Sample picture
 
Parça parça edilmiş bu yalanda Ökkeş’in getirip resme yerleştirdiği parça, idrak edilemiyor orada olanlarca. Ökkeş’i ve Aslan’ı en iyi tanıyan İhsan... Süheyla ona dönüyor... kabullenişi onda arıyor... Ama inanmazlık içinde İhsan da... İçlerinde en soğuk kanlı olması gereken Demir bile güçlük çekiyor bu gerçeği teslim almakta. Aslan’sa herkesten daha şaşkın durumda...”Ne oluyor... birşey mi yaptımda herkes Şeytan görmüş gibi bana bakıyor?”... Süheyla Ökkeş’in vicdanına sesleniyor... çünkü bir tek o biliyor... Aslan’ın kafası iyice karışıyor... neyi biliyormuş babası... bu iş bilmeceye dönüyor. Süheyla’nın aylardır aradığına ulaşması beklediği gibi olmuyor... tek söz etmeden uzaklaşıyor... Aslan’ın şaşkınlığı iyice artıyor... Süheyla’nın onunla konuşmak istediğini söylemek Demir’e kalıyor. Ne işi olur Süheyla’nın, Aslan’la... kafası daha da karışıyor... çatıyor... onları boşu boşuna çağırmış ayağına... konuşmaktan vazgeçiyor bir anda... gitsinler hadi, ne dikilip duruyorlar burada... Aslan gidebilir ama Ökkeş lazım İhsan’a...

Demir yaşananları yerliyerine koymaya çalışıyor kafasında... İhsan’ın tepkilerinden, bilmediği pek çok şeyi onlarla beraber öğrendiğinin farkında ama bu o kadar inanılmaz ki... nasıl olur da bir çocuğu olduğunu, çocuğunu yanıbaşında bir işçisinin büyüttüğünü bilmez bir baba?.. Herşeyin bu kadar odağındayken... nasıl bu kadar uzak kalabilir kendi gerçeklerine... bu bilmezliği kabullenmek, normal karşılamak mümkün değil o anda.

Asi kıyısında geliyor Ökkeş’in gerçekleri dünyaya... seneler süren sessizliği bozuluyor İhsan’a... Yusuf Ağa ölüm fermanını vermişti çoktan ... İşçi kızının bebesini ihya mı edecek... Süheyla’nın çocuğu yaşamayacak... Aleme rezil mi olacak... O çocuk yokedilecek. Yenidoğan kucağında ne yapacağını bilemeden bata çıka geçti Asi’nin sularından... korkuyor bir yandan... ayak izleri bulunursa, gelip alacaklar günahsız yavruyu elinden... yalvardı “Allahım, bir çare göster”... Kendi eliyle değiştirdi çocukları... Ölen oğlunun yerine Aslan’ı götürdü Fatma’ nın kucağına verdi... Allahın verdiği canı almadı, yaşattı... Ahh bu susma payları... senelerce vicdanıyla hesaplaştı... ama susmak yetmedi, ayak izlerini sürdü yine de birileri... seneler sonra korktuğu buluyor onu... alacaklar oğlunu.

İhsan, Süheyla’yı köprü başında buluyor... biliyor, ondan tek bir söz bekliyor... Ökkeş’in söylemeye çalıştığı doğru mu... öğrenmek istiyor. İhsan, Ökkeş ile konuştu... Aslan Süheyla’nın oğlu... Süheyla’nın sakinliği geride kalıyor. İhsan oğulları yanıbaşında nasıl yaşıyor. Ona bu haksızlğı nasıl yaptılar... taşıyor. İhsan şaşkın... ne haksızlığı, o sadece Süheyla’ya yardım etmeye çalışıyor. Süheyla ise İhsan’ın oğullarını ondan sakladığını düşünüyor... İhsan buna itiraz ediyor... herşeyi o da bu gün öğrendi... o gece çiftlikte iki doğum olmuş... Fatma’nın doğurduğu çocuk ölmüş... Ökkeş çocukları değiştirmiş. Süheyla İhsan’a inanmıyor... onu çocuğunu saklamakla suçluyor... İhsan’ın karşılığında ise itirazdan fazlası var, Süheyla’yı durduruyor... “Kendine gel... beni suçlamaya hakkın yok... olanlarda senin payın daha büyük Süheyla... bunu unutma... ben seni hiç suçladım mı, hiç bir şeyin hesabını sordum mu?”... İhsan’ı delice sevmesi suçtu... ona kendini teslim edecek kadar güvenmesi de... öyle mi?... Aşkının böylesi suç sayılması karşısında ne diyebilir... daha yalnız, daha kırgın şu an bir başına doğum yoptığı o geceden. İhsan’ın sözleri devam ediyor gerisinde... “Yıllardır yanımda büyüyen Aslan’ın kardeşim olduğunu öğrendim... bunu nasıl içime sindirebilirim... nasıl yaptın bunu... babamın yatağına nasıl girdin?.. ... Suratına inen tokattan fazlasını hak ediyor İhsan’ın gururu... zaten geliyor da ardından... İhsan’ın dışında kimse dokunmadı Süheyla’ya... o gece İhsan’ın çocuğunu doğurdu bu on yedi yaşındaki kız ahırda... yaşasın bakalım İhsan’ın gururu bununla...

