Sample picture
 
Herkes toplanmış... çiftlikte bir başka sabun merasimi seneler sonra... kazanlar kurulmuş... ikramlar hazır... beş evvel kazana attığı altın cebinde , merasime yetişiyor Demir... onun gelmesini beklemeyen Asi’nin gülüşü kesiliyor yüzünde... refleksle kızına uzanıyor, omuzlarından kavrıyor onu, çekiyor iyice kendine... bu akşam Asi’den çok Asya’da Demir’in dikkati... kızında... benzerlik görmek istercesine bakıyor... babalığını hissetmek istercesine bakıyor Asya’ya... kızım diyemiyor daha içinden bile... yüzü gergin... Aslan, o senin kısmetini atmak üzereyken kazana, durduruyor merasimi Demir... çıkıyor set üstüne... cebinden Asya’nın kolyesini çıkarıyor... kolyenin zinciri sarkıyor parmaklarından aşağı doğru... altın parmaklarında parlıyor, gözleri Asi’de... konuşmaya başlıyor... “Atılması gereken altın bende... beş yıl önce sabundan çıkan altın bu değil miydi”... Asya’nın sesi yankılanıyor sessizlikte “kolyemi bulmuş, anne!”... Devam ediyor Demir... “ bu altının hikayesini biliyoruz... Asya’nın babası, annesine vermiş”.... Altını parmaklarının arasında evirip çevirirken gözlerinde Şahmeran’ı kıran ifade... Asya ile bende haykırıyorum... “Atma ... o sizin kolyeniz”... savruluyor önce havaya, ardından sıcak sabun hamurunun içinde gözden kayboluyor altın, minik bir girdap yaratarak... ruhumdaki girdaplar ise daha büyük... bir türlü inanmak istemiyorum buna... Demir kıyamaz... kıymamalı altınına... aşklarının emaneti onlara... tekrar sabun kazanına atmayı hiç düşünmedi... düşünmemeli... o altın Asi’nin... mağrur prensesinin... aşkı için yıllarca sakladı onu kadını... bu altının kaderi dönüp dolaşıp, onun ellerinde kadınının boynuna takılmak... süslemek olmalı... Ne olur diyorum içimden, ne olur başka bir altın atılmış olsun kazana... Kolyesinin düştüğü kazana doğru hamle eden Asya’ya müdahale ediyor İhsan Bey... Kucaklyor Asya’yı... kızgınlık ve haksızlığa uğramışlık hissi Demir’in göğsünü yarıyor... Asya’ya sarılmak onun hakkı olmalıydı... İhsan ailesini arabalara yönlendirirken, toparlıyor kendini , bir hamlede inip setten, durduruyor çıkmak üzere olan Asi’yi... “O kolyenin anlamını ikimizde biliyoruz Asi... üstelik Asya’da biliyor bunu... “ Asi’nin gözlerine hayal kırıklğı yerleşmiş ama ya Demir’in... Demir’in gözlerinde yeniden hayat var...günler doğmuş gözünün karasında... canlar doğmuş meğer... umutlar doğmuş... ihsan’ın müdahalesi ile kesiliyor konuşmaları... takip ediyor ama sevdiklerini... ancak ardlarından bakabiliyor bu gece...

Duramıyorlar... ne Asi... ne Demir... dar geliyor mekanlar o gece... sevgiliye teslim olurcasına, geceye teslim oluyorlar birlikte... aşık oluyor dokunuyor esintisi şehrin, ürpertiyor tatlı tatlı tenlerini bu gece... şal olup sarıyor Asi’yi Demir.. boynuna kondurduğu öpücüğe doğru dönüyor titreşen buğulu gözler... salıncak olup sallıyor, uyutuyor koynunda bu gece.... Bir adım öpüş oluyor Asi, bir adım dokunuş, bir adım çırpınış oluyor sahilde... adımları gece boyunca geziniyor Demir’de... gözler denizde... bu gece yer, bu gece gök, bu gece deniz dar geliyor... Asi’ye... Demir’e...

