Sample picture
 
Su ayrışırken topraktan... devamlılığını sağlayacak bir şey bulamıyor Demir o an. Asi onun değil... beden ne işe yarar can olmadan. Hayat verdiğini sanmıştı... meğer, almış... Asi’sizllikte, hızla bozunuyor içindeki yaşam... dönüştüğü; inançsız adam. Demir kabuğu koruyamıyor onu... uçurumlar... yarlar artık yürek boyu. Kendinden önce dualarına koyduğu... canını buyurduğu... Asi... bir başka erkeğin kadını mı oldu? Algıladıkları doğru mu? Tane tane ıslatmaya yemin ettiği bu tende, başka yağmurlarla ıslanmışlığın kokusu! Çözüyor ondan, kendine hak olmayan dokunuşunu...

Asi, ilk defa bu kadar dönülmeze iteliyor Demir’i... incinmişliğinden, kıskançlığın yakanından alıyor gücünü... İşte istediği oldu... ama karşı karşıya kaldığı Demir yoksunluğu... Sevdiği göreli mi çekiliyor, oysa toprakları hızla çoraklaşıyor... yeşili kuruyor... nerede sağanaklarla gelen yağmuru. Onun gözlerinde de incinmişliği görmek uğruna yana kalmayan yalanla sevdiğini vurdu.

Demir, yararsız olduğunu bilsede, söylemek zorunda...”Ne yaptığının farkında değilsin sen.” ... Herşeyin farkında olduğunu sanıyor ama Asi... doğru adamı buldu. Asi’nin girdiği dönülmez bir yol... konuşacak ne kaldı.... Belli mi, önce kim yolunu ayırdı... Sadece yazık... çok yazık oldu. Bırakıyor adımları birbirini geri... yürekler birken, ayrı yollara çıkarıyor şehrin sokakları o iki genci.

Asi... emaneti elinde, yatağına yumulmuş halde... cevap bile vermiyor odasına gelip onu yemeğe çağıran annesine... ağlıyor, onu Demir’in ellerinden hayatına takan kadere. Madem ömür boyu sürmeyecekti, neden çıkarttı önüne. Bu parmakları arandı kolyesini Demir takerken kendisine... Gözyaşlarının gerisinde Demir, “Bu saçlarla olmaz, hadi saçlarını topla” diyor Asi’ye. Saçlarını her gün toplamak istiyordu Asi Demir’e... Uzaklaşan sesinin yerine, ürpertileri dolanıyor bu kezde... teni yanıyor onun nefesiyle... telaşsız sıcaklığını hissettiriyor yeniden, dudakları Asi’de... sımsıcak dokunuşlar hıçkırıklarında kayboluyor... sözvermişti, sevdiği... şikayet etmeyecekti hiç... yeniden boynuna takacaktı her keresinde. Hani... nerede?... ... ...Kendi uzaklaştırdı bu sefer onu... ama özlüyor çaresizce... Kimsesiz onsuz, kapkaranlık gece. Yalnız olmadığını görmek isterse diye fenerler asmıştı... yanıyor mu hala Demir’in ışğı... kalkıp bakıyor göremeyeceğini bile bile. En büyük kabusu, Demirsizlik geldi artık gecelerine. Fenerler tutsun... ışığı vursun... neden korkularını görmüyor Asi’nin de.

Demir’in sığınağı... odası... kendini buraya zor attı. Kabul etmeli bu gün yaşadıklarını... anlamaya zorlamalı. Bu bir çılgınıktı, yaşandı. Ama gelmedi devamı. Güveni boşa çıktı... inancı boşa çıktı... Asi’yi nasıl bu kadar yanlış tanıdı? Alay eder gibi, gözlerini alamadığı Şahmaran’ı... Demir’i değiştiren, yaşamı farklılandıran kadını. Ama yok artık... bunun farkına varmalı. İnsanın saklayamadığı tek şey miydi ‘sevgi’... keşke taş kesileydi... Gözlerinin önünde akıyor rengarenk tabloda yaşanmışlıkları... Asi’nin onun çağrısına gelişi... o geceki güzelliği... ‘Demek ki sevdin’ diyen Asi sanki hala sevgisini saklayamıyor gibi. Ama değil işte... değil... kendi söyledi, Ali’ye ‘evet’ dedi. Uzanıp alıyor duvardaki tabloyu... “Çok sevdim” diyen Demir’e hükmedebilmeli... Ne aşkı? Herşey yalandı. Hırsla fırlatıyor yere Şahmaran’ı... işte Asi-Demir’e olanı... yerlerde, paramparça... orada da kalmalı, tamir edilemeyecek kadar hırpalandı. Tınmıyor yüzünü kanatan cam parçasını... hissetmedi bile daha. Akıtamadığı yaş o... yağdıramadığı damla... asi bir çentik hayatında. Teni onarsa da... izi geçti sanılsa da, ruhu nişanını hep taşıyacak o aşkın... kanatacak her asi andıranda. ... ... ...Çok uzağa gitmiyor Demir... daha şehre geldiği ilk anda... onu yoluna çıkaran o kesişme anında birbirlerinin olduklarını hatırlıyor nasılda... Direndi de buna kararlılıkla... başaramadı ama. Elinden yenilmek geldi birtek aşka. Hiç böyle sevmedi Demir... sevemeyeceğini de biliyor şu anda. Ne yerine geçebilir böyle bir karışmanın? Yeri göğü denizi karıştıran o ırmağı içebilir mi bir kez daha... asla.

Gece inatçı... geride kalamamış o karanlığı... katlanmakta zorlandığı... sabah yeni bir güne ışıdığında bile hala orada rahat vermeyen yapayalnızlığı. Demir’in uyku bulmayan gözleri aynı gerçeğe arkadaşlık ediyor aydınlıkta da... Sadık sevgilisi yalnızlık... orada ve kalacak onunla. Bildik bu tek başınalıkta, yeni öfkeler... yeni kızgınlıklar meşgul ediyor ruhunu... bu, gün kadar ortada bakışlarında. Odasına ışıklar vurduran, ‘ses ver’ dercesine ağarana başlamalı o artık... bu ne olacaksa! En bildik yaşama tutunuyor... sadakatle onunla olana... öfkesiyle barıştırabilir belki... yatıştırabilir belki... atı çare olabilir mi aşksız bu sabaha. Daha ilk nal sesinde farkediyor ki almış Asi elinden bunu da... sanki mecburlarmışçasına... bildiğini okuyor hatıralar, unutturmayacaklar ona. Asi’yi tılsımlı damlacıklarıyla kendinin yaptığı an işte şuracığında. Sevdiğinin yüzünde gökkuşaklarını imrendiren bir tebessüm var hala... teşekkür ediyor kendisini sudan, boğulmaktan kurtardığına. Hızlandıkça hızlanıyor... kanatlandıkça kanatlanıyor... ama hiç bir şey değişmiyor... su hala kadınına o gün ki kadar yakışıyor... kendini onsuz nasıl yaşatacak, bilmiyor.

Sabahın köründe uyandırılan Asi, komşu çiftliklerden birinde zor bir doğuma çağrılıyor... Şirkete gecikecek, ama olsun, Ökkeş Efendi’yi de yanına alarak yardıma koşuyor. Allahtan herşey yolunda gidiyor, hayvan kurtuluyor. Acelesi yok geri dönüş yolunda, sürüyor arabasını, ne zamandır uzak kaldığı bağlar, bahçeler, tarlalar arasında... huzur buldurmaya çalışıyor ruhuna. Ne çok şey değişti hayatında.... Verdiği kararlarla toprağından uzaklaştı... Demir’den de... O da sürüklendikleri bu yerde, kendi kadar yalnız, kendi kadar çeresiz hissediyor mu... şimdi ne yapıyor acaba?

Birden arabasının önüne çıkan at ve binicisi panikletiyor onu... can havliyle bastığı fren ile sarsılarak, tozu toprağa katarak duruyor aracı... karşısında Demir ve atı. Yüreği korkuyla, acıyla deli... çıkacak gibi zorluyor göğüs kafesini. Onun gözlerinde gördüğü... acı çeken bir başka can gibi. Ama ona çaresi yok Asi’nin... yardım edemez, etmeyecek de. Zaten tanımakta güçlük çekiyor, o kim ki... gözlerinde gördüğünün tarifi yok, anıları var sadece Asi’de. Çareyi, çaresizliği haykırır sevdiği Asi’ye bu ifadesiyle... önlerindeki tek engeli, gururu haykırır Asi’nin yüzüne. Şu anda öyle... biliyor ki onunda yüreği çıkmak istiyor dışarı göğüs kafesinde... soluksuzluğunda, sessizliğinde salıyor Demir’i üstüne üstüne... öfkesini hissediyor... kızgınlığını hissediyor... körlemesine kendini ona süren Demir’i hissediyor içinde. Ama dönüp gidiyor nihayetinde... bırakıp gitme sırası onda mı şimdi de.