Gün akşama... işçiler evlerine dönmüş... yokluğu hissediliyor İhsan’ın... Asi ona bakınıyor tarlalarda. Köprüde buluyor... aradılar, ulaşamadılar ona. İyi görünmüyor babası ama anlatmıyor hiç bir şey kızına. Cemal Ağa’nın çiftlikte olduğunu, kendisini beklediğini öğreniyor İhsan... gitsin şimdi Asi... babası da katılacak onlara biraz sonra. Cemal Ağa, Cemal Ağa’lığını takınmış bütün huysuzluğuyla... saat kaç oldu, damat bey yok hala. Aile dediğin vaktinde toplanır, yemeğini beraber yer... bu nasıl iş böyle. Madam hala hayatında olsa, çoktan yemeğini yemiş kahvesini içiyor olurdu rahat koltuğunda. Derken İhsan görünüyor kapıda... oturuyor onlarla birlikte masaya. İyi niyetle, kaldırabileceğini düşünerek geldi buraya ama Cemal Ağa’nın ‘Murat’ tan bahsetmesiyle anlıyor ki, mücadele etmesi mümkün değil bu akşam onunla... kalkıyor masadan... Dalgınlıkla çarpıyor geriden gelen Fatma’ya da... kadının elindekiler yerlere saçılıyor... İhsan gidiyor ama onun tuhaf hali geride kalıyor her nasılsa.

Demir sabırla Süheyla’nın dönmesini bekliyor çiftlikte... bir gitti mi böyle, gelmez saatlerce... ama bugün Demir bekleyemiyor, yola düşüyor teyzesini bulmak için... hava kararmak üzere artık onunla çiftliğe geri döndüğünde. Süheyla’nın odasına kapanıyorlar birlikte... konuşmalı teyze-yeğen neler oldu köprüde. Süheyla anlatıyor Demir’e... Aslan onun oğlu ve İhsan’da onlarla birlikte öğrendiğini söylüyor herşeyi. Demir, Ökkeş’in telaşını gördüğü andan itibaren anlamıştı zaten, bir şeyler saklıyor bu adam herkesten. Yine de inanılır şey değil, olan biten. Peki bundan sonra ne olacak?.. Süheyla oğluna sahip çıkacak... çıkmalı... ama yinede kendilerini kaptırmamalılar. Bütün ihtimalleri düşünüp, en ufak bir kuşkuya yer bırakmadan, gerekenleri yapmalılar... Demir, DNA testi yaptırmaları gerektiğini, Aslan’ın Süheyla’nın oğlu olduğundan e.min olana kadar beklemesini istiyor ondan. Ama Süheyla sabırsız... oğlunu bulduğunu hissediyor... oğlu yakınında olmalı, gözünün önünde olmalı... Fakat, Aslan kocaman adam, Demir farkında teyzesinin söyledikleri birdenbire olmaz... önce birbirlerini tanımalılar. Alsınlar çiftliğe Aslan’ı... orada çalışırken her gün birlikte olurlar.

Ökkeş’lerin evinde, İhsan Bey’in hiç böyle görülmemişliği konuşuluyor o gece... birtek o mu... Aslan söyleniyor, bir garip haller bu ara herkeste... Gonca’ya sürekli gelen telefon mesajları dikkat çekiyor çekmesine ama Ceylan’dan başkası mesajıları okuyacak kadar ilgilenmiyor yine de... gözlerinden çok etkilenmiş birilerinin, mesajını okurken yakalanıyor kardeşine... İhsan ise geç vakit çıkıyor odasına, uyur görünen Neriman hiç ses etmiyor ona, onun uyumadığını farkedemeyecek kadar İhsan dalgın hala.

Asi ile Defne’nin odasındaysa sorun babalarının halleri... Defne yüksek sesle düşünür gibi... herşey o kadar ters gitti ki bu sene... suçsuz yere hapse bile girdi, son günlerde bir de kız verdi... Asi’de iyi görünmüyor, bir şey anlatmayacak mı Defne’ye... geçen gece neler oldu yemekte. Yastığını düzeltiyor, üstünde ablasının oturduğu yorganını çekiştiriyor, yatağına saklanmaya çalışıyor Asi bu sözle... konuyu kapatmaya çalışıyor, hadi uyusunlar artık, geç oldu iyice. Defne pes etmiyor, sorguluyor kardeşini... Önce Demir masadan kalktı, sonrada Asi kızıp peşinden gitti. ... Peşinden gittiğini de nereden çıkarıyor Defne... sadece hava almaya çıktı bahçeye... hem ne anlatsın Asi, Demir konuşmuyor ki kendisiyle... Yakınında olmak onu rahatsız ediyor... diyemiyor ki benimle ilgili bir ‘pişmanlık’ görüyorum ona her baktığımda gözlerinde. İnsan ya yakındır ya uzak... beyefendinin gelgitleriyle canını sıkmayacak.. “Demir artık beni ilgilendirmiyor” derken, Defne’yi mi bizi mi kandıracak.

