Sample picture
 
Karşısındaki Asi olsa... “Gözümden kaçtı sanma...” derdi ilk anda... “Ali yanımdayken... yüzünü gördüm... öfkeden delirdin” ... haklı da olurdu, baştan sona. İyi gelsin istiyor yumruğu Demir’e... bir anlık rahatlama ama, hepsi o kadar işte. Sorunlarının hiç birini çözmüyor... Demir’i değiştirmiyor. Sadece Ali’nin karşısına taşıyor. Ne yapmalı şimdi Ali... O da vurmalı mı Demir’e... kıyasıya dövüşmeli mi?.. Hayır... Öfkesini kusup rahatlamasına izin vermeyecek Demir’in... mahir onun mücadeleleri. Atlar... arabalar... ve kimbilir daha neler... denenmiş çoktan. Nasıl cazip görünüyor şimdi bir insanın üzerinde denemek gücünü ve kontrolünü acımasızca. Yepyeni bir meydan okuma çıktı karşısına... bayılıyor buna. Kıvrandırırken bu demir adamı orada, Asi’ye uzanmak farklı bir zevk olacak kendi adına... Daha çok öfkelensin bakalım. Sonu nereye varacak. Bir anlam verememişti bu kadar mesafeli durmasına... şimdi taşlar yerine yerleşti anca.

Demir, Ali’yi dinliyor... gözlüyor... yanağında yumruğunun oluşturduğu berelenme apaçık ama bakışlarındaki ışıltı daha çok gözüne batıyor . Bu adam onu oyununa çekti, farkediyor. Can mücadeleleri oldu Demir’in... yapay mücadeleler, senaryolaştırılmış güç denemeleri aramak zorunda kalmadı hiç... Bir sınavdı hayatı baştan beri. Dorukları, mükafatları... acılar sonrası dinginlikleriydi, şükretti vardığı o anlarına... Şimdiyse insanları da hayata bakış tarzına alet eden bir adamla baş etmek zorunda. “... ama ben işimi böyle halletmem” dediği anda dayanamıyor daha fazla... “Senin neyi nasıl hallettiğini gördük” diyor... “Yalnış yaptın”... Asıl yanlışı Demir’in yaptığını düşünse de Ali, uzatmak istemiyor bu konuşmayı Demir... “Asi’yi rahat bırak” diyor. Konuşmaya kalkışmayacak kadınını bu adamla... uzak durmasına gerek yok... rahat bıraksın, kirli oyunlarını oynamasın yeter... Asi bilir ne yapacağını onunla. Kaldırıp koymayacak ama Ali bu konuyu bir yana... Asi’nin hayatında biri var mı diye sordu en başta ona... Asi’yi beğendiğini açık açık söyledi, Demir o zaman konuşacaktı, aralarında bir şey varsa. “Anlamış olmalıydın.... Cevabını da şimdi aldın” diyor Demir. Onun için bir olasılık bile olamayan bu açıklama bir şey değiştirmeyecekti yapılsaydı da... Şimdi biliyor da değişiyor mu... değişmez söz konusu Ali olunca. Kendi bildiği yolda devam ederdi, edecek de... açıkça söylüyor bir kez daha. “O zaman ayağını denk al” diyor Demir... İstediği gibi at koşturmasına müsade etmeyecek, gözü hep üzerinde olacak, bilsin bunu da. Bu yumruğun bedelini ödetecek Ali... hedefi de belli... ‘Demir’in Asi’yi tamamen kaybetmesi”... Demir’in gözleri... durmuyor... ‘benim olan hiç bir şeyi alamazsın sen’ diyor... Demir’i böylesi dik tutan, içindeki zorbanın gücü değil, sevdiğine güven. Onun olmadı Asi hepten ama bu birşey değiştirmiyor... Demir’in kadını o... o kadar çok yolla birbirlerinin oldular ki... sevişmek gerilerden geliyor. Artık onu tanıyor... ne yapar biliyor... “Elinden geleni ardına koyma!” Ali. Demir seni bekliyor.

Saatler ilerliyor ama akşamın olayları durulmuyor...

Neriman... Asi’yi bekliyor salonda... işe girer girmez geç gelmeler başladı... hiç hoşuna gitmiyor ... söylüyor bunu kızına.

Süheyla... gençler aşağıda film seyrederken kendi yarattığı görüntüleri izliyor boşlukta... Ne hata yaptı... neden hala yaşıyor... ne yapmak istediği bir şey var, ne de hayalleri şimdi. Gözleri kör eden bir aydınlıkta ablası görünüyor ona... yokluğunu taşıyamıyor onun Süheyla.

İhsan’ı rahatlatsa da Demir’in İskenderun işinin içinde oluşu... bu gece sözleşmeyi imzalaya gelmediğini öğreniyor Asi’den o da. Demir’le son konuşması dönüp duruyor kafasında.

Demir... eve geldiğinde, Kerim’lerde güle oynaya bıraktığı kardeşlerini endişeli buluyor teyzesinin başında... Kendini iyi hissetmemiş Defneler’de, eve getirilmiş Süheyla. Gençler, durumu değerlendiriyorlar hep beraber salonda. Melek izzah ediyor Demir’e... Hani Süheyla’yı uyur bırakmışlardı ya... eve döneceklerini haber vermeye yanına çıktığında, kendi kendine konuştuğunu duydu teyzesinin, Melek... hali hal değil Süheyla’nın... Demir’in canı sıkılıyor duyduklarına... doktora gitmesi için ikna etmişti teyzesini... gitmiş... buna rağmen daha kötüleşmiş olmasını anlamıyor ne kadar uğraşsa da. Nasıl bir çaresizlik bu, başı ağrıyor artık bu gecenin olanlarına. Neyi eksik yapıyor olduğunu düşünüyor... tabi ya... doktoruyla temas içinde olması lazımdı... bunu düşünemedi nasılda. Aslan gönüllü oluyor bu konuda... ertesi gün gidip konuşsun annesinin doktoruyla.

Asi’nin ziyaretçisi var bu akşamda... yatağında elinde kitabını okurken Gonca süzülüyor odasına... yer açılıyor yine bu sohbet yatağında ona... Yüzünde güller açan bir kardeş ama bu defa... Bebekleri olacağını söylemiş Ziya’ya... kocamanda bir öpücük geliyor Asi’nin yanağına. Bu bir sır mıydı yoksa? Ziyanın bunu öğrenince gitmekten vazgeçtiğini söylüyor Gonca... sorumluluk almayacağını, kaçıp gideceğini düşünüyordu oysa. Zamanla birbirlerini daha iyi tanıyacaklarını düşünüyor Asi... sorunları yavaş yavaş çözecekler... herşey daha iyi olacak... görecek Gonca. “İnsan sevdiğini ihtiyacı olduğunda yanında istiyor... bulamayınca çaresiz ve güçsüz hissediyor”... Asi bunu kendinden biliyor... o çorak bir toprağın suya çaresizliğini yaşıyor Demir’sizken hayatında... güçsüz tutunmaya çalışan inancı, sevgisi, aşkı bu kuraklıkta...

Süheyla üzerinde kıvrıldığı koltuğunda... girmemiş bile yatağa... uyuyakalmış orada... sesler çağırıyor onu yanına... Aslan evdeki tıkırtılara uyanınca, annesinin yatağını boş buluyor... fırlıyor ardına.

Süheyla’nın kararlı adımları bulduruyor ona acıları. Kozcuoğlu Çiftliği, ne çok ıztıraba ev sahipliği yaptı... hatıralar hala eziyet çekerken orada... Süheyla’yı da çağırmışlar yanlarına... o ahıra. Acılar içinde bu kadın dolanıyor oralarda. İhsan’ı bulmak için çalışma odasına gelen Neriman farkediyor dışarıda bir hareketlenme... hemde gecenin bu saatinde... “Kim var orada?”... Kocasının çekmecesine uzanıp tabancasını alıyor... sanki kullanabilir lazım olsa... Elinde tutmayı bile beceremezken... yüzü korkudan bembeyaz, düşüyor dışarıdaki tıkırtının ardına o da... Süheyla’mı o... Ne arıyor burada? Gecenin bu saatinde ödü patladı Neriman’ın da. Aslan yetişiyor tam bu sırada... Amann... Amannnn Neriman Hanım... dur... elinden bir kaza çıkacak... Aslan çağırdı Süheyla’yı buraya... sağolsun uğradı o da... korkuttular mı Neriman’ı... hemen gidiyorlar, iş çıkardılar başına. Neriman elinde silah... söyleniyor onlar giderken... Gündüzler çuvala mı girdi?... Koşa koşa İhsan’a gidiyor, anlatmaya... Aslan Süheyla’yı eve getiriyor ve yatırıyor yatağına ama ayrılmıyor bu defa... yalnız bırakmıyor onu, kalıyor başında.