Cemal Ağa ve Sarmaşık’ın nikahı var bu gün Antakya’da... Telli duvaklı düğün yapamaz ama nikah memurunun da, davetlilerin de gördüğü en güzel gelin olacak Sarmaşık Hanım ona. Davetli olarak da torununu çağırıyor... Defne olacak aileyi temsilen yanında. O evlenirken Cemal Ağa destek verdi aşıklara, şimdi de torunu onun yanında olacak... herşey sırayla.

Demir dönüyor sonunda çiftliğe... atını fazla yorduğuyla kaldı bu gün, ruhuysa dörtnala Asi’nin aracıyla karşılaştığı o toprak yolda hala. Ama İhsan Bey’i görüyor arka bahçede teyzesiyle... bir şey belli etmemeli kimseye, yerleşiyor boş koltuklardan birine. İhsan merak etmiş neden uzadı İskenderun işi... belgelerini bazıları nedense ona gelmedi. Söz konusu belgeler Asi’deydi... babasına vermemiş daha belli ki. “Asi’nin bu aralar başı kalabalık” diyor İhsan, yeni işini kastederek... anlaşılan bu iş için pek vakti olmayacak. Kelimeler bir kez daha gösteriyor kudretini, nasıl da merhametsizce savuruyorlar dediklerini... Enkaz üzerine enkaz Demir’de o an... kaçmakta yetmiyor, Ali’yi kastediyor olmalı İhsan.

Neriman ise hop oturup hop kalkıyor... Fatma Ana’ya dert yakınıyor... İhsan sabahın köründe, gözünü açmış gitmiş doğru Demir’in çiftliğine, bostan korkuluğu mu o ne? Ateşe körükle gitmez mi Fatma Ana... adı batasıca Süheyla’ya koşan koşana. Aslan diken üzerinde tutuyor Süheyla’da kalarak onu da. Asi görünüyor bu arada... elinde evrak dosyası, hızlı adımları. Annesi durduruyor onu... “Ne bu suratı?”. İhsan aramış Asi’yi, Demir Bey’lerin çiftliğine gitmeli, orada buluşacak Demir’le çünkü. Koca koca işyerleri yok, Süheyla’nın yanına karargah kuruldu sanki!.. Oysa çağrıldı, mecburen gidiyor oraya Asi. Ama o da ne... geri mi dönüyor... Demir ayağına çağırdı diye vazgeçti belki. Yooo daha beteri... gelmesini emrettiyse, gururuna bir kalkan gerekli... Ali’nin pırlanta kolyesini kuşanıyor Asi. Hadi görsün bakalım Demir şimdi, neymiş ayağına çağırmak Asi’yi.

Demir’e bereket getirsin diye aldığı Şahmaran karşılıyor yolunda onu. Harap vaziyette duyguları gibi hediyesi... Çöp variline yaraşmayan, içler acıtan bu parçalanmışlığa çıt çıkaramıyor olsada ona verdiği tek hediyeyi böyle görmeye dayanamıyor yüreği. Parmaklarını dolandırıyor kırık cam parçaları üzerinde. Beklemiyordu bunu... Zor geliyor kabullenmek gözlerinin önünde ki fırlatılıp atılmışlığı. Ne bunun anlamı? Asi’den vazgeçebilmek demek ki bu kadar kolaydı! Demir’in, Ali’ye evet deyişine direnişi bu mu olmalıydı? Bulanık bakışı... serbest bıraksa, yıkıp geçirecek biliyor Asi ortalığı... çekilip gitsin içindeki bu hırçın kız, kenarda köşede kalmış olgunluğunu toplayıp onun karşısına çıkmalı. Ama bahçe kapısında yüzyüze geldiği, Demir’in uğruna Asi’yi bir kenara fırlattığı kız oluyor ne yazık ki... hatta onun gelmesini bekliyormuş gibi... birşey söylemek istiyormuş... bu ne olabilir ki? “Yani sanıyorum Demir Bey ile bir geçmişiniz var. İstemeden sizi rahatsız etmiş olabilirim.” diyor, bu ne cürretse... Beklenmedik şeyler olmuş, dalga mı geçiyor bu kız kendisiyle. Gitmesi gerek Asi’nin... ama ısrarla “Bildiğiniz gibi değil... dinlemeniz gerek” diye devam ediyor kız sözlerine. Bunları dinlemek istemiyor Asi... Demir’den dinlemedi, bu kızdan mı dinleyecek... kendi gördükleri yetti de arttı bile. Demir’i sormuştu, bir tek onu söylesin, nerede? Arka bahçede...

Süheyla, Melek ve Demir oturuyorlar hep birlikte. Demir onun yaklaştığını görünce kalkıyor hemen yerinden Asi’yi karşılamak üzere... peşine Süheyla ve Melek’de... Kısacık paylaşılıyor nezaketen selamlaşmalar, Melek’i de alarak uzaklaşıyor Süheyla hemen gençlerin yanından. Demir’in mutsuzluğu, Şahmaran’ı kırışı... sorunları... yalnız bırakmalı onları, konuşabilmelerine fırsat tanımalı.

Yalnız kaldıklarında değişiyor Asi’nin mülayim tavrı... Elindeki klasör masaya bırakılıveriyor, kalemde alıyor benzer bir hoyratlıktan payını. Evrakı getirdi Asi ama neden bu kadar acil anlamadı. Demir veriyor cevabı... İhsan bu işi hemen halletmelerini istemiş, oraya Demir çağırdığı için değil, babası istediği için gelmiş. O da en az Asi kadar rahatsız... çabucak imzalayıp bitirsinler işi. Ek maddeler girmiş ama sözleşmeye, okumayacak mı? Masanın üzerindeki evraklara eğildiğinden önüne dökülüyor Asi’nin saçları... şöyle bir fırlatıyor yandan geriye doğru, işine gelmez kolyesinin kapanması. Demir kaçırmıyor bu anı... sevdiğinin boynunda asılı ihanetin yaftası. Bu gerçektende tanıdığı Asi değil. Hür doğmadı, biliyor aşkları... ama o Demir’e hayat veren kadındı... hassastı... bu bir başkası olmalı. Ali, o istikrarlı yalancı, Asi’yi nasıl bu kadar şaşırtmayı başardı, başkalaştırdı. Ne bunları düşünmenin bir anlamı var, ne de kalbini keskin pençeleriyle tırmalayan kıskançlığın faydası. Asi’nin yandan yandan onu kontrol etmesinin nedeni de, üzerinde gezinen bakışları olmalı. Vakit kaybetmek istemiyor Demir daha fazla ayrıntılarla... eğiliyor o da masaya... göstersin nereyi imzalaması gerekiyorsa. İhsan Bey’e de kontrol ettirsinler, neticelensin bu iş, bıçak kemiğe dayandı onlarda. Ama Ali müdahil olmadan olur mu bu sahneye... arıyor teklifsizce... Ne zaman koydu otelefonunu Asi masanın üzerine... ‘Ali’ nin ismini ekranda görmek yetiyor Demir’i silbaştan delirtmeye.... “Cevap vermeyecek misin?” diye sormadan edemiyor Asi’ye... Duysun konuşmalarını da hala birşeyler olabileceğini sanan umudu öldürsün iyice. Durduramıyor çünkü içinden yükselen o sesi kendi kendine. Ama cevap vermiyor Asi, daha sonra arayacakmış, ayrıca vereceği cevabı çoktan vermiş Ali’ye. Daha fazla dayanamıyor Demir ona bakmaya... sezişlerini onu acıtmak için kullanıyor... sapladığı hanceri bir de çeviriyor acımasızca. Yeter ama... bıktı acıdan... katlanmak istemiyor daha fazla. Evraklarını toplamasını bekliyor masadan sabırsızca ve İhsan Bey’le buluşmak üzere çıkıyorlar yanyana. Konuşacak hiç bir şey kalmamış aralarında.