Susmuş Demir’lerin çiftliğinde her ses... çekilmişler odalarına... herkes kendi başına... Demir bağdaş kurmuş yatağın başucuna... önünde bir dosya, çalışanların belgelerini imzalıyor, hazır olsun yarına. Birşeylerle uğraşmak iyi gelecek, bugünün olanlarından sonra. Bir beklenmeyen buluveriyor onu ama bu sayfalarda... belgelerin arasında Asi’nin evraklarıyla birlikte resmi çıkıveriyor karşısına. Buraya kadarmış gecenin sessizliği... buraya kadarmış kaçış... uzanıyor odasının yalnızlığında ona... Alıyor resmini parmaklarının arasına... geçmiş, can düşmanı yapıyor bu kızı Demir’e... oysa canı pahasına korumak istiyor onu içinde... Hiç birşeyi değiştirmedi babasıyla ilgili öğrendikleri... çatırdıyor Asi’yi koymaya çalıştığı imkansızlıkları... Dürüst şu an kendiyle... Resmi alıp dudaklarına götürmek istiyor... bilerek bunun yetmeyeceğini... korkuyor itiraf etmeye kendi kendine... ne koruyacak mesafe kaldı Asi’ye, ne de hal Demir’de. Fakat gerçeklerde apaçık ortayerde. İki ailenin yakınlaşması hataydı... nasıl birlikte olabilirler ki Asi’yle... Daha fazla zarar vermemek için sevdiğine... Demir kesti geçmişin cezasını her ikisi içinde... Babasına sarsılmaz bir güvenle bağlı Asi... ne hissedecek, inancı alınıp bir boşluk bırakılırken geriye... Ve... cezalılar çoğalacak ‘Aslan’ bilindik hale geldikçe... tek tek çekecek herkesi ve herşeyi içine... Demir’de Asi’yi çekti kendine... bırakamaz ellerine değen bu resmi... korkmadan geçirebiliyor ‘sevdiğim’ diye içinden yine. Ne bekliyor bilmiyor onları gelecekte, ama bu resim bir ömür geçirecek Demir’le birlikte.

Asi için gün erken başlıyor... bu gün iki çiftliğin sürüsü birleştirilecek, koyunlar vakitlice açık araziye çıkarılıyor... diğer çiftliğin sürüsünü karşıdan Arif Efendi getiriyor... iki sürü bir anda bütün yolu kaplıyor... Şehre gitmek üzere araçlarıyla oradan geçmekte olan Demir ve Kerim sürüye yakalanıyor... Kerim arabadan seslenip ona el sallıyor, Sevinç’de ‘Demir Bey geçmek için bizi bekliyor’ diye uyarıyor... ama Asi oralı değil, beklesin beyefendi, herşey onun istediği gibi olmuyor. Kerim şaşkın... Asi ne seslenişine, ne de salladığı ele cevap vermiyor... görmedi mi onları yoksa, bir selam vermeyişi şöyle dursun, sürüyü yoldan çekmek içinde hiç bir şey yapmıyor. Demir’in kaşları çatık... suratı asık... onları gördüğünü biliyor. Asi’nin şöyle bir yandan gözatışı var ki gerisindekilere... bütün dikkati Asi’de olan Demir’den kaçmıyor... Kerim işkilleniyor... Asi, niye onları görmezden geliyor? “Demir...” onu umursamayan arkadaşına hafifte bir de dirsek vuruyor... “...söyle bakalım ne oldu aranızda?”... Öpüştüklerini söylemek olanaksız bir şey Demir için... hatta onu tanımazmış gibi Kerim’in özelini sorması Demir’i kızdırıyor... En iyi Kerim bilmeli, Demir’in ilişkilerini kimseyle konuşmadığını... Kerim’e işaret ediyor aslında parmaklarıyla cevabı... Bakışları dönerken yola geri... öfkeyle başlayan o fırtınanın dindiği dudaklarında dolanıyor eli... Bir faydası yok bunları hatırlamanın ama... çok düşünmedi mi... olmayacak, görmedi mi? Ne diye kaçak bir heyecan yaşıyor ve alıkoydu o zaman Asi’nin resmini... ya geceyle birlikte ruhunda gezelenen Asi özlemi... Ama bağımlılar bile göreceli atıyorlar içlerindekini... bir anda bitirmek olamayacak Demir için de Asi’yi... en iyi yaptığı şey değil mi... sabretmeli.

“Asi, acele edelim” diyor Sevinç... ayıp oluyor... Demir Bey hala bekliyor. Ne yapsınlar yani, iki sürü birleşiyor biraz beklesin, onun işi yapılıyor. Asi Demir’in tehammül sınırını zorladığını sanki bilmiyor... Sabrın sonu mu.... bana birbirlerini çağırışlarının bir yolu gibi geliyor... Asi inadına yapıyor... Demir bu ‘çağrı’yı duyuyor, karşılık veriyor... Kornaya basıyor... Eyvaaahhhh... çok kızdı... Demir, yolu açmayı başardı ama vallahi Asi geliyor...

