mi... hiç farketmez... ya O!.. O cesaret edebiliyor mu kalmaya?.. Gece boyunca onunla olmaya. Bu meydan okuyuş hayat veriyor Asi’nin bakışlarına... olmadığını düşündüğü kanatları hareketleniyor... nasılda altlarına dolan rüzgara hevesleniyor... varlar hala onda... güçlerini hissediyor. Demir’e kızgınlığıyla öfkeyle ışıldıyor Asi. Cesaretleniyor Demir... ona doğru biraz daha yaklaşmaya... bu Asi’ye doğru alınan küçük adımlar onunla özdeşleşecek bizde... bu küçük adımlarda yaşananlara dünyaları sığdıracağız birlikte... Belli ki Asi’nin içinden konuşmak geliyor artık... Demir onu rahat bırakmayacak... söz veriyor kendi kendine.
 
 
Sevinç farkediyor onların gelişini... Asi-Demir’i orada görmenin mutluluğuyla gülüyor ve karşılıyor Asi ile Demir’i... hele onları birlikte görmenin sevinci... Yaşamlarımızın sözünü eder gibiymiş Sevinç ... “İkiniz olmasanız eksik olacaktı herşey”... Kim bilir bizden iyi bu eksikliği. Demir’in ağzı kulaklarında bu yanyanalıktan, Asi’yse huzursuz... onunla çift gibi anılmaktan, beraber geldiklerinin düşünülmesinden... hemen itiraz ediyor... Demir Bey’le sadece kapıda karşılaştığını söylüyor. O adımı kabul etti Asi ama şimdi Demir’e ‘dur’ orada diyor. Asi, Defne’nin onun için ayırdığı yere geçerken, Demir’de yanaşıyor guruba... kafa tutuyor kardeşiyle dostuna... Neden bir şey söylemediler? Vaziyet budur diyor Kerim, hiç sakınmadan... idare edecek Demir. Ayrıca sakın bu vesilenin onu mutlu etmediğini söylemesin... inanmaz... kimse inanmaz. ‘Açık etme’ dercesine... Kerim’i bir bilek vuruşuyla hafiften sallıyor Demir... Melek’de çoktan farkında Demir’in hassasiyetlerinin... abisinin dikkatini Asi’nin normale dönüşüne çekmeden duramıyor... Farkında olmaz mı Demir... çoktan farkında ama bunu kendine saklıyor.
 
 
Guruptan biri tanıyor Demir’i... geçen sünnet düğününde dans ederken görmüş... gerçekten çok iyiydi... dans ettiği de Asi değil miydi?.. Nedense Asi’nin hatırladığı o geceden geriye... dansın arkasına saklanmış bir iş görüşmesi sadece. Demir inanmıyor Asi’nin danslarıyla ilgili söylediklerine... Gözleri kapanırcasına yerde... O anları hatırlamak için ihtiyacı yok başka bir şeye... Danslar iki kişiliktir ama o dans öyle değildi Demir için... birdiler o dansın pek çok figüründe... Bu akşamki dokunmuşluğun aksine... dolu doluydu Demir Asi’yle... bedeninde... omuzuna tutanan ellerinde... gözlerinde.. bütününde... ne desin... ne diyebilir... sessizliğini ve yüreğindeki dansı kesiyor Melek habersizce... sitem ediyor, o yokken sünnet düğününe gidişlerine...İstanbul eğlenceleri düşünüldüğünde, pek bir şey kaçırmış sayılmaz Melek... Hak veriyor Asi, Demir’e... birde kınıyor pazarlıktaki maharetini, övercesine... Demir’in gözleri Asi’nin dudaklarını kuruyemişle besleyen parmaklarında... bu pazarlıkların tarafı olarak bir tek o anlar Asi’nin imalarını aslında.
 
 
Asi ziyaret ediyor kardeşini, o akşam sahne alacak amatör guruba ayrılmış odada... Ceylan heyecanlı... üstelik gelmemiş gurup elemanlarının tamamı... Ooooo amaaa kimler ziyaret ediyor Ceylan’ı... Demir Abi’si geliyor şans dilemeye ona... yüzde kocaman gülümsemeler, elde genç tokalaşmalar... ne kadar da yatıştırmaya çalışırlarsa çalışsınlar genç Ceylan’ı... davet edildiklerinde, hiç düşünmeden Asi ve Demir’i geride yalnız başına bıraktıklarını, sahneye çıkıyorlar apar topar.
 