Asi barındıramıyor sorularını içinde daha fazla... Neden Şahmaran’ı çöpe attı Demir? Değersiz bir şey olabilir, ama bir hatıraydı. Buna cevap vermek zorunda. Demir’in Asi’den beklemediği bir şey bu sorgulama. Sessiz, yine de bakışlarının ondan yana kaymasına mani olamıyor bir anlığına. Şaşırıyorda ne bekliyor olduğuna... o ‘evet’ demişken bir başkasına, hala onu bedeninden çıkarıp atamayışının isyanıydı bu taşkınlık... hala bu bağlılık. Hiç ama hiç başarılı olamadı da. Bu sessizlik çok tanıdık... konuşmak istedikleri anlar uymuyor asla birbirlerine, ne yazık! “Tabii” diyor Asi... “Sana soru sormamam gerektiğini unuttum. Sorsamda yanıt alamayacağım.” Yine sessizlik... yine suskunluk... “Sen sustukça verdiğim kararın doğru olduğunu anlıyorum” diyor Asi... Sözlerinin taşıdığı o ufacık belirsizliğe ses geliyor Asi’ye... Demir dönüp ona soruyor cevap versin diye, o umudun sesi bastırılamayacak kadar güçlü şu anda içinde...”Gerçekten ona bir söz verdin mi?”... Demir demek hala burnunun dikine... onun sorularına cevap vermeyecek ama o sorular sorabilecek dilediğince... “Ben sana kime ne söz verdiğini soruyor muyum?”diye çatıyor Demir’e. Kaybediyor bütün dengesini Demir’de. Ne ‘kim’i... ne ‘söz’ü... bir yanılgıya inanmaya devam ederek sevdiği, bitiriyor hayatlarını. Söyledi çoktan, iki gündür tanıdığı Zeynep’in onun hiç bir şeyi olmadığını, dinlemeyi de reddediyor yapacağı açıklamayı. Daha ne yapmalı... öfkeyle saldırıyor direksiyona... isyanı, hıza geçiyor anca. Asi’yi inandıramıyor, dokunamıyor bile artık ona... ne yaparsa yapsın bırakmayacağı, yollar kesip konuşmaya zorlayacağı bir sevgili bile değil artık oturan yanında... Bu öfkelendirdikçe öfkelendiriyor onu daha da. Duymuyor bile Asi’nin ‘yavaşla’ diyen çığlıklarını... “Cevap ver... bir söz verdin mi ona gerçekten? Asi bilir, kendi duruşuyla onu yanına yaklaştırmadığında öfkelenir sevdiği... zorbalaşır. Gerçektende, Asi’nin direnişinin ötesinde kendini koyduğu yerde ulaşılmaz oluşu delirtiyor Demir’i iyice... kaba gücü arabasına geçiyor sadece. Araç, çiftliklere sapan toprak yolda savrularak durduğunda ise atıyor Asi kendini özgürlüğe...

Kavuran bir esinti hissediyorum bu sahneyi her seyredişimde. Yanıyor Asi harlı ateşlerde... içte... dışta... kaçacak bir yerin olmadığı karşı duruşlarda... Asi tavlanıyor Demir cenderede. Altedilmez bu uzaklaşışın Demir’i de böyle kavurduğu bir an gelecek ileride... misillenen bedenlerinde, o da yaşayacak bu cehennemi kavruluşu kendinde... Çıkıyor Demir arabadan Asi’nin peşine... sevdiği uzaklaşamadı bile... O ne kadar uzaklaşmayı başardı ki Asi’den... ayrılamazlar onlar birbirinden. Ona doğru yürürken solukları hızlıca bedenini terkeden Asi’yi gözlüyor. Söylendi mi söylenmesi gereken herşey aralarında gerçekten? Yakışmıyor o kolye sevdiğine. Yakışmıyor ‘evet’ bir başkasına söylendiğinde... gururu bırakıp geriye... son bir hamle yapıyor Asi’ye... uzanıyor bir başkasının izini silmek için sevdiğine... Emanetinden vazgeçti ama o kolyeden vazgeçmiyor Asi... durduruyor Demir’i. Onun ellerinden kurtarmaya çalışıyor Ali’nin kolyesini... Zafer bekliyor muydu Demir bu hamleden? Bilmem!.. Son bir gayretti sanırım... vermek istedi belkide hiç düşünmeden. Basiret miydi, korku ile ümidi zincire vurulmuş bekleten. “Mutsuz olacaksın. İkimizde mutsuz olacağız“... uyarılar Demir’den. Ama Ali’nin kolyesini özellikle taktı Asi... ‘Gör’ diye taktı... çünkü herşeyi Demir başlattı. Asi yokmuş gibi davrandı. Nasıl incindiğini düşünmedi... sonrada karşısına gecip hesap istedi. Oysa Demir bu noktayı çoktan geçti... Asi farkında değil sanki. Demir’in kendinden çekilişi onun tarafından çok iyi farkedildi. Ne hesap soruyor, ne de buna hakkı olduğunu düşünüyor... Ali kazandı, Demir kaybetti... ona ait olmayan birine hesap soramaz ki!

“Kaybetmemek için ne yaptın Demir?.. Kastediyor gerçekten söylediğini sevdiği. Kıymetten düşüyor ona yakın olmak... geri çekiyor Asi’den Demir’i... bu kadar onu görmekten aciz bir Asi ile mazeret her söylediği.. “Ne mi yaptım? Sana çok değer vermiştim biliyor musun?” İncinmemek için koymazdı kendinden içeri kimseyi... ama yüreğinin taa içine soktu Asi’yi... yine aşkla başkalaşmış Demir algılarından biri... her koşulda görmeliydi Asi Demir’i. Ne görecek, ne duyacak halde onu sevdiği. Asi’yle hiç bir şeyini paylaşmadı ki... Teyzesinin başına gelenleri anlatmadı ki... paylaşmayacak yine... anlatmayacak yine... ama bileceği bir zaman gelecek Asi’nin Demir’i... yalnızca zaman gerekli. Lakin şu an bunun sadece bahane olduğunu düşünüyor Asi... derinleştiriyor Demir’in hayalkırıklığını. Zaten gereksiz artık...

Anlatmayacak yaşadığı yıkımı... denemeye çalışmayacak bile onu inandırmayı. Tabii... Demir Asi ile zaman kaybetmesin... buldu ilgilenecek yeni birini, onunla paylaşır artık herşeyini. Yine Zeynep aralarındaki... anlaşıldığında pişman olunacak bu yanılgı... açığa çıkamıyor bir türlü. “İnanman için sevmen lazım” diyor Demir... kıskançlık nasıl aşka üstün gelebildi? Herşey bitmiş... Asi yolunu çizmiş... ne konuşuyor orada ikisi? “Git Asi... bundan sonra ne kadar az karşılaşırsak o kadar iyi...” ... ‘Gel’e yangın o beden gönderirken sevdiğini yalvarıyor gözleri... ‘Söyle... söyle hadi... beni sevdiğini... hiç bir yere gitmeyeceğini... herşeyin bir kabus olduğunu... ama bittiğini... artık bittiğini... nihayet bittiğini’...

“Asi’yi gönderen Demir”i sevmiyor Asi... hani ona tutkun sevdiği... hani sarıp bırakmayanı... her koşulda yol kesip durduranı. Yüreğinde başka kuşkular filizlenmeye başlasa da Asi-Demir ne kadar hırpalandı, özleri yaralandı. Yaralarını Demir sarsın istiyor ama şimdi onu uzaklaştıranı... Kim var orada? Ali... Kanayan aşkına şifa olmasa da kırılan gururunun parçalarını bir arada tutmaya hazır yanında olanı. ‘Git’ derken Demir, ihtiyacı olduğunda ‘gel’en kolay adamı...

Sabahtan beri Asi’nin peşinde Ali... çiftlik çiftlik dolaştı... telefon ile aradı... netice verdi sonunda çabaları... şansdan fazlasıdır... gayretleridir, sınanan Asi-Demir’in zayıfladığı anda orada olması.

Asi’nin gereksinim duyduğu bir sığınak... bilebilir mi yaralarını sarmaya durduğu sığlık bir liman. Hemen götürsün Ali onu buradan... tuzbuz olup dağılan parçaları zor tutuyor kendinde.... gitsinler yeterki biryerlere... mühim değil nere... biniyor alışık hareketlerle Ali’nin motorsikletine.

Görmek mi istiyordu Demir Asi ve Ali’yi... işte bu da ‘gör’ diye gelen Ali. Tereddüt etti mi Asi giderken.. etmedi mi... Demir farketti mi... etmedi mi... Artık bir önemi de yok ki... acı bir ağıt çalınıyor kulaklarında, Asi’nin Ali’ye sarılışına baktıkça... Acımasız sözleri... kazı beynine gördüklerini... belki kabullenirsin artık Asi’yi kaybettiğini. O çağrı... o söz... o ilk ‘gel’e yüklenen aşk kaybediyor artık gerçekliğini. Bitti. Başka gerçekleri var bu günün. Biten sadece Asi mi? Değil tabi. Demir’de de bir safha bitti. Çemberin o sonsuz noktalarından birinde yine bugün Demir... önünde durduğu ise Asisizliği. Sonsuzluktaki o naktayı bugün farklı kılan şey, hiç sahip olmamışlıkta asla anlaşılmayacak, bir zamanlar onunken kaybettiği. Acıdır... başka acılara benzemez. Yakar... ateşlere benzemez... gözlere de yüreğe de karanlık basar... hiç gitmez. O karanlıkta herkes başka bir şey gizler. Bazen ortaya çıkar ama... çıktığına pişman eder.