Asi, saçlarını savurarak dönüyor... Demir’i kendince bir günaydınla işe göndermeye kararlı, belli oluyor. Onlar kırgınken, günaydınları böyle yol buluyor... Demir arkasına yaslanıp artık onun kendine gelişini bekliyor... Asi’nin Kerim’le merhabalaşması bir formalite, bütün dikkati gözlerini hala yoldan ayırmayan Demir’de... Kerim’in “Ne oldu hayvanlar yolda miting mi yapıyor?’u sadece bize ulaşabiliyor, hafızalarımızdan asla silinmiyor.

“Korna çalıp sürüyü ürkütmek marifet mi şimdi...” diye ona ilk hücumunu yaparak Demir’i kendine bakmaya zorluyor. Burada iki sürüyü birleştirmeye uğraşıyorlar... Demir’de bu karşılaşmaya hazır... onu bekletmiyor... gözleri ona dönerken, sakinliğinin onu öfkelendirdiğinin farkında, soruyor...”Bu kadar yavaş hareket etmek zorunda mısınız?”... İki dakika bekleyemedi mi Demir Bey... ama iki dakikayı çoktan geçti zaten, diyor demir ses... Bir satranç gibi sözlerle oynanan, Kerim’i bile yerinde pıstıran hamle geliyor Asi’den... “O zaman git derdini koyunlara anlat!” Onun kendini sürüklemesine müsade etmeyecek Demir... iyi bir münazaracı... Ödülünü de peşin peşin alıyor üstelik... değiyor herşeye onun kızgınlıkla kendine gelişi. Hem bilmez mi... bir ıslığıyla deniz gibi açılır sürü... “Onları sen idare etmiyor musun... istersen yaparsın.” Asi’de hatırlamış olabilir mi Demir’in anımsadıklarını... Ummadığı belli, böylesi çata çat cevaplar almayı... belkide yine onunla hiç konuşmayacağını sanmıştı... Keyifle hırçınlaşıyor... Demir’le hırçınlaşmak onu mutlu ediyor... yaşadığını hissettiriyor... “Bunlar araç değil koyun... kornadan ancak ürkerler.” Aslında neyin tartışmasını yapıyorlar, çok iyi farkındalar... Onlar çocuk değiller... birbirlerinin saçlarını çekemezler... onları körükleyen bu atışmalar her ikisi içinde soludukları hava kadar elzem. Demir durdurulduğunu... Asi onu bir kez daha istediği yerde durdurduğunu biliyor. Aslında onlar, onları doldurup taşıran bu atışmaya doyamıyor... hayat mücadelesiymiş gibi için için yanan bu anlara tutunuyor.

Demir devam ediyor...”Yani bu işi illa yolun ortasında mı yapmak gerekiyor... en ideal yer asfaltın ortasımıdır...” Beyimiz sanki çok iyi bilirmiş gibi çiftlik işlerini, her sözüne karşılık veriyor, öyle mi... anlaşılan bir ders daha geliyor... “Ne yapsaydık senin için sürüyü kucağımızda mı taşısaydık... ayrıca o sürü senin, bizim elimizden bu kadarı geliyor... eğer daha iyisini biliyorsanız söyleyin... bizde öğrenmiş oluruz.” Ben Demir’in Asi’yi süzen anlarında kalıyorum, bu adamın iç dünyasında olanlarda... Vazgeçmişlik arıyorum onun Asi’deyken dondurduğum bakışlarında... nişan akşamında, yemek akşamında gördüğüm kaçışı arıyorum...oysa yok... Bu adam ‘zor’da değil... ‘bilinmez’lerle karşılaştığında kaçıyor hep Asi’den... aslında herkesten. Nasıl bir savunma içgüdüsüyse, gelebilecek zararda hedef küçültüyor, kendine kapanarak... yön değiştiriyor, korumak adına sevdiklerini kendinden uzak tutarak. Ruhsal bu refleksi de daha farklı değil bedensel refleklerimizden... ani... şiddetli... hiç düşünülmeden. Bilinmezleri çözdükçe... geri dönüyor sapan bu ibre, doğalca yerine...... ama ya bu arada olup biten! İvmenin sertliği oranında zor oluyor geriye dönüşler... bu da zaman gerektiyor, zaman... zaman... Bilinmezler azaldı Demir adına şu an... geriye dönüş başladı o sapmadan... dün akşam başlayan o çatırdama... devam ediyor hızla... Demir’in de bunu farkettiği an mı oluyor bu yoksa. Bu yumuşama...

Yol açılıyor bu arada... Demir uslu uslu izin istiyor Asi’den... “ Yol açıldı artık gidebilir miyim?” Onları tetikleyen şeyler genelde müşterek hareket eder... ya kafalarının dikine gider, ya kalp yetmez çekimlerle berabere biter... ama öyle değil bu sefer... Demir sakinleşirken, Asi hala ateş püskürüyor... Nereye isterse gidebilir Demir.. ama çiftlik sahibiyse, sürüsüne de çalışanlarına da saygılı olsun... buyursun geçsin... o kornasını da olur olmaz heryerde çalmasın... burası İstanbul değil... öğrenmiş olması gerekir...

Sinir...

Demir bunu duymadı bile ama duymuş kadar bilir... bundan sonraki replikleri ise bir klasik... Kerim & Demir...