Ertesi sabah... Antakya’da kahvaltı masalarını dolaşıyor kameramız... hepsi başka bir dünya... durulmamış hiç birşey... hızla oluyorlar hala...

Gonca ve Ziya bebekleri olacağını söylüyorlar anne ve babalarına kahvaltı masasında... İhsan Dede olacak, kendisiyse büyükanne... çığlık çığlığa ve gözyaşlarıyla veriyor bu haberi Neriman, Fatma Ana’ya...

Komşu çiftlik... Ana-oğul masadayken, Demir katılıyor onlara... birlikte kahvaltı yapmayı özlemiş onlarla... Neredeyse yataktan sürükleyerek çıkaracakmış Süheyla’yı Aslan... Demir takılıyor kuzenine... “Şııhhh... sen geldin, bizim pabucumuz dama atıldı paşa...”... Artık kendi de şaka yapabiliyor bu konuda... Ne kadar geride kaldı o endişe dolu günler... bambaşka kaygılar var şu anlarında.

Ali... şehirde... kahvaltısı geliyor oteldeki odasına, gazetelerle birlikte... 23 Mayıs... Hem gazetenin hem önündeki evrakların üzerinde... Asi’nin doğumgünüymüş bu gün... onunla öğreniyoruz bizde...

Kerim ve Defne’nin de kalvaltı masasındaki konu da... Asi’nin doğumgünü... ama ikinci bir haber ulaştırıyor Neriman onlara, telefonla... Bebek bekliyor Gonca...

Kahaltılar bitiyor sonunda... artık herkes işinin başında. Ali en hızlısı... biliyor ki, ailenin ağzından bilgi almalı... Kerim ve Defne ile bir öğlen yemeği ayarlıyor. O telefonu kapatırken, Demir içeri giriyor... Avukat aramış... sözleşmeler hazırmış... o evrakları alıp gelirken yalnız bırakıyor misafirlerini odasında... Bir an yine kavga etmeye geldiğini düşündüğünü söylüyor Ali... olanlardan sonra, ilginç buluyor Demir’in ortaklıktan vazgeçmeyişini... Aksine beraber çalışmaya can atıyor Demir... görecek bakalım Ali işinde gözü pek mi?.. Ali içinse problem yok... Asi’nin bir evvelki akşam imzaladığı evraklar geliyor Demir’e... İmzasını koyuyor Asi’nin yanındaki yerine... ortak oluyor Ali ile.

Asi, İhsan’ın raporlarını ulaştırmak için Ali’nin ofisine geliyor... Aracını parkedip kaldırıma çıkarken, bir çiçekçi kadının önünden geçtiğini görüyor... sarı-beyaz papatyalar sepetinde... Kaçırmıyor baharın bu mütevazi habercilerini Asi. Gözleri takılı kalıyor çiçeklere. Demir geçiyor içinden, onlarla birlikte... ‘Neden?’ diye düşünemeden... karşısında buluyor onu... tam da Ali’nin şirketinden çıkmak üzere. ... Asi’yi görmeyi beklemiyordu Demir bu kadar erken. Ama işte karşısında... gözleri papatyalara takılı Asi, sabahına giriyor aniden... o kadar garip yaşandı ki herşey, bir çiçek bile veremedi sevgilisine daha... kucağındaki kankırmızı gülleri koklaya koklaya ona bakışı geliyor bir an için aklına... inatlaştı, tek bir tane bile vermedi Asi’ye orada... pişman şimdi... dünyanın bütün güzel çiçeklerinin arasında kaybolsun istiyor sevdiği... gözleri takılı kalıyor aşkına... sorunları kayıplara karışıyor bir anlığına. Papatyalar gibi taze sevgilisi bu sabah... bu aralar tek güzel şeyi... canlandırıyor Demir’i...

Demir ‘merhaba’ diyerek ona doğru yaklaşıyor... içindeki bu hisse ne demeli... “Dün gece neden gelmedin?” demek oluyor ilk işi... sözleşmenin imzalanacağını ona söylemişti. Unutmuş olamaz. Demir’in gözler kısılıyor, kaşlar çatılıyor... düne bir şey yapamaz ancak sevimsiz bir ifade, onun da bu gelemeyişten hoşlanmadığını açık ediyor... “Biliyorum... ama gelemezdim. Son anda işim çıktı” diyor... Asi imzaladığını söylüyor... Demir’de az evvel halletti o işi... Ali’nin telefonundan bahsetmek istemiyor Asi’ye. Ali onun babasının güvendiği biri, kendi seçimiyle de bu adamla işe girişti... sanki ‘gör bak güvendiğin nasıl bir kişi’ der gibi Ali’nin yalanlarını yüzlemek istemiyor. Bunları Asi görmeli... bir gün görecek, biliyor adı gibi. Diğer taraftansa, merak sinsi sinsi içini kemiriyor... onu kendi haline bırakamıyor... soruyor, “Akşam nasıl geçti. Ali ile iyi vakit geçirdin mi?”... Sorusuna cevap gelmiyor sevdiğinden ama güzel bir yer seçmiş Ali. “Keşke gelebilseydin” diyor Asi. Akşam telefonun saatine kayıp duran gözleri... bir cevap aranıyor onun gözlerinden şimdi. Belki de gelmemesi daha iyi oldu. Pek eğlenceli olmuyor üçünün bir masada bulunuşu. Neden üzüyor ve düşündürüyor onu Demir’in bu sözü... Asi’yi de ürkütmüyor mu bu üçlü... “Evet” diyor “İskenderundaki gece tatsızdı.” Hatırlamak istemiyor Demir İskenderun’daki geceyi... Ali uzanıp Asi’ye dokunduğunda, içini kasıp kavuran fırtınayı... gözleri puslu bu karelerde Demir’in... kara kara bakmıyor Asi’ye... belirsiz bir şeyler saklıyor geride. Farketmiyor Asi nedense... onun içini kasıp kavuran ise Demir’in kendisini her görüşünde içine kapanışı... geri çekilişi... yada bu herneyse Asi’yle ortaya çıkan ruh hali... artık taşınmaz hale geldi... “Aslında senin beni görünce keyfin kaçıyor. Seni rahatsız ediyorsam söyle.”... Böyle mi görüyor sevdiği... Asi nasıl rahatsız eder Demir’i... şaşırtıyor söyledikleri. Demir böyle mi karşılık buluyor Asi’de... nasıl ikna edebilir onu kendine... “Bu doğru değil Asi... ama yine de öyle hissettirdiğim için afedersin” Asi onu zorlamadan ağzından hiç laf alamayacağını anladı çoktan... yalan söylemez Demir... hiç söylemez istemezse, demek ki onu rahatsız etmiyor gerçekten de, sadece başka şeyler olup bitiyor içinde.... o iyi niyetle bunları düşünürken Demir hakkında... “Bazen dünya sadece senin çevrende dönmeyebiliyor” diyor Demir... Nee.. ne... seninle konuşmaya bile değmez Demir... git işine... bende öyle...