Manzarası güzel bir yerde durduruyor Ali motorsikletini... Asi soruyor, “Neden durdular?” ... Yatıştırır belki Asi’yi... Burası mı?... Ateşler daha çok, “Burası olmaz” Ali. Harika bir yer keşfettiklerini sanıyor oysa burası çoktan keşfedildi... yalnız kalmak için ara sıra buraya gelir Asi. Sıkıyor beni artık Ali’nin teklifsiz soruları... Asi’nin ne hayaller kurduğu, kimlerle buraya geldiği... ne ilgilendirir Ali’yi. Gidin artık... daha fazla kirlenmesin oranın geçmişi. Sahilde, hırçın dalgaların kayalıkları dövdüğü bir yerde bitiriyor Ali yolculuğu. Neden bu kadar sinirli? Teklifini reddetti... ona bir daha aynı soruyu sormaz ama Asi’yi neyin yada kimin üzdüğünü merak ediyor Ali... Yalan üzerine yalan Ali... ondaki samimiyetsizliği nasıl farketmiyor Asi? Bunu ona yapan Demir’mi?.. O mu üzüyor seni?.. Demek ki belli!..

Ziya’nın babasının vefatı evliliğe yeni yeni alışmaya çalışan çifti zora sokuyor. Başında bir erkek olmadan annesinin yalnız yaşayamayacağını düşünen Ziya, Gaziantep’e taşınmaya karar verdiğini karısına bildiriyor. Alıştığı herşeyi bırakmanın nasıl olacağını düşünse de bir anlığına, Gonca’nın yeri kocasının yanıdır... kocasının kararını düşünmeden onaylıyor. Bu gelişmeyi duyan Neriman “Olmaz!” diye bas bas bağıyor. Gonca’nın bir işi var. Kendi ayakları üzerinde duruyor. Neriman gibi koca eline mi bakacak. O ne derse onu mu yapacak? Ya itiraz edecek gücü... söylesin, o gücü nereden bulacak. Bir müddet sonra Neriman gibi olup hayattan korkacak. Neriman’da herşey karışıyor birbirine... kızı Gonca’ yı mı yoksa kim olduğunu artık bilmediği Neriman’ı mı uyarıyor... dert yanıyor... bir babası vardı sığınacağı ama o da genç bir şakıcıyla yaşıyor. Fatma Ana’nın müdahalesiyle kesiliyor telefon görüşmesi ama Neriman’ı da perişan halde bırakıyor. Defne’ne geliyor yanlarına bu bağrışır çağırış arasında ama elinden hiç bir şey gelmiyor onunda... bir de söylemek zorunda olduğu nikah haberi var omuzlarında. Hiç kolay olmayacak bu şartlarda. Biraz sakinleştirmeye çalışıyor olsalarda Neriman’ı mani olamıyorlar onun sinir kirizi geçirmesine. Alıp Fatma Ana’nın tek tek ütülediği gömlekleri eline... parçalıyor her birini dilediğince... gitsin İhsan Süheyla’ya. Yeni gömleklerde alır Süheyla ona... ütü çizgisini de çift yapmaz ayrıca. Nasılda geziyor İhsan Süheyla ile yaylalarda... istediğini yapıyor... bir faydası yok Neriman bin yılda onun gömleklerini yıkayıp assa. Kıskançlığın her insanı tüketişi bir başka... kıskançlığın ayrılmaz dostu hayalkırıklığı ise daima onunla. Katmerliyor katlanılmazlığı... acıtıyor daha fazla. Sadece bugüne değil, geçmişe de acıyorsunuz sanki daha fazla. Güvenmişliklere acıyorsunuz... inanmışlıklara acıyorsunuz... bir vakitler aldanmış olmaya acıyorsunuz... acılaşmaya başlıyor hayat, sadece bu gün değil... kötü olanı, acıyışınız geçmişten başlayıp geliyor bu yana. İhsan’ın onun yanında olması yetmiyor Neriman’a... yetmez hiç bir aşka. İhsan’ın gözlerini görüyor ne zamandır o... başkaları var orada. Haksızda değil bu yorumunda. Aklı ile evliliğine bağlı kalmaya kararlı olsa da İhsan, gönlünü, gözlerini uğrak yapan Süheyla’ya mani olamıyor, olamayacakta. Çaresi yok İhsan’ın... eşi ve dört çocuğunu düşünmek zorunda... ama aklımdan gitmiyor bir türlü Süheyla’ya... “O günlere dönebilsek, hatamı tamir edebilirdim” diyen sesi. Şartlar farklı olsa... onu seçerdi İhsan... öyle bir var ki Süheyla onda. Üzülüyorum, bir başka gölgeye rağmen gözlerde... birbirine tutunmaya çalışan o karı-koca’ya...

Günün ilk krizini ağlayarak atlattı Neriman... nikah haberiyle gelen ikincisi ise katıla katıla güldürüyor kendisini. Yeni evli çiftin akşamki düğün yemeğine ne kendisi gidecek ne de evden başka biri... Ama Fatma Ana hatırlatıyor ona unuttuğu bir şeyi. Gonca’nın altınlarını aldı saklamak için Cemal Dedesi. Değiştiriyor Neriman derhal fikrini... fırsat bu fırsat deyip kurtarmalı kızının bir kaç parça bileziğini.

Hüseyin çiftlikte bekliyor Demir abisini bugünde. Söyleyecekleri olmalı dilinde... ama öteliyor onun halini görünce... “Naber Hüseyin? Dersler nasıl?” diyen Demir abasinin canını kim sıktı böyle? Ne kadar isterdi anlatabilmeyi ona herşeyi... Asi’nin aksine, dinlerdi kocaman gözlerini açıp Hüseyin, Demir abisini. “Yok birşey” diyor yine de Hüseyin’e. Hüseyin’inse sorunları var... Küsmüş sevdiği yine... “Niye?”... Ayrılmış onlar, niyesi yok, bilemiyor ufaklık bile. Fındık kabuğunu doldurmayan şeyler olmalı Asi-Demir’le mukayese edildiğinde... Aslında yürekte dokundukları yerler büyük Asi-Demir’i ayıran nedenlerinde. Hassasiyetlerini alıp büyüttüler kendi kendilerine, yer bırakmadılar böylece birbirlerine... Hüseyin, Demir abisinin sorularını cevaplamak yerine... kendi kafasındakileri ona söylemenin derdinde. “Seninle Asi ablamın arası iyi mi bari?”... Gülümsetiyor bu Demir’i... “İyi herşey Hüseyin!”diyerek rahatlatmaya çalışıyor dostunu sözleriyle. Onları model görüyor olmalı kendilerine. Büyüyünce Asi ablasıyla evlenecekti ama korumuyor olmalı bu isteği bir müddettir içinde. Hüseyince bir hasletle ... bağlıyor onları birbirine... “Siz çok yakışıyorsunuz birbirinize. Sonunda onunla evleneceksin değil mi? “... Mübalağa ediyor diyebilir miyiz Hüseyin’e? Onları yakıştırışlarım geliyor gözlerimin önüne... daha farklı Hüseyin’den... özünde ise, yakışıyorlar... bu kadar basit işte. Gizemini muhafaza eden tabiat, emsali olmayan hamlelerinde bile nasıl gözkamaştıran bir oluyorlukla hareket ederse... onlarda öyle yakışıyorlar birbirlerine. Dağları baharda basan papatyalar kadar... kayaları oyan dalgalar kadar... geceye gün, güneşe yağmur, karanlığa ay kadar yakışıyorlar. Daha saysam, liste yorumlarım kadar uzar. Demir hazır olmadı paylaşmaya sıkıntısını belkide hayatında hiç bu kadar. Biliyor, Hüseyin’de, o çocuk yürekte, yeri farklı Demir’inde, anlardı kendisini de. Ama imkansız istediği ... başkasıyla evleniyor Asi. Evlilik... evlilik dedi değil mi... hayallerini kurmaya bile cesaret edemediği birlikteliği... tuttuğunu ne pahasına olursa olsun koparmaya hazır bir adam tarafından yerle bir edildi. Asi onu kabul etti demek asla kendinin değildi.