-Bu Asi, heykeli dikilecek kız birader... hele senin karşında sinirlerine hakim olabiliyor ya...
-Bu mu sinirlerini hakim olmak... hem ben onu sinirlendirmek için yapmadım.
-Yaaa tabi... zaten sen ne onun için babasını hapisten kurtarırsın... ne çiftlikleri ellerinde kalsın diye borçlarını üstlenirsin... onunla hiç ilgin yok... biliyorum... hiç anlatma...

Geçerken Defnelere bir uğramalılar... Ev ortamında, yöresel yemeklerle ağırlanmak ve nişanlısıyla tanışmak isteyen bir iş adamı geliyor bu gün İstanbuldan... haber vermeleri vede izin almaları lazım Neriman Hanımdan. İştahına düşkün bu müşteriyi evlerinde ağırlarken, Fatma’nın yardım edebileceğini söylüyor Neriman... Öyle ya...onun üzerine, yöre yemeklerini kimse yapamaz...

Çiflik girişinde Ökkeş’i gören Demir’de yararlanıyor bu zorunlu ziyaretten. DNA testinin gerekliğini söylüyor ona... teyzesini de ikna etmeye çalıştı bu konuda... yoksa onun isteği değil, Demir götürdü e.min olmak içini konuyu Süheyla’ya. Demir okumuş adam, bilir ne yapılması gerektiğini, Ökkeş uymaya razı çoktan. Şehre getirir test için gerekli saç telini oyalanmadan.

Cemal Ağa’nın yalnızlıkla başı dertte... Madam’ın pohpohlamasına alışmış, ilgi istiyor her şeyde. Beğenmediği hizmetçilere esip gürlüyor evde. Damada uğruyor işyerinde... ama saat kaç oldu...gelmeyecek gibi Kerim bu gün işyerine.

Süheyla çağırtıyor Aslan’ı Arif Efendi ile... hani akşam konuştular ya Demir’le... iş teklif edecek,... yakın olsun bu yolla bari ağlu ona. Ama Aslan yabani... ters cevaplar gönderiyor geri... kimsenin ayağına gitmez Aslan, gitsin söylesin Süheyla Hanım’a Arif Efendi. Elbette yolunca iletiyor Aslan’ın cevabını hanımına, bir de ekliyor zaten işi olduğunu, köy pazarında olacağını. Süheyla’da alıp Meleği tutuyor pazarın yolunu. Karşılaşıyorlar... ayağına çağırıpta yapamadığını pazarda yapıyor Süheyla... araba kullanabilen birine ihtiyaç duyduklarını söyleyerek, yüksek bir maaşla onlarda çalışmaya ikna ediyor oğlunu... Hemen o gün işe başlıyor Aslan.

Leyla, Kerim ile Demir’i ziyaret ediyor şehirde... üçü de Demir’in ofisinde... artık tatili de bitmek üzere... herkes Antakya’ya geldi, İstanbul’a dönmek çok zor geliyor, hüzün çökmüş üzerine... Kerim üzülüyor kardeşine... onu geride, yalnız bıraktıklarının farkında, iş teklif ediyor şirketlerinde... Sıkı bir finans danışmanına ihtiyaçları var ve işte o burada. Leyla’nın gözleri bu teklife Demir’den gelecek küçücük bir teşviğin peşinde... ama farkında değil Demir, gömülmüş tamamen önündeki dosyaların içine.

Akşam Demir’in üzerinde çalıştığı dosya, bu sabah Sevinç’in elinde... ne olduğu anlaşılmayan eksik bir resimle... Demir Bey’in ofisine götürülmeli, çiftliklerin birleşmesiyle ilgili sigorta işi başlasın bir an önce. Sevinç yıkıveriyor bu görevi Asi’nin üzerine... Biraz işi var Asi’nin, halledip gider Demir’e... bu iş, kendini Demir’le bir kez daha görüşmeye hazır etmek olmalı... damağında hala bu sabahın tadı.

Asi, Demir’in ofisine geliyor ilk defa. Sekreteri telefon ediyor Demir’e... bir hanım geldi, evrak getirmiş onu bekliyor dışarıda... Misafirleri varmış yanında... “Beklesin’ diyor Demir telefonda. Asi bozuluyor bunu duyduğunda... sabahın hıncını aldığını düşünmeden duramıyor, başka türlü düşünmesi mümkün değil o anda.

Nice sonra Kerim çıkıyor ilk Demir’in odasından, peşinde Leyla. Müjdeli haberi veriyor, kadeşide artık onlarla çalışacak, Antakya’da kalıyor... kapı ağzındaki konuşmalar ulaşmış olmalı Demir’e... oda kapısında beliriyor... Asi’yi orada görmenin verdiği şaşkınlıkla soruyor, “Sen burada mıydın?” Epeyi oldu Asi geleli... Demir safça soruyor, neden girmedi içeri... “Beklememi söylediniz Demir Bey”... Sekretere dönüyor aniden Demir’in gözleri... evet...evraklar için birinin geldiğini telefonla bildirdiğini hatırlıyor... kızmada kızamaz, ne bilebilir sekreteri Asi’nin onun için önemini... Sekreterinin ona uzattığı dosyaları alırken Asi’nin sabahın misillemesini yaptığını sandığından e.min gibi... Çok mu bekledi... kızmasın Asi, gelsin odasına, izzah edecek Demir ona... Demir’in sesi Asi’yi orada görmenin beklenmezliğiyle, sıcacık... bir şeyleri telafi etmeye çalışırcasına, bedenindeki sokulgan hareketler eşlik ediyorlar ona... Asi ise, kırgınlığına pekişmiş içerlemişliğiyle karşılık veriyor... tersyüz ediyor bu sıcaklığıda, sokulganlığıda... Gereğinden fazla bekledi zaten... aslında her anlamda... İzzah falan istemiyor... gitmek istiyor, sadece şu imza işini halletsinler, yeter...