Hışımla arabanın arka kapısına yöneliyor, çantasını ve evrak dosyasını alıyor... ama aklı o kadar Demir’in tersliğinde ki... çantanın açık olduğunu farketmediği için bütün içindekiler kaldırıma dökülüyor... Demir anında yanında bitiyor... Bir bu eksikti, Asi bir an evvel Demir’den uzaklaşmak isterken kendini onunla diz dizi yere eğilmiş buluyor. Demir, Asi’yi kızdırdığını biliyor... Ağzına açmasına gerek yok, içinden söylendiğini görebiliyor. Ondan kaçmak isterken de çantasındakiler ortalığa saçıldı... arabasının kapısını ise sanki Demir’e ve aksilikere çarpıyor. “Dur ben hallederim” diyor... yerdekileri toplamak için eğilirken gözleri onunla birlikte eğilen Asi’de... bu eğiliş, sevdiğinin bluzunun altında kalan emanetini ortaya çıkarıveriyor... keskin bakışları bunu kaçırmıyor. Asi suskun... Demir konuşuyor...”Ben hallederim dedim. Benim yüzümden oldu!”... Dikkatini ne kadar yerdekileri toplamaya verebiliyor... elleri bir birbirini buluyor bir bırakıyor... değiyor... değmiyor... tereddütlerle uzanıyor geri çekiliyor... yerdekileri toplamak eziyet oluyor... “Aynan kırılmış”... Asi mahsunlaşıyor... bu ayna kırıklığını nelere yoruyor... Demir, gümüş aynasını silkeleyerek kırık parçalardan kurtarma çabasını seyrederken Asi’nin.. Ali’nin seslerini duyuyor... “Böyle birini kim üzmüş olabilir?” ... Demir üzdü... ve üzmeye de devam ediyor... daha fazla ona bakamıyor... onu böyle görmek kendisini de kahrediyor. Yanyanalıkları... emanetinin sevdiğinin boynundaki her kımıldayışı... buna rağmen, Asi’nin ondan inatla kaçırdığı bakışları... yüreğine saplanıyor. O mesul bu durumdan... o düzeltmek zorunda... ama ‘nasıl’ında takılıyor. Sadece duruma hemen el koyması gerektiğini biliyor. Çantadan dökülenler toplanınca, Asi tek söz etmeden ondan ayrılıyor.

Asi babasının gönderdiği raporları Ali’ye teslim ederken... Ali’de Asi’nin ağzını aramaya çalışıyor... Demir ile görüştüğünü, ortaklığa pek hevesli görmediğini söylüyor. İmzalamaz diye düşünüyorken o, Ali’yi yanılttı ve imzasını attı. Ne yapacağını kestirmek zor... soruyor “Hep böyle midir? Asi cevapsız bırakıyor Ali’nin sorunusu... Demir’le biraz evvel yaşadıklarından sonra, konuşmak bile istemiyor bu konuyu... binicilik derslerine kaydırıyor onu...

Aslan doktoru görmeye gidiyor ama eli boş dönüyor. Sühayla’nın görüşmeye gittiğini ama psikoloğun yanına girmeden ayrıldığını öğreniyor... ... ... Defne, kocasını almak üzere şirkete geliyor. Leyla ile karşılaşıyor, ayaküstü sohbet ediliyor... Hayırdır, niye burada Defne?... Kerim’le çıkıp bu gün doğumgünü olan Asi’ye hediye alacaklar... Ayrıca kutlanacak bir şey daha var... Gonca bebek bekliyor. ... ...Öğlen yemeğinde Kerim ve Defne’yle buluşan Ali, Asi’ye yapılacak sürpriz doğum günü planlarına kendini de dahil ediveriyor. ... ... Süheyla, oğlunun işyerini ziyaret ediyor. İyi gibi görünüyor ama Aslan dün gece yaşananları unutamıyor. Annesine neden doktora görünmediğini soruyor. Süheyla, Demir’i kırmamak için gitmiş meğer randevuya, doktorluk bir işi olmadığını düşünüyor... Ya bir önceki gece olanlar?... Ne olmuş ki? Süheyla karışık rüyalar gördüğünü sanıyor... İhsan’ların çiftliğine gittini hatırlamıyor. Aslan daha da korkuyor.

Demir şirketine dönmüş. Ofisinde Leyla ile konuşuyor. Ali ile ortaklık sözleşmesini imzaladığını bildiriyor... Ne kadar çabuk... ama böyle uygun gördüğünü söylüyor. Kerim’i soruyor... Leyla heyecanla Defne’den duyduklarını onunla paylaşıyor... “Gonca hamileymiş... birde bugün Asi’nin doğumgünüymüş.” Kerim’in karısıyla birlikte hediye bakmaya çıktığını öğreniyor... Neler ile boğuşuyor!.. Bugünün sevdiği kadının doğum günü olduğunu bile bilmediğini düşünüyor. Hayatlarında hiç birşey normal seyretmedi. Hep zor ve çetrefilliydi... küçücük bu bilgi bile normal bir hayata ne kadar özlem duyduğunu farkettirirken ona telefonu çalıyor... Aslan arıyor. Haberler gelmeye devam ediyor... teyzesi doktora gitmemiş... üstelik dün akşamda yine kendini bilmeden evden çıkıp gitmiş... Aslan’ın “İşin doğrusu korktum... Tek başıma halledebileceğim bir iş değil” demesini çok iyi anlıyor. Normal bir hayat mı demişti az önce... hiç kolay bulacağa benzemiyor. O telefondayken Leyla çıkmış çoktan yanından... ama Aslan’la konuşması biterken Kerim giriyor kapıdan... Demir’in yüzünden düşen bin parça... ne yapacak Süheyla’yla... Kerim de farkediyor... “Ne oldu yine... yüzün düşmüş... Süheyla Abla mı... Asi mi?” diye soruyor.

İkisiyle de durum birbirinden beter... ama teyzesinin sağlık sorunları ağır basıyor... Kerim’le bunu paylaşıyor... Teyzesinin durumunun pek iyi olmadığını söylüyor... Kerim’de buna katılıyor, ne yapabilirler bilmiyor? Her ikisi de endişeli... Kerim, ortamı biraz değiştirmek için Asi’nin doğumgünü olduğunu söylüyor. Demir bunu duydukça kendini daha garip hissediyor... kendi dışında herkes bunu biliyor... “evet... duydum” diyor... neyseki... etrafındakiler ona söylüyor. Aslan’ın telefonundan beri, elleri ceplerinde hop oturup hop kalkıyor... iki karışlık yeri arşınlayıp duruyor... yerinde kalamıyor. Kerim’den biraz daha bilgi gelmeye devam ediyor. Aile içinde bir kutlama olacakmış. Defne harıl harıl hazırlık yapıyor. O ne yapmayı düşünüyor?.. Demir ile Asi’nin arası pek iyi değil... “Siz keyfinize bakın” diyor. Can alıcı soru geliyor... “Asi, Süheyla teyzeye olanları bilmiyor hala değil mi?”.. Sorun bununla başlıyor. Demir’in gözleri dostuna dönüyor... Herkes kendi derdini kendi çözecek. Tek başına... Böyle kapanıp kimseye birşey anlatmazsa kim ne bilsin Demir’in ne yaşadığını? Kerim’e bile duvar gibi... Hadi o neyse... Asi ile niye konuşmuyor?.. Onunla dertlerini, kaygılarını neden paylaşmıyor? Demir, azar işiten bir çocuk... başı önünde, omuzları çökük, masasında küs, oturuyor. Kerim’in söylediği herşeyin doğru olduğunu biliyor. Meşum intihar olayının onu Asi’den uzaklaştırışına katlanamıyor... onunla ayrı düşüşleri hayatını zehir ediyor. Yalnış yaptığını biliyor, meydan verdi bu olayın onların arasına girmesine... boş bulundu... geri dönüşü olmayan bu hata, yutkunduruyor... gözleri yanıyor. Asi’nin gittikçe ondan uzaklaştığını hissediyor. “Ona taa başından anlatsam iyi olacaktı”... ama bütün bu karmaşanın içine onu sokmak istemedi... kendi de ne istediğini bilmiyordu ki... Suda birkaç kez teyzesini yakalayamadı. Bu sonradan öyle bir korku yarattı ki, elleri kaskatı kalacak, sevdiklerini koruyamayacak sandı. “Ahh Demir... işte bunlar...” bunları Kerim kadar Asi’yle de paylaşsan... adın gibi olmak zorunda değilsin ki. Teyzen için hassas bir konuydu... kimseye söylemeni istemedi... ama Asi ‘kimse’ değil ki... ona söyleyebilmelisin... İşte Demir’in hayatında deneyimlediği bir başka ilk... Asi-Demir birbiri için ‘kimse’ değil artık... yalnışları yapan, bunu görmeyen Demir. Başını sallıyor, hak veriyor... “Hata ettim evet... ilk fırsatta konuşacağım zaten” diyor. Onu daha fazla üzmeyecek, Asi’nin bu günki kederli ifadesi içinde hala mücadele ederken, ne kadar kolay bunu söylemek. Oysa bu hatasının yaşamlarındaki etkisi tahmininin üzerinde... muhteris Ali’nin elinde çoktan oyuncak olduklarını o an farkedemiyor kendine duyduğu güvenle...