Asi salıncağında gene... yüzünde huzurlu bir ifade... asla sallanmadı hep sardı iplerini öyle... bu baş döndürülüşü aradı hep kaderinde. Ayaklarını yerden kesen bu duyguyu, bir salıncağı bir Demir yaşatır Asi’ye. Onun için tutkundur her ikisine de. Hayalleri değil biraz ötede olan... yaşanmışlıkları Demir’le. Gece... kapkaranlık... yağmur yağıyor biryerlerden üzerlerine... yerler çamur içinde... su birikintilerinden kaçarak geliyor sevdiği yanına... Elleri ceplerinde... küsler yine böyle... küslükleri mani değil ama çekişmelerine... Nasıl kafa tutmuştu Demir’e... ”Birinin peşinden... hem de evlenmek üzere olan birinin peşinden, öldürseler gitmem” diye... ne kadar yüce bir davranış ama iyi ki Demir değil onunla aynı fikirde... karşındaki seni yanlış anladıysa, bazen bunu yapmak gerekir... dememiş miydi öyle? Yalnış mı anladı Demir’i... gerçekler onun gördükleri gibi değilse, evlilik yolu bile vazgeçirmez kendinden Demir’i, düşer peşine. Zorlar... zorbalaşır... bırakmaz Asi’yi kimselere. Bunu bekliyor ümitle. ‘Git’ deyişine nasıl katlanırdı bu sözleri söylemeseydi geçmişte. Bir nebze huzur varsa yüreğinde bu nedenle. Hala öfkeli, hala kızgın, hala şüpheler içinde fakat sığındığı o, mutlulukta tek bir kez olsun nefes alabilmek için de. Ablası gelip onu bölene kadar da kalıyor Demir’de. Hüseyin’i taşıyon Arif’in arabası geçiyor yoldan... durmuyor ama yavaşlıyor araba, Hüseyin Asi ablasına seslenmek isteyince... “Asi abla... yarın okul çıkışına gel. Çok önemli diyeceklerim var. Çok çok önemli Asi abla!..”... Tamam... gelecek Asi ablası, kırmayacak ufaklığı bir daha. Onların araçları uzaklaşırken Demir mevzu oluyor abla ile aralarında... biliyor mu Ali’nin teklifini sevdiği acaba? Demir hemen peşinden geldiğine göre, Defne haber vermiş olabilir diye düşünüyor o da. İhsan’ın çağrısına cevap veriyorlar ama... sonra konuşurlar, geç kalmasınlar konağa.

Cemal Ağa’nın konağında nikah yemeği hazırlığı son sürat sürüyor mutfakta... Cemal Ağa ise muhbiriyle birlikte laflıyor şehirde olan bitenler hakkında. Günün en büyük konusu Cemal Ağa’nın bir şarkıcıya nikahı basması olsa da ilgilenmiyor dedemiz bu konuyla. Asıl konuya gelsin adamı... Uydukent arazisi için hala bir alım yapılmamış olması... uyuyor Demir hala. Çiftlikte bir kız kalıyormuş, ondan mı acaba?

Demirlerin çiftliğinde bahçeye kurulmuş masada yemek yiyorlar ailecek onlarda... Leyla gündeme getiriyor uydukent arazilarini... Aslan üstlenmiş bu konu ile ilgilenmeyi... bir gelişme yok ama daha. Demir uyarma ihtiyacı hissediyor Aslan’ı, Uydukent işi benim dedi... ona bıraktılar... hiç bir gelişme olmayışı endişelendiyor onu. Arsa sahiplerini anca bulmuş Aslan, başlayacaklar işte, bugün yarın tamam. Bu konu firma için çok önemli... ihmal etmesin ne olur... Demir’de az biraz Aslan’a güvense çok iyi olur.

Sarmaşık’ın bütün gayretlerine rağmen tam bir fiyasko oluyor yemek. Aslında, Gonca’nın düğününde takılan altınları almak için gönülsüzce bu davete katılan Neriman, Cemal Ağa’nın tepesini attırıyor, masanın tadını kaçırıyor. Baba-kız özel konuşmak için odaya çekiliyor. Neriman, torunu yaşında biriyle evlenerek ele güne rezil olmalarının yanı sıra Sarmaşık’ın mala mülke ortak olmaya geldiğini söylüyor. Cemal Ağa’da para bitmez, Neriman bunu nasıl bilmiyor. Açgözlülük etmezlerse herkese yeter. Üstelik o daha hayattayken malının hesabını yapmak kimseye düşmez. Neriman’ın asıl sözü paraya pula değil... yaptıklarına... İyi de ne yapmış Cemal Ağa?.. Sadece Cemal Ağa değil, erkeklerin bütünü neredeyse töhmet altında Neriman’a kalsa. Unutuyorlar kendilerini, biraz değişik bir kadın çıktı mı karşılarına... erkekler kıymet bilmiyor, isyanı buna... hadi ‘haksızsın’ desinler ona.

Defne düşüyor ‘sonra konuşuruz’ diyen Asi’nin ardına... buradan evlerine ayrılacaklar, hemen göremeyebilir onu kısa zamanda bir daha... merak ediyor ne oldu Demir’le aralarında. Yemeklerin bır kısmını kaldırmak bahanesiyle çekiyor kardeşini mutfağa... şimdi anlatsın bakalım ne konuştular Demir peşinden koştuğunda. Neden sorunlar var hala aralarında abladan saklamıyor asi kızda... Demir, Ali’ye ne cevap verdiğini sordu... teklifi kabul ettiğini söyledi o da. “Neee... ama Asi bu doğru değli ki... Sen resmen yalan söylemişsin. Niye öyle bir şey yaptın?”... “Çünkü bunu hak etti...”... Gerçekten öyle mi? Kendine ters düşen o yalanı Asi ne kadar hak etti... ona kara çalınan bir şeydi... Asla yerleştiremiyorum hikayede bunun ona söyletilişini. ‘Yalan’.... hayır... bu gerçekten Asi değil, Demir’in dediği gibi. Defne’nin gözleri yerlerinden fırlayacakmış gibi açılıyor... itirazlarını peş peşe sıralıyor... “Çabuk ara... yanına git... anlat... birşeyler yap. Bu durumu düzeltmen lazım...” Defne nasıl onun tarafını tutabiliyor... Demir’in şu anda evinde bir başka kızla olduğunu biliyor... “İyi de o kız...” konu o kız olunca Asi kimseleri dinlemiyor... lafı ablasının da ağzına tıkıyor... “Onu affedemiyorum Defne... Bu oyunu sürdürmeye devam edeceğim ve gerekirse sen de bana yardım edeceksin...”

Avluda hazırlanan masadan yükselen Neriman’ın sesleri artık mutfaktan duyuluyor... O masada oturduğu her dakika her saniye cehennem azabı çekti. Onlar gönüllerini eğlendirmeye devam etsinler... daha fazla duramayacak Neriman burada... fırlıyor sokağa... Asi’de arkasında... Cemal Ağa farkında, bunca kıyamet bir onun yüzünden çıkmıyor yalnıca. O Demir olacak çocuk torununu, damadı da kızını mutsuz etti. Neriman doldu doldu... son damla o oldu. Her zaman İhsan’dı ezeli suçlu... anlaşılıyor ki Demir’de girdi sıraya... bir güleç yüzlü oğlana lafı yok... pek saf mı ne o da. Yengeç sepeti misalidir bu işler, herkes en yakınındakini zehirler. İhsan kadehini kaldırıyor Şarmaşık’a ... Hoş geldi aile arasına.

Anne-kız şehir sokaklarında... Neriman bir yere gitmiyor... adım atabilmeyi beceriyor sadece birbirinin peşine... Acıdan uzaklaşma isteği azizliğine uğruyor kırılan topuğunun... sendeliyor kaçarken bile. Ona yetişen Asi ile birlikte, çöküp duvar dibindeki bir bankın üzerine, hayatın onları tökezletişine bakıyorlar birlikte... kopan topuk bahane. Şaşkınlıkla soruyor “Nereye?” diye, kızının burada durmayalım, dönelim diyen sözlerine... Evlerine!.. Bir evi var mı? Biz diye bir şey kaldı mı?.. Bir bilse! ... Neriman’ın Asi’ye destek olması gerekirken kızı destek kendine. Biliyor, zor günler geçiriyor Asi’de. Keşke yardım edebilse. Ona hep güvendi, becerir, halleder dedi... Bu galiba kolayına geldi. Ama Neriman gibi değil Asi... ezdirmez kendini... teslim olmaz... onun gibi olmaz, hata yapmayacak, yapmaz. Kendine ömür boyu sadık kalacak adamı bulana kadar ‘evet’i ağzından çıkarmaz. İlişkiler nasıl başlarsa öyle devam eder, şaşmaz. Görüyor, Demir kızını üzüyor... “Yeniden düşün, istemiyorsan onunla çalışma” diyor. Ona sadık erkeği bulacak Asi... Demir ile de çalışmayacak... çünkü bu ilişki bitecekse kökünden bitecek. Haklı... ama ya başdöndüren umutları... ‘yerine getiremeyeceğin sözler verme’diyen susturamadığı fısıltıları... gururu artık onları açık edemeyecek kadar yaralı. Kara sevdası kendi kendine bile söyleyemeyeceği kadar derinlerde saklı... Dolup dolup taşan yüreğinin Demir sayıklamaları yalanlıyor ağızdan çıkanı. Neriman’ın akıllı kızı. Ne kadar istiyor mutlu olmasını... hala bir yerleri varken, dönsünler evlerine artı...