Demir masasında, Asi ‘yi yerleştirmiş misafir koltuğuna... telefonlara bakmaktan ilgilenemiyor bile onun getirdiği evrakla... Asi terslenmeye devam ediyor...”Demir Bey, bir imza için randevu mu almam gerekiyor? Artık gitmek istiyorum.”... Demir onu bilerek bekletmediğini söylüyor, adını verse böyle olmazdı. O da kimin beklediğini sorsaydı. Hiç bitmiyor aralarındaki yanlış anlaşılmaları... Bir telefon daha ... Asi bekliyor hala... Kusura bakmasın, görüyor ya, Demir’in yanında ama buna rağmen beklemek zorunda. Kapı bu defa da... sekreter giriyor odaya... Asi’nin dosyasındaki eksik fotoğrafı farketmiş... Düşmüş olmalı Asi’ninde bilgisi var bu konuda... ekleyecekti zaten... bir tane daha çıkartıyor ve veriyor kıza... Demir asabileşiyor... alıngan bu fotoğraf konusunda... ceketinin göğüs cebindeki işbirlikçisi cüzdan hissettiriyor kendini... yapabilse parmak kaldırıp ele verecek Demir’i... ama sadece sinsi sinsi dürdüklüyor... “Seni gidi... seni!..” Suçlulukla sekretere yükleniyor Demir... Bu sorunu Asi Hanım ile dışarıda halledebilirdi, sırası mı şimdi?.. Kızıyorum Demir’e ... ne günahı var sekreterin diye... Asi’nin oraya geldiğinden beri dilinden düşmeyen ‘Demir Bey’leri kalıveriyor geride... Ahh bu arada yüzünü bir görebilse... ‘Demir Bey’ değil o sevdiği... müdahale ediyor doğalca sevdiğinde gördüğü haksızlığa... “Bu kadar sert çıkmana gerek yoktu.” Bir anda farklı bu ses tonu, bu çıkışma ile dönüyor Demir ona... “Sert çıkmadım”... Kime, nasıl davrandığının farkında bile değil... “Asi... saçmalıyorsun!” diyor Demir ama Asi öyle olmadığını çok iyi bilir... onu işçilere davranışı için eleştiren yoksa Demir değil midir?..

Yaşanan o birkaç saniyelik suskunluk anında, neler var akıllarında... Bir yanlış anlamayla, Asi’nin haksızlık ettiğini sanıpta... nasıl sürüklemişti Demir, onu ağıla... öfkeliydi... senelerin haksızlığını yüklemişti Asi’nin davranışına... Durmamış, öfkeyle geri akmıştı Asi’de ona... Bu, ona doğalca akışı o zamanda istiyordu, şimdi de... her seferinde... daha fazla... Asi’nin bir alışkanlığa dönüşmeye başladığını farkettiği günlerdi onlar... şimdi ise geri döndürülmez biçimde bağımlısı olduğunun farkında... uzak durmalı ondan, ama nasıl... yorgun kendiyle çatışmaktan.

Bir yanlış anlamayla, Asi’nin haksızlık ettiğini sanıpta... nasıl sürüklemişti Demir, onu ağıla... öfkeyle cezalandırmıştı onu kazma-kürek’le çalıştırmakla... ve sonrasında, nasıl kaygıyla ona gelmişti, yaralanmış olduğunu anlayınca... inatla durmuş ve tereddütsüzce elini istemişti ondan... bereli elini ona bırakışı ve sıcağına açışı, daha farklı değildi geçen gece kendini Demir’e bırakışından... Demir’e teslim olabileceğini farkettiği günlerdi o günler... eliyle başlamıştı bu teslimiyet... ama duygularından e.min olmayan bir adammış Demir meğer. Uzak durmalı ondan, ama nasıl... yorgun kalbinin sesini susturmaya çalışmaktan.
Kapıda bir hareketlenme oluyor tekrardan. Neleri böldüğünü farketmeden... Leyla dalıyor odaya, tanışıklığın verdiği rahatlıkla bu defa... Demir hala o günlerde mi... “Bu da kim” dercesine bakıyor Leyla’ya, sırası mı da diyemiyor ona... Af diliyor böldüğü için Leyla ama rahatsız ediyor işte onları, ne fayda...