 
Müsade etmiyor Demir, yol vermiyor geçsin... önce kendiyle set koyuyor önüne... ardından uzanıyor, tutuyor... yada tutunuyor mu demeliyim, Asi’ye. Ufacıklığın içine sığan bir kıymetin... bir sözün peşinde. Asi’nin gözleri kaçıyor bu seferde... Demir takip ediyor onu sözleriyle... “Hiç rahat değilim anlamıyor musun?”... Neden anlamıyor Asi onu... neden ufacıkta olsa bir şey söylemiyor ona... o geceyle ilgili her konuyu açısında... kaçıyor... Kaçmasın istiyor Demir... onu anladığını bilmek istiyor... atının ölümünün bir kaza olduğunu duymak istiyor ondan... Asi anlıyor... hatta bu rahatsızlığı onu üzüyor... zaten gecikmeden ona söylemesi gereken bir şey var... tereddüt eder hali, söyleyeceklerinin onu daha da rahatsız edeceğini bilmekten mi geliyor. O an için Demir bir söz koparıyor sevdiğinden... “tamam”... Ceylan bu geceyi atlatsın sonra konuşurlar... ama neden beklediği ferahlamayı hissedemiyor... Asi’yle hiç bir şey bu kadar kolay değil... Demir’e bu kadar kolay pes edeşimi onu düşündürüyor.
 
 
Ceylan’ın gitar telleri... adeta Asi-Demir gerginliğini sahnede deniyor... tedirgin bir bekleyiş her ikisinde de... Demir rahat durabilir mi... sabrına ters bir tezcanlılıkla... ara ara eller dudaklarda... Asi’ye attığı kaçamak başıklarda, bekliyor... Asi’de daha farklı değil... ondan gözlerini alamıyor... göz göze geldiklerinde kaçıyor. Onların gözlerini, bakışmalarına hazırlıyor olduklarını yazdığım ilk bölümler... gözleri birbirini bulduğunda olanlar aklıma geliyor... O nedenle bu kaçışlar... burası değil zamanı... burası değil yeri... daha sonraya bırakılıyor.
 
 
Sonunda gurup hazır... bir dalda iki kirazın rock versiyonu başlıyor... Herkes ayaklanmış... sahneye yaklaşmış... gurubu dinliyor, onlarla birlikte söyleyip müziğin ritmiyle salınıyor... Bir tek Demir, bir tek onun dikkati başka bir yerde... Asi’yi seyrediyor. Geriye doğru taranmış, sabitlenmiş saçların açıkta bıraktığı boyna al beyaz öpücükler konduruyor... bu akşam kendini toplamak, huzur bulmak için uzandığı saçları Asi’nin beline kadar uzanıyor.... beline mi yönelsin... saçlarına mı... bu kızı bu kadar safça arzulamak nasıl bir şey oluyor... hayallerinde bile onu ürkütmekten korkuyor... ama Asi’nin onu karıştırdığı gibi oda Asi’yi karıştırmak istiyor... bunu delice istiyor... bu karışmışlıkta Asi’nin utanacak olacağını da biliyor. O utanmışlık anına ulaşmak mümkün olacak mı Demir için... bu hayale dört elle sarılıyor.
 
 
Asi kardeşini dinler gibi... ama aklı Demir’de... bakışları sahneden geri döndüğünde, Demir’i tam olarak nerede bulacağını şaşmaz bir isabetle biliyor. Demir’in bakışları dokunmaktan beter olmalı... Asi onun her dokunuşunu hissediyor. Konuşmalı artık onunla... bu böyle devam edemez. Yan yana girdikleri otelden, Demir’i peşine takmış çıkarıyor Asi... ona bir an önce söylemesi gereken bir şey var. Demir avcı olmadığını söylüyor... ne var ki onun bakışlarını gördüğümde buna inanmak çok güç geliyor... Farkında olmayabilir ama o bir avcı... bu kötü bir özellik değil ki... asiliğin bu kıza yakıştığı gibi, avcı ruhlu olmak da ona yakışıyor, neden muhalefet ediyor. Asi’nin peşinde olduğu müddetçe buna hiç itirazım olmuyor. Bütün içgüdüleri, biraz evvel yaşadığı hayallere ters bir şekilde, bu kızı elinden kaçırmak üzere olduğunu söylüyor. Neden böyle düşündüğünü de o an için bilmiyor... ama gözleri kaygılı... soru işaretleri dolu... gözgöze geldiklerinde aralarında açılan o geçide Asi bir set çekmiş... onu içeri bırakmıyor... her şey... her şey... hatta gözlerinde göremediği o ateş bile bir işaret... Asi’si göz göre göre kaçıyor... Bir tahminde bulunmasını istiyor Asi... bakalım Demir onu ne kadar iyi tanıyor... yoksa sürprizleri mi seviyor. Harbice cevap geliyor... “Pek sayılmaz...” Demir herşeye karşı hazırlıklı olmayı seviyor. Ama hayatındaki hiç bir şey Asi’ye hazırlayamadı onu... onun sürprizini tahmin etmeye çalışsa dahi... yüreği aklına gelenleri kabul edemiyor...
 
 
Tahminde falan bulunmak istemiyor aslında... merak, Asi’ye doğru bir adım attırsada Demir’e, Asi’yi tutmak için çok geç... birazdan onu kaybedecek... Ne zaman pes edeceğini merak ediyordu Asi’nin... keşke görebilseydi... Asi’nin pes edişi... Demir’in yenilmesi demek.
 
 
8. Bölüm
Kapsamlı Fragman