Demir, işten oyalanmadan çıkmaya özen gösteriyor... gidip teyzesine bakmalı... ama daha şirket çıkışında Aslan karşılıyor onları... Melek aramış, Süheyla’ya iyi gelecek birşey planlamış... Leyla bu planlara dahil, Demir değil... onun aklı yatmazmış. Demir işgilleniyor... “Aslan... teyzemi hocaya, üfürükçüye götürmeye kalkışmayacaksınız değil mi?”... Yok canım, ne alakası var, sadece biraz gezdirecekler. Demir izin versin onlara... onlarda izin veriyorlar Demir’e bu arada. Teyzesiyle olmak zorunda diye hiç bir plan yapmadı ama şimdi boşta kaldı akşamı onun da... Bugün sevdiğinin doğum günü... sarılıyor onunla konuşabileceği ilk fırsata... Kolunda sarı-beyaz papatyaların sepeti, çiçekçi kadın hayaller kurduruyor ona... düşüyor yollara.

“Bu gün benim doğum günüm... ama kimse hatırlamadı... resmen unuttular. Demir’le karşılaştık... yine herşey kötü gitti. Anlayacağın harika bir doğum günü geçiriyorum. ” Dudaklarını büzüp bir ‘phırrr’ etmediği kalıyor Asi’nin atına bu yakınışında. Sahibinin elinden taze otlarını yerken hiç umursamıyor bunları o, oysa... iyice şımarmış... otlar yemliklikte duruyor ama o hala Asi’nin elinden yemenin peşinde... sahibinin parmaklarını yalıyor... burnunun nemli dokusuyla ıslatıyor... adeta ‘Boşver onları... bak birlikte ne güzeliz böyle beraber’ diyor... gerçekten de Asi ve Atı çok güzel görünüyor.

Kerim ve Defne geliyor akşama doğru Kozcuoğlularına... bir konuşma geçiyor avlunun kapısında, karıkoca arasında... Demir’in de bu akşam burada olması lazım... biliyor değil mi Asi’nin doğum günü olduğunu... ama bilse ne farkeder... gelir mi... gelmez mi... aralarının düzelmesi için ne güzel fırsat olur... ama Süheyla’ya canı sıkılıyor... zaten davet edilmeden gelecek hali yok ya... akşam Ali geliyor ama Demir yok... bu hiç içe sinmiyor... oturduğumuz yerde bizimde içimiz içimizi yiyor. Ali’nin geldiğini bilirken neden Defne’de Demir’i davet etmiyor? ... ...Ali’nin arabası da köşeden görünüyor... binicilik dersleri için geldi... bu arada da kutlama için şampanya vesaire arabasında... hazırlık yaparken unutmasınlarda... ... ...Gonca ve Ziya pastayı getiriyor... ... Neriman limonataları yapmış çoktan, hazır bekliyor... Cemal Dede, elinde hediyesi, “Nerede benim biricik torunum” diye bağıra bağıra arzu endam eyliyor, Neriman tarafından zor susturuluyor...

Gençler, Süheyla’yı köye doğru bir akşam yürüyüşüne çıkarıyor. Melek, teyzesini köyde oturan Mehmene Hatunla tanıştırıyor. Aslan kendisini buraya kolu için getirmişti, onunla konuşmak çok iyi geliyor. Çekinmeden herşeyi anlatabiliyorsun, insan hafifliyor, içine huzur doluyor, bir konuşsun isterse... Demir’in hatırına psikoloğun kapısına gidip döndü, oğlunun hatırına bu kadından kaçmıyor. Süheyla, Mehmene Hatun’a itiraz edemiyor.

Bu gün Hüseyin’i bir sürpriz bekliyor. Demir abisinin ona işi düşmüş, okul çıkışında, kapıda bekliyor... Bu demirden abi de, kendisi olmadan hiç bir işini halledemiyor... Hüseyin ondan daha mı akıllı, daha mı becerikli bilmem ama daha konuşkan oluduğu kesin... e.min Hüseyin’e güveniyor... Demir abisinin üzerinde biraz daha çalışırsa belki işe yarar diye düşünüyor. Ama sorun, kız meselesiyse Hüseyin’den Demir’e fayda yok... o daha kendi başını bağlayamıyor. Küstürmüş kız arkadaşını... yüzünü çevirip, kaçıyor... Ahhh Hüseyin ahhh... Asi ablanda Demir abine öyle yapıyor. ... .... Demir Hüseyin’i almış arabasında çiftliğe doğru yol alınıyor. Hüseyin, sevdiği kızın fotoğrafını gösterecekmiş Demir’e... “Hani?” diye Demir soruyor. Ama Hüseyinler ayrıldılar, görünce insan daha da üzülüyor. Bu küçük adam tam onikiden vuruyor... Demir onun hiç mübalağa etmediğini biliyor, gözleri bulutlanıyor... “Ayrılık sevgiye engel değil ki Hüseyin, ayrı olsanda sevgin kalbinin içinde biryerde büyümeye devam eder” ... Hüseyin’i ikna ediyor bu sözler, resmini gösteriyor arkadaşının Demir abisine. Biliyor mu ne... bu kızı tekrar kazanabilir Hüseyin eğer isterse... Nasıl yani?.. Gidip konuşmalı Hüseyin... duygularını açık açık söylemeli... yoksa nereden bilecek Hüseyin’in nasıl üzüldüğünü... arada sürprizlerde yapacak... sevdiğini hissettirecek... hiç vakit kaybetmeden konuşsun Hüseyin... hem de hemen... “Geç bile kaldım” deyince anlıyor Hüseyin... Demir abisi kendi kendiyle konuşuyor... aslında herkesin kendi konuşmasını kendisi yapması gerekiyor. ... Demir, Hüseyin’i çiftliğe yakın bir yerde indiriyor... Arif gelip onu birazdan alacak, plan öyle yapılıyor.

Ali’nin çiftlikteki binicilik dersleri devam ediyor. Bitince de hemen dönmek istemiyor... gideceği yer bir otel odası... bekleyeni yok... Asi’nin var mı? Asi cevap vermiyor... Ali merakını gideremiyor. Asi ve Ali, çiftliğe dönerken, dolaşmaya çıkan Melek’e de rastlıyor... Ali, Melek’e hep böyle tesadüf mü edecek... telefonlaşmalarını öneriyor.

Çiftliğin bahçesinde sürpriz doğum günü hazırlığı bitmek üzere... Ev ahalisi yavaş yavaş masa etrafında toplanıyor... ikramlar geliyor... Sarmaşık da duyunca doğum gününü, hazırlıksız yakalanmış, ne bulduysa alıp gelmiş, aileye katılıyor... Ali’nin getirdiği şampanya’da ortaya gelince onun da doğumgününe katılacağı öğreniliyor... İhsan şaşırıyor... iyi etmişler bir mahsuru yok da “O zaman Demir’leri de çağırsaydınız bari... iş aile arasında olmaktan çoktan çıkmış!” diyor... Ama iş işten geçti artık... Ökkeş Efendi, Asi ile Ali’yi peşine takmış evin köşeden dönüyor... Evin asi kızının doğumu “İyi ki doğdun Asi” dilekleriyle kutlanıyor. Kimsenin hatırlamadığını düşünen Asi’nin yüzü gülüyor. Bir an için mutlu... ailesi, sevdikleri... herkes burada... Herkes mi... hayır deği... biri hariç... Mutluluğu eksik ama yinede gülmek zorunda.