Asi fırlıyor yerinden... dosyalar elinde Demir’de peşinden... odasının çıkışında yakalayabiliyor onu... sesleniyor ardından...”Asi...”... öfkeyle ona akışını mı hayal ediyordu az evvel... ... Asi hışımla dönüyor Demir’e... “Evet...”... öfkesi bile besliyorken onu nasıl uzak duracak ondan... ama onu böyle üzmeye, kırmaya devam edemez... kendine hakim olmalı, geri durmalı... halsiz bir “Hiç!” çıkıyor dudaklarından. Asi’nin Demir’deki kaybolmuşluğu da zaten hiçlik sınırlarında... “Hiç mi?” diyor... o da güzel... hızla tırmanıyor ona doğru bir kaç basamağı... oldu olacak söylesin ondaki ‘hiç’lerin sınırlarını. Hiç anlamıyor Demir’i... Hiç anlamıyor, ne yaptığını, ne düşündüğünü, ne hissettiğini... bildiği tek şey onunla iletişim kurmanın imkansızlığı... şunu da bilsin ki, o da ‘hiç’ istemiyor Demir’le gerek olmadıkça karşılaşmayı.

İhsan için bu kendine inancını kaybettiği an... ulaşılmaz bir geçmişte kör yaşamışlıklarına ne yapabilir bir insan... ne ileriye gidebiliyor, ne geriye... asılı kalmış bir zamanda, sanki hala köprünün üstünde öğrendiği gerçekle yüzleşip yüzleşip bekliyor... kendi yüzüne bile bakamazken, ailesiyle yüz yüze gelemeyeceğinin bilinciyle... ağılda yalnızlığına gömülüyor...
Teyzesinden aldığı ve sonrasında Ökkeş Efendi’nin ona getirdiği saç tellerini, labaratuara tahlile bırakıyor Demir... gergin bir bekleyiş başlıyor... Gonca ise, tereddütlerine rağmen, Ziya denen gençle tanışıklığını yavaş yavaş ilerletiyor... cesur adımlar atmaya hazırlanıyor... Cemal Ağa da, ispiyoncularından öğreniyor ki, Demir bey bir DNA tahlili bıraktı hastaneye, netice ertesi gün çıkacak, akşam vakitlerinde...

Ertesi gün...
Defne akşam yemeğine hazırlanmakla geçiriyor gününü, ütülenen elbiselerle, aynı zamanda gerginde... ya Süheyla bu yemekte de onu küçümserse... Asi tarlalarda işçilerin peşinde... babası hiç görünmüyor ortalarda... ne yapıyor ağılda bir başına... endişelenen annesini öpüp yanaklarından sakinleştiriyor... gidip baksın, derdi neymiş öğrensin babasının... yapabilirse alsın getirsin yanlarına. Cemal Ağa, asıl olayın olduğu damadın evine gitmeye pek kararlı bu gece... ögrendi ya testin neticesi çıkacak bu akşama... duramaz konakta. Tahlili alıyor sonunda Demir gerçekten de... teyzesinin kuşkusu yoktu zaten ama e.min oldular böylece... Süheyla bulmuş oğlunu meğerse... pek çok şeyi değiştirecek bu. Nasıl olacak o asabi çocuğun aileye uyumu... Ökkeş’i arayarak soruyor... çiftlikte buluşsunlar mı?

Asi’nin babasıyla ağıldaki konuşması bir netice vermiyor... aralarında oluşan mesafe onu gittikçe daha çok korkutuyor. İhsan sadece yalnız kalmak istiyor... bazen susup beklemeyi bilmek gerekir, zaman her şeyin cevabını verir... bazıları bunu bilmiyor.

Kerim, Leyla eve dönmüş çoktan... Fatma Ana, Süheyla Hanım’a yardıma gelmiş, harıl harıl ocak başında... çalıştırıyor evin gençlerini yanıbaşında... herkes bir işin ucundan tutmuş, akşama hazırlık yapılmakta. Melek, Aslan’da dahil... evde kim varsa, mutfakta. En son Demir geliyor eve... tahlil neticeleri cebinde... Aslan’ı görüyor... Teyzesiyle... Annesiyle birlikte... görünmeden kimseye dönüyor geriye... Nasıl altından kalkacaklar bu işin... teyzesi oğlunu kazanmak için şimdiden kolları sıvamış bile... böylesi hızlar korkutur Demir’i... korkutuyor şimdi de.

Aslan Melek’i aranmak için salona bakınıyor... duvardaki resimler ilgisini çekiyor... Resimlerden birinde Süheyla hamile... Kozcuoğlu terasında çekilmiş bu resme, dikkatli dikkatli bakarken Demir salona giriyor... Acıyor mu... garipsiyor mu... Aslan’dan önce kendi mi uyum sağlamaya çalışıyor... ne hissettiğini tam olarak o da bilmiyor. Kendini onun yerine koymaya çalışıyor... onu tanımadığı için bu mümkün de olmuyor. Bu yetişkin bedenindeki çocuk adama, gerçekleri nasıl söyleyecekler... onun deli dolu hallerini... bizzat yaşadı... biliyor. Aslında o odada, geçmişin birbirine bağladığı iki talihsiz çocuk duruyor. Şu gerçekler ne garip... kendilerinden hiç ödün vermiyor. Şimdi ortaya çıkmışlıkları bir şey değiştirmiyor. Onlar öteden beri, kuzen... ama daha birbirlerini bile tanımıyor... Hayat ne kadar farklı olabilirdi... Bir acımasızın elinde kaç kişinin geleceği kurban edildi, yaşamlar söndü yada telafi edilemez şekilde değişti... kaç kişi bedel ödedi... ödemeye de devam ediyor.