Demir kendini kapattığı odasında duramıyor daha fazla... yürüyecek biraz dışarıda. Zeynep’de onunla yürümek istiyor bunu duyunca. Akşama kadar hep evdeymiş, hiç adım atmamış dışarıya. Arkadaşlık edemiyor Melek ve Leyla ile... kuşkuyla yaklaşıyorlar ona diye. Ağaçlı yolda yürümeye başlıyorlar, korumayı da almıyorlar yanlarına... çok uzaklaşmayacaklar nasılsa.

Saldırı akşamı Galip yakalandı ama Ekrem kaçtı... anladı ki daha incelikli bir yol bulmalı. Mevsimlik işçilerinden biri olarak karışıyor çiftlik çalışanlarının arasına... gözleme fırsatı buluyor evi. Kim kimdir öğreniyor diğer çalışanlardan, nedenleri var kendince. Bu akşam da yine ağaçların gerisinde . Baksen şu işe... Zeynep ve Demir yürüyüşe çıkıyorlar birlikte!
Ekrem yakalandıkları tek kişi olmuyor o gece. Şehirden dönen Asi ile Neriman’ın aracı duruveriyor onların yanına gelince. Asi karşılaşmak istemese bile Neriman ısrarcı. Bir çift lafı var söyleyecek Demir’e. Gece yürüyüşüne çıkmışlar... ne hoş... tabi misafiri gezdirmek lazım. Dikkat etsin kızcağıza, geçenki gibi silahlar patlayabilir... belli mi olur... tutmasın Neriman onları daha fazla... bu saatten sonra herkes kendi yoluna. Hadi Neriman’ın çenesini tutmak mümkün değil bu saatten sonra... Zeynep’e ne demeli... soruyor... “Neden kızgınlar bu kadar sana?”...

Demir kendini dışarı attı... Asi odasına kapanıyor. Nasılda nefret ediyor onları yanyana görmekten. Demir’in ona gelmesi beklerken, itiraf edemediği umutlarının beklentisiyle bir boşlukta yaşarken, Demir akşam yürüyüşüne çıkmış o kızla, başa kakar gibi adeta. Sevgili gibi değillerdi ama umurunda değil bu şu anda... birlikte olmaları yetti o yarayı kanatmaya. O ses de ne... birileri var penceresinin altında. Dönüş yolunda olduklarını söylemişti Demir annesine, o kızı bıraktı ve Asi’ye mi geldi yoksa. O kadar kısa ömürlü oluyor ki yüzündeki gülümseme... seçen gözleri hemen farkediyor ağaçlıklı alandaki gölgelerin benzeşmezliğini... ışıkları kontrol eden Ökkeş ve Aslan, Demir değil aşağıdaki. Ellerindeki fenerse aydınlatamıyor Asi’nin gecesini.

Gün... süratli başlıyor Antakya’da... Ali’yi konağa çağırarak, biraz hızlı para çevirmek için girişimlerde bulunuyor Cemal Ağa... olumlu yanıt alıyor Demir’i koltuğunda zıp zıp zıplatma kozunu ortaya atınca. Uydukent, önemli değil, Ali bilmez işi... Demir’i sinirlendirmek yetecek ona, bu söz çekiyor ilgisini. Asi’yi de çağırmış oraya... Dedesinin konağına... açık havaya ihtiyacı var gibi görünüyor, dışarıda çalışsınlar biraz onunla. Asi uyarıyor, yapacak çok işleri var, vakit kaybetmeseler iyi olur daha fazla. Ali unutup Melek’e büroda buluşma sözü verdiğini, Asi’yle işlere koluyor açık havada. Ne güzel teknede çalışacaklardı serin serin... şu an seçtikleri rüzgarlı yer öyle değil sanır duyanda! Masadaki papatyaları kim akıl etti... onları da Ali’mi getirdi... herşey batıyor e.min’e artık sanki. Bir de sitemkar sözleri... Asi sayesinde oturup kaldı Ali, önce depolar geliyor ortağı için belli... oraya iş yapmak için gelmedi. Asi etüt ettiği eksikleri sıralamaya devam ediyor, takmayarak Ali’yi... ek soğutucular, yeni peynir mayaları zerre kadar ilgilendirmiyor Ali’yi ama iflas etmek istemiyorlarsa bunlar öncelikli. Uzun zamandır çalışıyor olmalılar... birden saati hatırlıyor Asi... “kaç oldu?”... Eyvah... okul çıkışını kaçıracak... söz verdi Hüseyin’e... orada olmalı zamanında.

Demir ofisinde... çalışıyor bilgisayarının başında. Kerim dörtdönüyor odasında... Cemal Ağa’nın konağında olanları aktarıyor yarım kulak kendini dinleyen dostuna. Saf muamelesi görmek uykusunu kaçırmış Kerim’in... haberi olsun, Demir’de payını almış akşamki olaylarda... Demir duymak bile istemiyor, bahsetmesin hiç bunlardan Kerim ona. Herkes olayları kendine yontmakta çok usta. Çözülmesi gerekenler de bitmek bilmiyor ki onda. Hüseyin’in okulundan aramışlar... kavgaya karışan çocuk için Demir’i çağırıyorlar babasının yokluğunda.

Asi-Demir aynı anda geliyorlar okulun bahçesine... birbirlerinden habersiz park ettikleri araçları neredeyse dip dibe... Önce Asi farkediyor Demir’i... deli gibi düşünceleri, dolanıp duruyor geçmişi... bu yine Demir ile Hüseyin’in bir kurgusu olabilir mi?.. “Hüseyin’in böyle bir şeye kalkışacağını anlamalıydım” diye söylenerek binanın merdivenlerine yönelirken Demir durduruyor onu. Ne kasediyor sözleriyle anlamadı, açıklasın bunu. Asi’yi burada bulmak şaşırttı onu. Hüseyin’in Asi’ye yakınlığını bildiği için ona da haber verdirmiş olabileceğini sandı... belli ki yanıldı. Asi artık böyle çocuk oyunlarına katılmak istemediğini bildiriyor dönüp ona, söylesin de boşuna uğraşmasın Hüseyin bir daha. ... ... Defalarca incitebilir Asi Demir’i bu yolla... bu gücü verdi bir kez değil mi ona... Asi ile çocuk oldu yüreği... oyunlar oynadı hiç oynamadığı kadar hayatında. Oyunlarının ardına gizlenerek çıkardı Demir adamı, çekingendi sevgisini açıkça ortaya koymakta... Ciddiyetini bir yana bıraktı... heyacanı kucaklamayı ve aşkı göze aldı çocukca. Bir tek onunla. Bedelini ödüyor şu anda... Bir başkasına ‘evet’ diyerek onu istemedi... bu katlanılmaz yetmez gibi, ona erişmeye cesaret edebildiği yolları da azımsıyor... küçümsüyor... değersiz buluyor... Ya da ne bu? Demir’in ona ulaşmaya çalışırken kendi içinde verdiği mücadeleyi hiç görmemek bu, Asi’yi Asi yapan hassasiyetlere hiç sahip olmamak, bir adamı çocuk yüreklenişlerinde utandırmak bu... Hiç böyle sevmeyişiydi , hiç de böyle aldanmayışıdır Demir’in bu... Demir’in aşması gereken bir yenilgi bu.