Demir, Hüseyin’i çiftliğe yakın bir yere bıraktıktan sonra tamamen kendi dünyasına dalıyor. Arabasını kim sürdü... bagajdan aldıklarını kim çıkardı... herşeyi birileri yapmış, kendini rüzgarlı bir bayırda Asi’yi düşünür buluyor. Kadınının yumuşattığı dudakları tebessüm ediyor kendi kendine... kaşlar çatık, teni Asi beklentisinde. Gelecek Asi gevşetecek Demir’i kendine.... Bu gün ‘sen, ben... öfke, aşk mı karışacak birbirine... Biliyor önce kafa tutacak Asi... ‘Beni ayağına mı çağırttın Demir?’ diye... öfkesi de olacak... hesap soruşları da... hep birlikte... Konuşamayacağını biliyor onu görünce... uzanacak sadece... mesafeleri bitirecek önce... elleri Asi’ye uzandığında huzur bulacak aklı da bedeni de... Konuşturmayacak zaten Asi Demir’i bundan öte... bilecek ki konuşma anı geldi Demir’e, lakin ilkin doyacaklar bir parça birbirlerine... çok özledi onu, herşey sonra gelebilir bundan, Asi-Demir önce... dindirmeli özlemlerini kendince. Geçecek acıları Demir’in... öpe okşaya geçirecek sevdiğinin acılarını da... anlatacak demir adamın yaptıklarını... ‘hata ettim’ diyebilir mi Asi’ye de... evet der... diyecekte. Sevdiği, engin deniz... kaldırır demir dalgaları, fırtınaları... anlayacak bu adamı. Papatyalarına bakıyor sevdiğine aldığı... onlar yanyanayken yudumlayacaklar şarabı... ve hediyesi... umuyor ki sevecek Asi... Rüzgar uçuşturuyor Demir’i... papatyalarını... üzerinde oturmak için getirdiği yaygıyı... Şimdiden huzur buldu... şimdiden mutlu... Açıp yaygısını, yer hazırlıyor kendilerine, oturuyor kendi payına düşene... yer bırakıyor yanında sevdiğine... elleri yine dizerinde. Gözlerini kapıyor yavaşça... işte buldu karanlığında onu... yanında oturuyor ... başını omuzunda dinlendiriyor... elleri yine Demir’e erişiyor... titretiyor. Kendini görüyor... kuytusundaki Asi’ye dönen sabırsız adamı... Kararlı ama bırakmayacak bu sefer, çekingen tutkusunda, sıkı sıkı kucaklayacak aşkını...

Çardakda herkes ayakta... doğum günü şerefine konuşma yapıyor bu gururlu baba... şampanyalar içiliyor Asi’nin yeni yaşına... Ali, Asi’yi kalabaliktan uzaklaştırıyor, herkesin içinde çekindiği için veremedi hediyesini ona... Lacivert bir kadife kutuda pırlanta kolye parlıyor zincirinin ucunda... Neriman’ın gözleri onlarda... Ali kolyesini takmasını rica ediyor Asi’den ama Neriman yetişiyor olanlanlara... “Ver bakayım ne var onun içinde.” ... Bir kolye... Pırlanta kolye fazla geliyor bu güne... ağız, burun oynuyor bu annede... Asi’nin diğer hediyeleriyle birlikte götürsün bunu da eve. Yönlendiriyor Ali ve Asi’yi pastalarını yemek üzere ileriye... Hüseyin çıkıveriyor aniden ortaya, nereden geldiyse...elinden tutuyor, bırakmıyor Asi’yi yine... diyeceği var, gelse... Bir yere gitmesi lazım Asi ablasının ama masadakiler sesleniyorlar... hadi ama onu bekliyorlar... Asi iki arada bir derede. Hüseyin’i kırmak istemiyor ama doğumgünü için gelmiş misafirleri bırakıp, Hüseyin’le gezemez dağ bayır bugünde. Ufaklık ne kadar ısrar ederse etsin “Benimle geleceksin” diye... bırakamıyor Asi misafirlerini geride... Sarmaşık, hiç durmadan çağırıyor onu... gelsin, herşey hazır, şarkı söyleyecekler birlikte. Şimdi gelemeyeceğini söylüyor Asi, Hüseyin’e. Asi ablasının onu dinlemeyişi, şaşırtıyor Hüseyin’i... Asi’nin,”Nereye gitmem lazım söylesene?” sorununa cevap veremeden Arif geliyor kapıya. Bir korna sesi ile dağlıyor Hüseyin’in dikkati... Arabada görüyor sevdiğini... Arif’in yeğeni... İki arada bir derede... Ne yapsa dinletemiyor zaten Asi ablasını... barı kaçırmasın Arif’i... Masadakilerin ısrarlı çağrıları, arabanın çalışan motoru... birde üstüne gelen korna sesi, boğuyor Hüseyin’in son gayretini... “Senin manzaralı yere gitmen lazım... orada sana bir sürpriz var” diyor demesine ama ne dediğini duymuyor Asi...

Hava kararıyor yavaş yavaş. Acelesi yok Demir’in... bekleyebilir onu sonsuza kadar. Hiç endişelenmiyor... gelecek ona sonunda, bunu bilmek yetiyor. Zamanda bir beklenen varken ruh nasıl uysallaşıyor. Şehrin üzerine çöken karanlıkta evlerin ışıklar tek tük parıldamaya başlıyor... sevdiği de parlar böyle Demir’de... karanlığında... O fenerler asmıştı aydınlatmaya ama asıl Asi fener Demir’in ruhuna. Onunla aydınlık, onunla yolunu buluyor... yaşıyor onunla... Asi’siz Demir’i düşünemez hale geldi adeta. Nerede kaldı sevdiği? Yanındaki kutuya uzanıp hediyesini çıkartıyor. Gümüş bir ayna ellerinde parlıyor. Kırıp döktü herşeyi bunun gibi onarabilse... hayalini kurduğu bu, sabah o kendisini bırakıp gittiğinden beri geride. Gözleri gelmiş bile... ellerindeki aynadan bakıyor Demir’e... eziyet çektirmesin gelsin artık Asi’de. Şaşkın... soruyor kendi kendine... “Nasıl bir şey oldun Asi, sen bende?”... Telefonunun sesiyle kendine geliyor Demir... İhsan arıyor. Gürültüler geliyor telefonu açtığında geriden, biraz yüksek sesle konuşabilir mi İhsan Bey’de... Asi’nin doğum gününü kutluyorlarmış, “burada olsan ne iyi olur” diyor... üstelik Ali Bey’de orada, Melek’i ve Aslan’ı alıp Demir’de gelse. Teşekkür ediyor Demir... Melek ile Aslan zaten yoklar... Demir’se... çok... çok uzak bir yerde... yetişmesi mümkün değil bu nedenle. O telefon bir hayalkırıklığına... bir yalnızlığa... bir Asi’sizliğe attı ki Demir’i... oradan çıkıp Asi’ye yetişmesi mümkün değil gerçektende. Kapanamaz bu mesafeler bu gece. Asi inancı çatırdıyor Demir’in onun gelmiyor olduğunu öğrenişiyle... mantıklı bir neden varsa bile bunu bulamayacak halde. İdrak edebildiği tek şey Asi’nin gelmiyor oluşu... içide, düşünceleri de çatlamış topraklar gibi paramparça... kuraklığına yağmurları yetemiyor artık, ne yapsa da.

Çöken karanlığa çardağın ışıkları yakılmış... fenerler, lambalar parıldıyor karanlıkta... Asi farkediyor babasının biriyle konuştuğunu... yanaşıp soruyor, kiminle? Demir’i aradı İhsan... müsaitlerse, Aslan’ı, Melek’i al gel dedi ama bu işin adabı daha erken aramaktı... herneyse... “Demir zaten uzaktaymış” diyor... Doğum günününü farketmeden bitiriyor Asi için o gece. Demir’in ne kadar uzakta olduğunu tahayyül bile edemez babası... Asi, Demir’i kaybediyor gittikçe. Gözleri ateşler saçar Demir’e bakarken... oysa donuyor gözyaşları şu anda içinde... Aşk, şarkılarını hep acıyla söyledi Asi’ye... alevden bir dil uzanırken yüreğindeki Demir’i yakmak için içinde, hiç bir şey yapamıyor, çaresiz bu kız gecede. Başlangıç neydi... onu kurtarışımı hayata... son böyle mi olacak... ‘uzak’la mı gelecek Asi’ye. Doğru ne... gerçek ne... bu kadar kırılışları mı aşk içinde... sevgi, kaybedişleriyle gelmiş meğer Asi-Demir’e. Bir parçasını daha kaybettiğini hissediyor içinde.