Süheyla Demir’den öğreniyor tahlil neticesini... çiftliğe çağrılan Ökkeş ile Aslan’a gerçeklerin söylenmesi konusunda konuşuyor bahçede... yaklaşımı ise ilk sinyallerini veriyor hırçın bir Süheyla’nın yine... umursamıyor kimseyi... ne öldürmeyip oğlunu bu günlere kadar yaşatan bu babayı... ne onu evlat bilen anayı... Sanki ben senelerdir acı cektim, biraz da siz çekin der gibi... onun hayatı bitmedi... Ökkeş ile Fatma’nınkide bitmez... Bu konuşma hoşuma gitmiyor... tehtitvari bir uyarı geliyor “Bu işi bir an önce hallet.” Bir anne müşfik olur... ama Süheyla daha anne değil ki, olamıyor... Neler olup bittiğini soran Aslan’ı ise Ökkeş’in peşine gönderiyor... biraz ‘hız’lı davranırsa yetişir ona... Ökkeş anlatır gerekeni Aslan’a... Oysa şu an Ökkeş aklı başında değil kendi için bile... değil ki oğluna, oğlu olmadığını onu incitmeden söyleyebilecek halde... ‘hiç’ değil...

İşte Demir’in korktuğu hız... susup beklemeyi bilmeyen hız... zaman herşeyin cevabını verir, demeyen hız... alıyor dizginleri eline...

Yemek vakti gelmiş... Defne yürüyerek geliyor Demir’lerin çiftliğine... Kerim karşılıyor onu bahçe girişinde... ne güzel olmuş böyle... Asi ise babasıyla yaptığı konuşmadan dönüyor... Demir’le görüşmek istediği için orada... yine birşeyler dönüyor olmalı geçmiş ile ilgili ortada. Önce Demir’in ondan uzaklaşışı, ardından babasının bu garip davranışları... neler oluyor öğrenmek zorunda. Yanlarına gelen Demir’e soruyor... “Vaktin var mı?.. Biraz konuşabilir miyiz?”... yürüyorlar bir parça, evden açığa... Soruyor... “Aniden... böyle uzaklaşmanın sebebi... yine sizin geçmiş meseleleriniz mi?” Eğer bu olanlar babasıyla ilgiliyse bilmek istiyor Asi... Bir aşk tutulmasıydı onlarınki ve geçiştiler birbirlerini... etkisi hala sürüyor bütün gücüyle ve sızıları her yerinde... ama kabullendirecek yüreğini ki Demir onu bir nedenle reddetti. Fakat babasının mutsuz olmasını istemiyor Asi. Neden sadece gerçeği anlatmıyor Demir... kabullenmenin en kolay yolu budur...

Hiç bir kolayı yok bunun... yanılıyor sevdiği. O gün Ökkeş’e soruyordu... “Başkalarından öğreneceğine, Aslan’ın gerçekleri senden ögrenmesi daha iyi değil mi?..” Benzer bir çıkmazda da kendi. Bu noktaya gelindi ya... bir şekilde ortaya çıkacak gerçek, bu belli. Teyzesini tanıyor... uzaktan oğluna bakmak yetmeyecek... oğlunu sahiplenecek, açıkça söylediği gibi.... Geçmişte yaşandı sanılan her bir anı değişecek bu gerçek... Asi, en değerli varlığında tutunacak yer bulamayacak... onu bu gerçeğe hazırlamak belki de Demir’in görevi... biliyor, sevdiğinin düşeceği boşluk dipsiz bir kuyu gibi... haber salmalı yüreğe, dili döndüğünce, elverdiğince... o zaman dinlemeli, Asi...

Anlatıyor Demir, onyedi yaşındaki bir kızın hikayesini... saf sevgilerden geçiyorlar o gece Asi ile birlikte... güvenlerden geçiyorlar... Cennet ile cehennem yanyana ... bunu görüyorlar... Aşka teslimiyette bir bebek kollarında... yalnız kalıyorlar, sevensiz kalıyorlar... anneden koparılan can ile çaresizlikle yanıyor, öylece bakıyorlar... Bu kadın teyzesi işte... ‘O adam’ı soruyor Asi... o kim peki... kim genç bir kıza bu insafsızlığı yapar... ama bitiyor burada Demir’in hikayesi... Bu saf topraklara geçmişin tohumlarını daha fazla ekemeyecek... bu kadar yapabildiğine bile şaşkın gibi bu yürek... ‘O adam’ı Asi bulacak... bulduğu zaman da Demir’e hakverecek...

Ökkeş’e yolda yetişen Aslan... bir hız’ın kurbanı... Doğru adam... yanlış zaman... yanlış söylem... Aslan’ın yüreğini kasıp kavuruyor... O da kasıp kavurmalı bir şeyleri... O sır ahırda mı kalmalı demişti baba sandığı babası... o sırla birlikte, Aslan’la birlikte, o ahırda kasıp kavrulmalı...

Bir can pazarı yaşanan artık bundan sonrası... Aslan ateşe veriyor kendi elleriyle yalanı...
 
 
17. Bölüm
Kapsamlı Fragman