Tereddütler... incinmişliğine incitişlerle karşılık vermeler... üzülüşler... döngüler halinde... gidip geliyorlar birbir gözlerine. Onu affedemediği gibi mani de olamıyor canını yakma isteğine. Çok da iyi biliyor Demir’i acıtmak için dokunacağı yerleri... çünkü Asi onun bileni. Ama Hüseyin çağırmamış Demir’i. Öğretmeni aramış, not bırakmış. Galiba çocuk kavga etmiş... ‘Herneyse’ ile geliyor Demir’in aldırmayışı onun açıklamasına inanıp inanmayışına. İçeri giriyor bırakıp kendisini yanılgılarıyla. Ona inanıyor oysa... umursamıyor mu artık yoksa? Neler oldu merak ediyor, düşüyor Demir’in ardına, birlikte geliyorlar sınıfta cezaya bırakılmış Hüseyin’in yanına.

Hüseyin sınıfta yalnız başına. Ön sıralara doğru oturmuş, onlüğün düğmeleri açılmış, yaka bir yana sarkmış, perişan durumda. Demir gayrıihtiyarı soruyor, “Hüseyin ne bu halin. Niye kavga ettin?” Öğretmenine anlatmamış, anlatsın bakalım Demir Bey’e, anlatabilirse. Anlatmaz tabi, ne bilsin öğretmeni onun çektiklerini, bir Demir bilir bilse bilse. “Birilerine kız arkadaşımı elimden almak neymiş gösterdim. Benzettim onu bir güzel. Tutamadım kendimi ne yapayım! Kızdın mı Demir abi?” Kömür karası gözlerine bakamıyor Demir Hüseyin’in... kendi de aynı çıkmazın içinde. Nasıl kızabilir Hüseyin’e kendi yapmak istediklerini yaptı diye. Öğretmeni müdahale ediyor, bu sözlere... Buyursun, kaba kuvvetle böyle konuların çözümlenemeyeceğini, zorla güzelliğin olmayacağını, sevginin hassas bir konu olduğunu anlatmayı bir de Demir denesin... becerebilirse!

Demir, Hüseyin’in önündeki sıranın bir köşesine yerleşiyor, Asi öbür tarafına. “Hüseyin... kız başkasını istiyorsa, onunla daha iyi vakit geçireceğine inandıysa... zorlama hala. Olanları unutup yoluna devam et.” Kendi böyle yapmaya karar verdi çünkü kendi sorunuyla. Ne Ali’yi durdurabildi yumruklamakla, ne Asi’yi elinde tutabildi aşkıyla. Tutunmaya çalışmak bu inanca incittikçe incitti onu her geçen gün daha fazla. O kadar paralelki yaşadıkları onunla. Zorlayan bu süreçten geçmesin ufaklık, vazgeçsin incinmeden daha fazla. ... ... Demir kendini mi anlatıyor çocuğa... başkasını isteyen bir kızı zorlamamak olarak mı bakıyor artık onların aşkına... bu muydu umursamayış, aldırmayış dışarıda. Olanları unutabilecek mi... yoluna devam edebilecek mi rahatlıkla? Ya onun durduğu yerden... ne görünüyor madalyonun diğer yanında. “Demir abin çok doğru söylüyor. Belki sende daha mutlu olacağın, seni başkası için bırakmayacak birini bulabilirsin.” ... Onlar için söylemesi kolay tabi, nereden bilecekler!.. Asi ablasının onu anlama ihtimalinden vazgeçmiş gibi, Demir abisinde gözleri... “Ama ben çok aşığım Demir abi... belki kazanırım diye gene vuruşurum, herşeyi yaparım, niye yapmıyayım Demir abi?” Gözler tarıyor Hüseyin’de artık ikisini... “Ama bu alçaklık değil mi... hani o da beni seviyordu?” Yaşam keşke böyle düz mantıklarla işin içinden çıkılabilecek, anlaşılabilecek birşey olsaydı, öyle değil ne edelim ki. Korkular bazen bastırıyor herşeyi. Alçaklık değildi, farklı korkulardı sadece... ama bir çığ gibi büyüdü büyüdü... kontrolden çıkıverdi ellerinde. Ve sevgili Hüseyin... teşekkürler seni bu diziye getiren yüreğe, çok sevdik seni... bilesin böyle.

Asi, erkek erkeğe bırakıyor onları. Söyleyebilecekleri sınırlı Demir’in de Hüseyin’e. Şefkat ve anlaşıldığını görmek ufaklığın gereksindiği şu an... onu veriyor kendi de. Düğmeler ilikleniyor, yaka baştan geçirilip tekrar eski yerine takılıyor... enseye gelen o aferin tokadı da unutulmuyor... en önemlisi bu belkide. Kapı aralığından onları seyreden bir kız var gerilerinde. Farkında değil ikisi de... ama yeşili geri getiriyorlar o kızın ne zamandır renklerle kavgalı gözlerine.

Defne akşam yemeği hazırlığında... elleri kolları alışveriş paketleri dolu, kestirmeden okul bahçesini kullanıp giderken evine, Asi’nin arabasını farkediyor park yerinde. Asi’de, Demir ve Hüseyin’i bırakmış tam okuldan çıkmak üzere... “Asii...”... “Defne...” şaşırıyorlar birbirlerini gördüklerine. Biraz konuşsunlar mı birlikte. Defne hala hata yaptığını düşünüyor Asi’nin. Böyle şey olmaz ki... hele ona hiç yakışmıyor. Kardeşinin başı eğik önüne, elindeki araba anahtarları kurtarıcı gözlerine. Bir an önce gidip açık açık konuşmalı herşeyi Demir’le. Biliyor, bu Asi’nin meselesi ve belkide bu kadar karışmaması gerekli ama eğer bu durumu düzeltmezse çok kızacak Asi’ye. Sevdiği adama nasıl böyle davranabilir? O sanki Defne’nin tanıdığı Asi olmaktan çıktı, başka biri oldu son günlerde. ... ... Kayırmış, kaydetmiş Asi biryerlere Demir’i... Bu sen değilsin Asi, nasıl bu kadar değişebildin diyen Demir’in sözleri buluyor yüreği... Mert ortaya çıkarmakta hafızası bu bilgiyi... mert o da birleştirmekte bu iki düşünceyi. Kendi kendini de tanıyamıyor zaten Asi!.. Demir görünüyor bu arada okulun kapısında, Hüseyin koltuğunun altında, bırakacak onu evine arabasıyla. Gözleri biraz ileride konuşan Asi ile Defne’ye takılı kalsada, bir baş selamı bile yok hoşcakal anlamında. Yardımcı olmuyor bu tutum onun kendi kendine hesaplaşmalarına... Defne devam ediyor onu ikna çabalarına...”Asi... bir kerecik aşık oldun. Onu kaybetmeyi nasıl göze alabiliyorsun? Bence bu durumu hemen hallet. Yoksa en çok üzülen sen olacaksın.” Melek’den gelen telefon mani oluyor daha uzun bir konuşmaya... hemen buluşmak istiyor onunla. Ablasını eve bırakmayı teklif ediyor Asi, zaten söyleyebileceği bir şey de yok şu anda. Ama söylenenler dönüp duruyor beyninde sürekli, dönüş yolunda...

Neriman, Gonca’ların Antepte kalma kararlarını öylece bırakamaz kendi haline. Cemal Ağa’dan aldığı düğünde takılan altınlarla birlikte, ziyaret etmeye karar veriyor onları, el atmalı artık bu soruna kendince. Ökkeş arabayı hazır etmiş, vazife büyük, götürecek evin hanımını sağ salim kızının evine.

Demir, Hüseyin’i bırakıp dönüyor çiftliğe. Kimsecikler yok evde, birtek Zeynep oturuyor terasta kendi kendine, yapacak bir işi yok, etrafta da gezemiyor çok, hapis aslında bütün iyi niyetlere rağmen bu evde. Gözüne işçileri taşıyan römorka tırmanan bir adam ilişiyor... abisine ne kadar benziyor... bu benzerlik onu irkiltiyor... içgüdüsel bir kaçma ihtiyacıyla eve giriyor. Telaşlı adımları salonda oturan Demir’in dikkatini çekiyor... “Birşey mi oldu?”... yok... yok bir şey, ama yinede Zeynep yatak odasına kapanıyor.