Demir papatyalarını, şarabını bırakıyor rüzgarlı geceye... hayallerini de... hediyesi ise ellerini kavuruyor taşırken gerisin geriye... Sakinleştikçe suskunlaştı... suskunlaştıkça kapandı hepten Demir’e... Münasebetsiz düşüncelerden başka hiç bir şey kalmadı beyninde. Çiftliğine geri dönerken görüyor Asi ve ailesini bahçede... çardağı süsleyen rengarenk lambalar alay eder gibi kendisiyle... Asi’yi görüyor, gülüyor diğerleriyle birlikte. Sessiz bir yelkenli gibi gelip geçiyor asi fenerini uzak denizlerde... onu ne kadar yalnız bıraktığını asla bilemeyecek o kalabalık içinde... nişan alsa bulamazdı onu yüreğinden böyle. ... ...İhtiyaç kadar önemli Demir’le soluklandığı her anı Asi’ye... yanında istiyor aşkını... şimdi istiyor... oysa sevdiği mesafeleri hiçe saymış, dokunacakken uzak geçiyor... bu ne kadar çeresiz, ne kadar güçsüz bir an... Zamanda bir beklenen yokken yaşamak ruha nasıl külfet geliyor... Asi ümitlerini yitiriyor.

Süheyla’nın köye geldiğin duyan tanıdıklar bırakmıyorlar onları... tenceresini kapan geliyor Mehmene Hatun’un evine... çoçuklar gönderiliyor bakkala, içecek birşeyler alsınlar diye... yer sofrası kuruluveriyor zahmetsizce. Süheyla’ya iyi gelmiş geçmişinde olmak... burada olmak. Demir’e de telefon ediliyor, ne iyi olur o da gelse. Kırmıyor Demir’de teyzesini... katılıyor köydeki eğlenceye... Ablası gibi güzeldi Süheyla’nın seside, gelenlerden biri dinlemiş ikisini türkü söylerken beraberce... Demir’de Melek’de annelerinin intiharı dışında konu edilivermesine nasıl yürek kabartıyorlar... acılarının dışında, yaşayan bir kadınmış o... türkü söylermiş meğer teyzeleriyle. Oysa onlar hep çığlıklar, ağlayışlar duydular... senelerce. Süheyla bir hasret türküsü söylüyor o gece...

Gayri dayanamam ben bu hasrete
Ya beni de götür ya sende gitme
Ateşin aşkına canım yakma çıramı
Ya beni de götür ya sende gitme

Sen gidersen kendim berdar ederim
Bülbül gül dalına konmaz niderim
Felek gaddim büker kement ederim
Ya beni de götür ya sende gitme

Gelmiyor Demir... götürmüyor Demir... Direnmek boşuna, vazgeçiyor Asi de o gece... elleri boş bırakıyor bağrını... Yaşı suluyor aşkını sakladığı toprakları... pes edişi öfkesi değil, acısı... öldürüyor içinde birşeyleri, Demir’i Asi’den çıkarışı.

Demir, Kerimlerde sabah kahvaltısında... Havalar iyice ısınmış, bu gün balkonda hazırlanıyor masa. Beyler sohbet ederken, Defne mutfakta. Çok içti galiba Kerim, başı çatlıyor ama bu engel değil Demir’e çatmasına... Herkes oradaydı, bir Demir eksikti... “Gelmeyeceğimi söylemiştim” diyor Demir... bahsetmiyor kendi hazırladığı surprizden. Ne inat şu Demir... İhsan arayıp davet etmiş, yine de gelmedi... Aile içinde bir kutlama olduğunu sanıyordu Demir. Kerim’de tuhaf buluyor ... Ali’nin orada ne işi vardı, anlamıyor. Hemde gelmek için bayağı emrivaki yaptı. Asi’nin yaşgününden ona ne?.. Ali bodoslama dalıyor maşallah... kimseden çekindiği yok. Neden aralarında olmaya bu kadar hevesli olduğunu anlamıyor... “Yoksa başka bir niyeti mi var?” diyor. Demir biliyor... ama ne Ali’nin suratında patlayan yumruğu... ne yalanlarını... ne konuşmalarını... hiç bir şeyi Kerim’e söylemiyor. Kerim akşamın olanlarını anlatmaya devam ediyor... Ali şampanyaları yüklenmiş gelmiş... Birde Asi’ye aldığı hediyeyi görecek... abartmış. Daha dün geldi, neyine kolye hediye etmek... Demir bunu duymaktan hiç hoşlanmıyor. Bu adamı durdurmanın bir yolu var mı bilmiyor. Daha kahvaltıya bile oturmadılar ama Ali Kerim’i arıyor. Kerim’in konuşurken “Demir’e sorarım, haberlerişiriz” demesiyle, Demir’de dikkat kesiliyor. Ali ortaklıklarını kutlamak için Limanda davet veriyormuş Demir’i ve Asi’yi de yurtdışından ve İstanbul’dan gelecek arkadaşlarına bu vesile ile tanıştırmak istiyor. Demir’se söyleniyor...”Hiç boş durmuyor!”... Kerim’de aynı düşüncede, adam kesin hiperaktif... bir an boş durmuyor. Kerim bunun iyi niyetli bir davet olduğunu düşünse bile, Demir öyle olmadığını biliyor. Aslında dostunu Ali konusunda karanlıkta bırakması da haksızlık oluyor. Kerim’in, çevrelerindeki kötü niyetli birinden haberi olması gerekiyor. Bu bilgisizliğin her ikisini de zora sokacağını nasıl göremiyor? ‘Kız yüzünden kavga eden delikanlı’ havasında Demir... işine kimseleri karıştırmak istemiyor. Ali’nin gerçek yüzü çıkmadı ortaya, hiç çıkmayacak da... şu ansa Demir onu yeterince tanımıyor... bu davete gideceğini de sanmıyor.

Defne kahvaltıyı hazırlamış... Kerim ile Demir’i masaya çağırıyor. Masada bir kutu duruyor. Asi’nin... aynası kırılmıştı, onun yerine yenisini aldı Demir ama veremedi. Bu konuda ne yapacağını bilemez halde, Kerim’e bakıyor... “Belki sen yada Defne... haa?” Gözleri nasıl kırılgan... ürkek... yeniden reddedilmekten korkak... Asi’nin neden gelmediğini bilmeden daha en kötüye hazır yüreğinde. Yeter ki yüzyüze gelmesin Asi’yle. Defne itiraz ediyor, onlara ihtiyacı yok Demir’in “İstersen kendin verirsi” diyor... Kapı çalınıyor, hediyesini vermeye hazır olsun, işte Asi geliyor. Defne kapıya giderken, kamera onun ardından bakan Demir’e dönüyor. Dizleri ona oyun edebilirdi şu an, iyi ki oturuyor. Hüseyin bile olsa orada, daha cesur dururdu gibi geliyor. Kerim’e dönen gözleri suçluyor... Dostu aklından geçenleri bildiği için cevap veriyor... “Hiç bana bakma, geleceğinden haberim yoktu?”... doğru söylüyor. Nasıl bir Asi bulacak onu bu sabah... Çağrısına gelmeyen sevdiğiyle bugün ne konuşacak. Gözleri koyulaşıyor... yüreği daralıyor. Dün akşama onu hazırlayan hayalleri tuzla buz oldu, yenilerini kurmak istemiyor. En kötüyü bekliyor. İki kardeş balkona geliyor... Defne Asi’ye bilgi veriyor... onlarda şimdi tam Asi’den bahsediyorlardı... “Neden?”... Demir Asi’ye bir doğum günü hediyesi almış da... Suspus Demir’in yolunu Defne açıyor... Demir sanki bir yabancıymış gibi, Asi “Zahmet etmişsin” diyor. Kerim’in çekiştirerek Defne’yi mutfağa götürdüğü ikisi tarafından hayal meyal farkediliyor.

Ne hayallerle almıştı hediyesini Asi’ye Demir... onu hiç konuşturmayacaktı bile. Şimdi hediyesine uzanan elleri ona uzanacaktı önce... tereddütlerle kalkıyor yerinden, ellerinde kutusu, başı öne eğik bir iki adım atabiliyor sevdiğine... “Doğum günü gerçekten önemli değil... Zaten hiç konuşulmadı, bilmiyordun” diyor Asi... kızgın... gergin... gözleri bakarken başka yerlere... kalakalıyor Demir olduğu yerde... sevdiğini izliyor artık dikkatlice. Bir pişmanlık haliyle, gözleri üzgün söyledikleriyle, dönüyor Asi kendisine... “Afedersin, kendimi susturamıyorum... boş boş konuşuyorum, bundan vazgeçmem lazım!”... Demir’i kendine mal etti içinde biryerde, Asi görmese bile, içinde bir şeyler hak görüyor ona istediğini söylemekte, hesap sormakta, cevap istemekte. Kendini susturmalı o da Demir’in suskunluğunda... ama yapamıyor işte. Demir’se aynı fikirde değil Asi’yle... “Sen boş konuşmazsın” diyor... inanıyor söylediklerine. Meydan veriyor sevdiğinin bu sözleri Asi’nin içinden taşıp gelenlere... ne kadar istedi dün akşam onu görmeyi... ne kadar acıttı ona gelmeyişi... hiç önemsemedikleri yanındayken Demir’in eksikliği. Onun için bir ihtiyaç olduğunu artık nasıl göremiyor sevdiği. Dün gece Asi Demir’i bekledi. “Neden babama uzaktayım dedin... bizim evin önünden geçerken gördüm seni...” Yaramıyor Demir’e Asi’nin sözleri, hediyesini bırakıyor masaya geri... şimdi konuşmanın yeri...

“Tamam...” diyor... “...sen dök içini ama sonra beni dinleyeceğine söz ver”... ters birşeyler var, biliyordu Asi onu beklediğini ama inatla gelmedi. Şimdi bu dedikleri de neyin nesi peki. Kapıp koyveriyor artık bu izinle Asi’nin sözleri... bilmez mi, ne kadar inkar etsede, mutsuz ediyor Asi’yi görmek Demir’i... dikleniyor çenesi, “Gelmek istemediğini söyle, rahatla” diyor... “Kimse seni mecbur tutmadı. Baksana hediyeni bile neredeyse Defne ile gönderecektin!”... “Ya ne yapsaydım” diyor Demir... “Davet edilmediğim yere mi getirip verseydim... Son anda baban aramasa haberim olmayacaktı... Sen istemiyorsan benim orada işim ne Asi?”... Neler diyor Demir... İstememek mi? İçindeki bütün kızgınlıkları zaten Demir’i istemekle ilgili... Nasıl düşünebiliyor bunu tersini? Önemsemiyor görünüyor Demir kendisini... ve kendisinin taraflı isteyişi incitiyor Asi’yi... “Kimse önceden çağrılmadı ki... en azından benim haberim yoktu... surpriz yapmak istemişler”... Demir’in dudaklarına gelen alaycı tebessümü gücendiriyor Asi’yi... “Ali Bey’de mi surprizdi?”... Asi, Ali’ye ne yapabilirdi ki... oradaydı, ‘git’mi diyecekti. Onları uzaklaştıran şeyler başkalarını yaklaştırır gibi. Ali umurunda değildi Asi’nin... herhangi bir yerde olabilirdi... evde, kaldığı otelinde yada dünyanın öbür ucunda bir yerde... Asi ilgilenmezdi bile. Demir uzaktı ondan dün akşam... Demir yoktu yanında... onu istediği anda... bununla nasıl mukayese edebilir Ali’yi... bu konuşmanın içinde olmasını bile gereksiz buluyor Asi.

Asi bilmiyor ama Ali’nin işlerini nasıl hallettiği hakkında az buçuk fikir sahibi Demir... ısrarcı olmuyor daha fazla Ali ile ilgili... kendisi için de Asi’nin gelmeyişi önemli... hala kupkuru içinde birşeyler... “Peki sen neden herşeyi bırakıp... ...” derken durduruyor Asi’nin Demirsizliği kendini... Emaneti yok... sözleri yok... Ne zamandan beri ‘yok’ Demir Asi’de? İnanamıyor gözlerine... kolayca ayrılamıyor o yokluktan, zor dönüyor sevdiğinin gözlerine. ... ...Demir’den vazgeçmiş Asi, esir daha büyük üzüntülere. Sen, ben arasına mesafeler girdi... yer, gök, deniz de savrulmuşlar başka başka yerlere yeşil gözlerinde. Demir’in ondaki yokluğuna bakan gözleri idare nedir bilmiyor... acıta acıta Asi’ye dönüyor... artık konuşacak bir şeyi kalmamış gibi... alıp başını gidiyor.

Demir işe gelebildiğinde Hüseyin’i buluyor ofisinde. Çok önemli bir konu var küçük dostunun konuşmak istediği kendisiyle. Zaten Demir’in de merak ettiği bir şey vardı sormak istediği Hüseyin’e... iki aşık dertleşiyorlar birbirleriyle... Asi’nin Hüseyin’in mesajını anlamadığı için buluşmaya gelmediği, Demir’in de verdiği akılların işe yaramadığı anlaşılıyor böylece.

Ali, Cemal Ağa ile Kozcuoğlu Çiftliğinde buluşuyor. Tarlalar geziliyor. Bu işten çok memnun... oraları hakkında gittikçe daha fazla bilgi sahibi oluyor. Üstelik Cemal Ağa ile iş yapmayı da düşünüyor... Çiftliğe döndüklerinde Asi’nin şehirden dönmüş olduğunu görüyor. Altın kolyesi yok boynunda, hediyesini de takmamış ama... beğenmedi mi yoksa? Böyle üzerinde durunca, ayıp olmasın diye takıveriyor Asi’de kolyeyi boynuna. Bugün Ali, Asi’ye öğretmenlik yapacak... tekne kullanmayı öğretecek... Asi’ye doğumgünü hediyesi vermeye gelen Melek’de katılıyor onlara... Defne’ye de haber veriyorlar telefonla. Buluşuyorlar limanda.

Defne, Kerim’i arayıp durumu haber veriyor. Asi’lerle beraber Ali Bey’in teknesine gidiyor... akşama limanda kocasıyla buluşacağını söylüyor... Kerim, karısının telefonu kapatırken Demir odasına geliyor... Kerim takılmadan duramıyor...”Demir allah aşkına bu kapıyı da çarpma... evdekini kırıyordun nerdeyse!”...Yüzünde gülücükler Demir’in şimdi, nereden geldiyse... “Sabah için kusura bakma” diyor... Çok gergindi... Herşeyi anladı, içi rahatladı ya... Anlatabiliyor arkadaşına da. Gerçekten yok sabahki gerginliğinden bir eser şu an onda. Asi’ye doğum günü için bir surpriz yapacaktı. Haber vermesi içinde Hüseyin’i yanına yolladı. Ama ufaklık durumu tam olarak anlatamamış... Asi’de o yüzden gelmemiş. Boşuna tartışmışlar. Asi’yi aramak için uzanıyor cep telefonuna... Kerim’in de söyleyecekleri şeyler var ona... Arasın tabi de, Asi, Ali’nin teknesine gidiyor şu anda Melek ve Defne ile birlikte. Bu durumda akşam kutlamaya gelir Demir heralde. Kutlama umurunda değil Demir’in, Ali’yi ise olur olmaz etrafında bulmaktan bıkmış usanmış halde. O kılı kırk yararken Asi’yle ilgili herşeyde... Ali, tanışıklıklarına orantısız ilgisiyle herzaman, heryerde. Hırsla kalkıyor yerinden, telefonu koyuyor gerisin geriye cebine... yüzleşemez şu an Kerim’le bile... Ölçüsü yok yaşadıklarının... öğretisi de yok... nasıl başa çıkacak üstüne üstüne gelenlerle... göremiyor kendini bile. Kerim patlıyor onun yerine... “Hala mı düşünüyorsun Demir yaa?.. Abi, peygamber sabrı mı var sende?.. Demir... sen bu kıza aşık değil misin?”... İrkiltiyor bu sözler Demir’i... dönüyor Kerim’e geri... böyle mi görünüyor dışarıdan çektikleri... önü, ardı olmayan bir yerde sadece Asi yaşadığı... zaman zaman unutuyor onu düşünürken nefes almayı... “Ben mi...” diyor... “Sence daha nasıl aşık olunur Kerim?.. Kafamda bütün gün onunla dolaşıyorum. Ben hiç bu kadar sevmedim!”... Anlatmasına gerek yok... yüzünden akıyor zaten. O anda çaresizlikle yanmayan tek bir hücresi yok bedeninde, belli bu her halinde. Ama partiye gelmeyecek, öyle mi? Meydanı boş bırakıyor yani?.. Kerim’de Ali’nin Asi’ye ilgisini anlamış gibi...