Zeynep’in gördüğü adam, gerçekten de abisi Ekrem... işçilik yapıyor Demir’in çiftliğinde, gözlüyor olan biteni. Fırsat kolluyor niceden beri. Evin bekar kızı yürüyüşten dönüyor geri. Yalnız çıkıyor bu yürüyüşlere, alışkanlıklarını hep takip etti. Kaydırıveriyor toprak yola araçtan kendini... römorktaki diğer işçilerin ileride gözleri, farketmiyorlar Ekrem’in inişini. İriyarı adam için Melek’i tutup belinden, çekivermek yolun kenarındaki ağaçların altına çocuk oyuncağı gibi. Hazırlıksız yakalanan Melek , ağzına kapanan el yüzünden çığlık bile atamıyor ki. Melek’ile buluşmak üzere çiftliğe dönmek üzere olan Asi’nin aracı işçileri taşıyan traktör ve römorkuyla geçişiyorlar birbirlerini... toprak yol dar, yavaşlamak zorunda kalıyor Asi. Bu esnada farkediyor gerilerde Melek’i sürükleyeni. Durdurup arabasını iniyor hemen... onları gözden kaybettiği yerden itibaren aranmaya başlıyor. Can havliyle bir ara kurtulsada Melek kaçıranından, yakalanıyor yine... Bir silah peydah oluyor Ekrem’in elinde. Asi peşlerinde... domuz avına gelinen bölgedeler yine... kütükler istif istif çevresinde. Ama görmeyi başarıyor onları yine de. Oduncuların yıkık dökük kulübesine sokuyor adam Melek’i... o birşey yapamaz ama haber verebilir hemen Demir’e.

Demir mutsuz... böyle mi geçecek bundan sonraki günleri... bırakamıyor hiç bir şeyi geride, sorunları da onunla birlikte. Evin sessizliğinde cebindeki telefon ile dikkati dağılıyor... Asi arıyor. Neden aradığını kesinlikle tahmin edemiyor. Bu günki rastlaşmalarından sonra onun aramasını asla beklemiyor. “Efendim Asi” si içindeki sorulara tam bir zıtlıkta... alakasızca. Ama yerinden fırlatacak onu Asi’den duydukları. Asi Melek’i görmüş... ve devam ediyor konuşması... “Melek’i birisi zorla sürükleyerek kulübeye mi soktu?”... “Abim... kesin abim yaptı” diyerek içeriden fırlıyor Zeynep... “Ne oluyor, ne abisi?”... Asi, Aslan’ın İhsan’ı kaçırdığı ormanda... hemen gelsin Demir oraya. Salonda tam bir panik havası esiyor Demir ile Zeynep arasında. Vakit dar... çok şey söylenmeli bu arada... Ne demek istiyor ‘abim’ diyerek Zeynep ona... Az önce işçilerin arasında abisini görürdüğünü sandı Zeynep, şimdi ise e.min. Melek’i o kaçırmıştır, Zeynep’i almak istiyor karşılığında, nasıl izin verir Demir buna... tüfeğini alıp odadan çıkarken talimatlarını veriyor çabucak. Arif’e ağaçlı yerdeki kulübeye gelmesini söylesin Zeynep ve kalsın olduğu yerde.

Uzun sürmüyor Demir’in varması ağaçlıklı alana. Asi siper almış kütük yığınlarının arasında. İlerideki dermeçatma kulübeyi işaret ediyor sevdiği adama, kardeşi orada. Kulübeye doğru ilerliyorlar peş peşe... Demir içeri girmeye yeltenmeden Asi’yi göndermeye çalışıyor ümitsizce, yakınında olmasın, bir de onu düşünmek istemiyor tehlike içinde. Adı ‘kulübe’ bu kulübenin... her yeri dökülüyor görüntüde. İnsan barınması mümkün olmayan, geçici bir sığınak olmalı burası sadece... Ne cam çerçeve var ne de başka bir şey... duvarlar bile tahtalar üst üste konularak oluşturulmuş... ışıklar süzülüyor aralarındaki boşluklardan içeriye. Bir çığlık kopuyor Demir’in kapıyı tekmeleyişiyle... “Abi dikkat et!”... Dağılmış Ekrem’in dikkati, kaçırdığı kıza abisini telefon ile aratmanın derdinde. Melek’e doğrultulmuş silahı dönüyor sertçe kapıdaki gürültüye . İki adam... silahları ellerinde... geliyorlar göz göze. Melek’in abisini uyaran çığılığını duyup nasıl gitsin oradan Asi... dönüyor yıkıntıya gerisin geriye. Göremese de kolaylıkla duyuyor içeride olup biteni... bir tehlike anında yapabileceği birşey olabilir belki. Demir’in dikkatinden kaçmıyor ayrık tahta duvarlarının arasından beliren gölgesi... o kadar belli ki... dinlemedi demekki yine kendisini... ama şu an dikkatini kardeşine vermeli.

“Korkma Melek...” ödü patlamış olmalı yaşadıklarına... ağlıyor... adamın arkasında hala. Anlamalı bir an önce, bu adam Zeynep’in abisi mi gerçekte? “Ne istiyorsun? Söyle adam gibi”... Melek’e de, Demir’e de birşey yapmaya niyeti olmadığını söylüyor, o Zeynep’i istiyor. Onu getirsin alsın kardeşini... Haklıymış Zeynep demek ki... bu adam Zeynep’in abisi. Şimdi neyle mücadele ettiğini biliyor, bir akrabayla başa çıkmaya çalışıyor. “Zeynep burada mutlu. Rahat bırak artık kızı.” diyerek kendi kardeşini koşulsuz geri istiyor. Ekrem’se, Zeynep’i almadan şurdan şuraya gitmez, getirsin Demir onu hemen. Demir, konuşturmalı onu... içini dökmesine müsade ederken, zaman kazanmalı... ortam hazırlamalı, zayıf noktalarını bulmalı. “Kızı öldürmeye kalktınız, nasıl bir abisin sen?” ... anlamıyorda gerçekten. Karışmasın onların işine Demir... Galip para vermiş Zeynep için, parasının da karşılığını alacak. Bu abinin namus sözü var birine, evlendirecek kardeşini Galip’le. Ekrem’i konuştururken Demir böyle... Melek sıyrılıp onun arkasından Demir’in ardına kaçıveriyor hızla... Demir biraz daha rahat hissediyor şimdi kendini onunla. “Derdin paraysa, iki katını veririm ben. Paranı da al git” diyor Ekrem’e. Para lafı düşündürüyor Ekrem’i ama ya Zeynep... o ne olacak? Elaleme ne diyecek? Babasının, akrabalarının, bütün köyün suratına nasıl bakacak? Nasıl bir namus anlayışı ise bu nikahlısı olmadan bir herifin yanında yaşayamayacak ama para karşılığı ailesi tarafından satılacak!!!... Olmuyor mu böyle şeyler... oluyor ve hep olacak.

Zeynep’in bu haydutların elinden kurtulması imkansız bunu anlayan Demir bir taşla iki kuş vuracak... Zeynep’in parası da namusu da artık ondan sorulacak. Ekrem’in dikkati o kadar dağılıyor ki bu sözle silahı bir elinden diğerine geçirecek kadar boş bulunuyor, “Ne diyorsun sen ya? Ben Zeynep’i istiyorum... kimsin sen?” Demir ‘in gözleri bir anlığına kulübenin dışındaki gölgeyi kontrol ediyor... Asi hala orada... onları dinliyor... ayaklar altına alınan gururuna gönül borcu var Demir’in, Asi’yi bağışlamıyor... ödeşme anı, ondan esirgediği aşkın yerini tutamasa da, sevdiğini yanına çekiyor... Asi’yi Demir’e eşitliyor...“Kardeşinle evleneceğim”

Asi’nin gözlerinden kurtuluveren el değmemiş acı, sanki bütün ormana çığlık gibi yayılıyor. Demir’i kaybetti... Bitti... Göğsüne çarpan bu şeyin ağırlığı onu eziyor, içinde birşeylerin yırtıldığını hissediyor... ona gelen sakinlik ve dinginlik... halsızlik... susamışlık... korku... saniyelere sığan Demir’li yaşam... kovalayan, kaçan... Herşey Demir’di sanki... şimdi herşey onunla bitiyor. Elleri tutunduğu kütüklerden kopuyor... kendini savunamadığı bu acı onunla eğleniyor... gücü, acımasızlığı, ağzına doldurduğu kan tadı, hiçbir şeye benzemiyor... Demir... Demir gözlerinden sızıyor... durduramıyor. Ona tutsaklığı direnmek istesede... Demir bir başkasına ‘evet’ demişken, elinden hiç bir şey gelmiyor...

Kulübenin içinde Ekrem’in pazarlığı sürüyor... “Kardeşini kurtarmak için söylüyorsun, inanacak değilim.” Pekala... sakin olsun bak Demir silahını bırakıyor... Ekrem buradayken nişanlanacak Zeynep ile... Bu olayı da gözmezden gelecek... polise gitmeyecek. Ekrem şaşkın... ama anlaşmayı sona erdirecek... “Tamam ama... sözünün eri bir adam olmazsan olacaklara karışmam”

Demir sözünün eridir... Asi bilir... bunu bilmek işte... ölümle yaşam arasında bir yanlışta kalmaya mahkum ediliştir...
 
 
 
33. Bölüm
Kapsamlı Fragman