Ali, kızları gezdiriyor kiralık teknesiyle... öğretmenlik yapıyor Asi’ye de... İskeleyi, sancağı doğru bildi de, dalgaları karşıdan almasını söyleyen, nasıl bir öğretmense. Hayata bakış tarzı da böyle Ali’nin... kendisi ve beraberindekiler için çalkantı taşıyor Ali kendinde. Herneyse... yanaşıyorlar sonunda davetin verildiği liman bölgesine. Hazırlıklar tamamlanmış, konuklar çoktan gelmeye başlamış... yanaşıyorlar teyneyle sahile. Ali kendinden e.min ve rahat... gelen konuklarıyla ilgileniyor hemen... şaraplar ikram ediliyor, insanlar birbirleriyle tanıştırılıyor... Melek hayran hayran onu seyrediyor. Sonunda Demir görünüyor... Ali onun gelişini hemen farkediyor... Davetini kabul edişini ve gelişini, barış sayıyor... Barış mı... daha savaşmadılar ki?.. Bugün kavga etmeye hiç niyeti yok ama Ali’nin... Herşey ortaklıklarının şerefine düzenlendi, Demir’in partinin keyfini çıkarmasını istiyor... Demir’in gözleri ise, Leyla ve Melek’le konuşan Asi’de... anlamaya çalışıyor bugün geçirdiği vakit nasıldı Ali ile... Bir mahsunluk, hayat doluluğunu örten bir durgunluk var, sevdiğinde. Çok kızmış olmalı dün akşam ona gitmeyişine... sabahki tartışmalarında aklında kalan buydu kendinde... ona hesap sordu... ‘neden uzakta olduğunu söyledin , gelmedin’ diye. Hala sızlatıyor emanetini çıkarıp bir yana koyuşu, ama Asi bu... öfkesini yenememiş olmalı... hem o kolyenin kaderi değil mi... tekrar tekrar Demir ellerden Asi’nin boynunu buluşu.

Demir’in geldiğini farketmedi Asi... Ali’yle birlikte yanaşınca görüyor onu... Elinde bir kadah şarap, belli ki bir müddet olmuş onun da geldiği. Gözleri gözlerinde, ağzının içinden mırıldanıyor Demir ona ‘merhaba’sını... sesini biliyor olmasa tahayyül edemeyecek tonunu... müzik ve dalga sesleri bastırıyor onu. Ali, yeni ortağının keyifi olmadığını söylüyor bugün... uzanıp omuzundan sarılıyor Asi’ye Demir’in gözleri önünde... Ali’nin ortağı ve hissedarı artık Asi’de. Bir oyun bu Ali için... Demir biliyor ki, iyi niyet kısvesi altında söylenen bütün sözleri birer hamle... gözlerini deviriyor yere, kontrollü olmalı Demir’de... Ali yanlarından ayrılıyor sonunda... zor bekliyor bu anı Demir... Asi’nin sabahki Demirsizliğini bile aratıyor bu anı ona... çünkü bir başka kolye parlıyor aşkında. “Kim verdi bunu sana?” ... eziyet ettiğini biliyor aslında hem kendine hem ona... ama bu soru sorulmalı ve cevap vermeli sevdiği ona. “Hesap vermek zorunda mıyım?” diyor Asi... sabahki gibi çekip gitmesini mi bekliyor... ama gitmeyecek Demir... “Evet... hesap vermek zorundasın!”... İlişkileri bir çığın engellenemezliği gibi... başaşağı gidişin önüne ne geçebilir ki... kaybediyorlar bir bir Asi-Demir’e özel şeyleri... Alınganlıklar, gurur, güven kaybı... suskunluk... sarsılan inançları... yaralıyor aşklarını... Asi soruyor, “Ne zamandır birbirimize hesap verir olduk?”... Yutkunduruyor bu soru Demir’i. Bir başlangıcı yok ki Asi-Demir’in herşeyin olduğu gibi... asılı kaldıkları zamanın başlangıcı olmadığı gibi... Onlar adeta yaratılırken ayrı düşmüş iki can... bir bütünün erkek ve dişisi... içi- dışı... tersi- düzü... Ne demesini bekliyor Demir’den Asi... ‘Öpüştüğümüzden beri’ demesini mi... bu koca bir yalan olurdu... onlar ezelden beri birbirinin... karşılaşmaları ise Allahın bir lütfuydu... Sadece sorusuna cevap versin sevdiği... “Emanetim nerede Asi? Boynundaki kolyeyi kim verdi?”...

“Ben verdim” diyerek yanlarına geliyor Ali... “Beğendin mi? Bu gece taktığına göre sahibide beğenmiş olmalı!”... Daha fazla orada durmasına gerek yok... bırakıyor Asi-Demir’i , sapladığı zehirli hanceri yapsın artık işini, yaysın yavaş yavaş zehrini... “Bu doğru mu Asi? Bu kolyeyi takmak için mi diğerini çıkardın? “ ... Aşk çıkmak için yol arıyor... Demir’de kaba güç, Asi’de gözyaşı oluyor... Asi’nin “Evet’i” acıtıyor... Demir nerede olduklarını unutup Asi’nin kulunu tutuyor... sıkıyor... sıktığını farketmiyor... kendini de farketmiyor artık Demir... nerede olduklarını da... sevdiğini acıttığını da... “Konuşmamız lazım. Beni dinleyeceksin...”diyor... “Dinlemek zorundasın”... Asi Demir’i böyle görmedi hiç... zorbalığını gördü ama bu halini değil... “Demir kolumu acıtıyorsun” ... duyuyor sonunda Demir onu... Asi’nin kolunu sıkan parmakları gevşerken, yaptığına dönüyor bakışları... nasıl ihmal edebildi sağduyusunu... bu o mu? Demir’in ne anlatacağı umurunda değil Asi’nin bu vakitten sonra... hata ediyor olduğunu bilsede, sırtını dönüyor Demir’e...

Demir kalmak istemiyor burada daha fazla... tahammül sınırını çok aştı bu gece... Kerim ve Defne’den rica edip, Melekleri eve getirmesini, uzaklaşmaya çalışıyor davetten... herşeyden... tam kokteyl alanını terketmek üzereyken biri yapışıyor kolundan... “Ne olur benimle dans edin!”... Bu da ne... geldiğinde içkisini aldığı garson kız bu... iki çift laf etmişlerdi, bunun ilk iş tecrubesi oluşu üzerine... kimseyle uğraşacak hali yok... “Afederesiniz... ben gitmek zorundayım” diyor ama bırakmıyor kız onun kolunu... “Lütfen, yardım edin... çok zor durumdayım” derken, gözleri davetteki birine askıntı olmayı değil korkuyu taşıyor içinde... Doğal olarak etrafına bakınıyor, bu kızı tehtit eden ne olabilir çevrelerinde... bu arada kız, kollarını uzatarak ona, saklıyor kendini Demir’in gövdesine... dans eden kalabalığa karışıyorlar birlikte.

Asi, Demir’i bırakıp Melek ile Leyla’nın yanına dönüyor... kimse onların ne yaşadıklarını farketmiyor... kolunun acısı geçti ama yüreğindeki iyice artıyor. Neydi Demir’in yüzündeki o ifade, kolundan çok bu acıttı Asi’yi de... orada mı hala... gidip sorsa... “Ne anlatacaksın bana?” Şöyle bir bakınıyor etrafa... kaşları çatılıyor... doğru mu görüyor gözleri yoksa. Sesler uzaklaşıyor Asi’den... bir müzik başlıyor ruhunda... Demir diye verir hep kendini rüzgara... yüzünü yalayıp geçen esinti bir anda yabancılaşıyor ona... dilini damağını kurutan bir yangın her yanında... Demir’in kollarında bir kız... mahçup, yaslanmış... dans ediyorlar ortada.... Azap yaşananlarla gelir ya, yangın yeri bir kez daha bu gece Antakya...
 
 
 
30. Bölüm
Kapsamlı Fragman