Gün doğuyor gecenin üzerine... bir kez daha mavi gök, bir kez daha yeşil ve kahveler görüntüde... Asi ve Demir karşılaşıyorlar bir tepede... kaçmıyor artık Asi... geceden beri onunla birlikte... Demir’in gözleri Asi’nin gözlerinde... biraz yalvaran, biraz zorlayan, aşka hüküm giymiş bakışları özgürce sevdiğinde... özlemiş... çok özlemiş... bakışları sevdiğinde. İhtimamla seçtiği sözcükler kendi karışıklığını nasıl apaçık anlatıyor... ne eksik ne fazla... Yeşil çimenlerin, vahşi sarıların, reyhan kokularının arasında kafasının neden karıştığını anlatıyor Asi’ye Demir, soruyor... “Sen nasıl yorumlardın... hiç mi kafan karışmazdı?..”

Asi, gözleri geçmişte, sözleri Asya’nın doğumunda, başlıyor anlatmaya... kızının doğumuyla nasıl da herkesin kendince yorumlar yaptığını, ama kimseye hesap vermediğini... bir tek Asya’ya ... Asya’nın tabiki bir babası var... ve Asi kızına babası hakkında bir çok şey anlatıyor...babası onun yanında olmayabilir ama hayallerinde... Asya hayallerindeki babasını çok seviyor... onunla ilgili masallara bayılıyor, onunla hayali maceralar yaşıyor... bazen karanlıklara sihirli bir fener tutan, uyuyamadığı gecelerde uyku perisi gönderen, hatıra kolyeler bırakan bir hayali kahraman... ve öneriyor ”... bu kolyenin masala girmesini pek önemseme!”... nasıl önemsemez!... hangi birini önemsemesin!... Karanlıktan korkmasın, yalnız olmadığını görsün diye ağaçlara yanan fenerler asan, akşamları arayıp sesini gece boyu sevdiğinin uykusunda bırakan... yüreğini yüreğinin üstüne taşıyan kolyeler takan... onlar dibe indikçe bir ip uzatan, kılıcını hep onun için sallayan kahramanının, aşklarının masalını anlatıyor baştan sona Asi kızlarına...

“Konuşurken neden yüzüme bakmıyorsun... neden Asi?” O rüzgarlı bayırda Asi’ye dönüşü, şehre gelişi kadar muhteşem... sadece yüzü değil bedeninin bütünü küçük ama e.min adımlarda, hafiften yaylanarak dönüyor Demir’in... gözleri gözlerinin, dudakları dudaklarının hizasında, kaşlar merakla çatık, gözler kara, soruyor... “Neden burada yokmuşum gibi davranıyorsun? ” Asi’ye bakın... dönemiyor ona bir batında... gözleri önce yakınana kayıyor ardından ona... Çünkü korkuyor, Demir... tekrar sana kapılmaktan... tekrar sana yüreğini açmaktan... çok korkuyor... üstelik bu sefer bir de kızı var koruması gereken... kızınız var... geçmişte olanlarla o da hesaplaştı yüreğinde uzun uzun elbet...eğrisiyle, doğrusuyla... ama asıl tekrar vazgeçilmekten korkuyor... ihtiyacı olduğunda orada olamayışından... sana dayanmaktan, güvenmekten sonunda da hayal kırıklığına uğramaktan korkuyor... inanmaktan korkuyor... boy boy korkuları... birini alıp birine vuruyor... asıl da kendi kendine hala sana aşık olduğunu itiraf etmekten korkuyor ölesiye... sana birkez daha yenilmekten korkuyor... gözlerinden korkuyor... aşkınızdan korkuyor... az evvel, “zaten çarşıda o kolyeden yüzlercesi var” derken ki gibi yürekten korkuyor... korkuyor işte, anla!... ya senin tepkin Demir... ya senin tepkin buna... bizi ümitlendiriyor...

“Asi bir kez olsun gözlerime bak... gözlerimin içine bakarak bana onun kızımız olmadığını söyle...” ... .... Avurtları dolu bulutlar, bir kez olsun doğru bir şey yapsın, hınzır bir rüzgar çıkarsın istiyorum o an, savursun Asi’yi Demir’e ... önce saçlarını, sonra gözlerini... en son bedenlerini birbirlerine... kadınının saçlarını saçlarına, yüzünün yasına karıştırsın yeter... daha fazlasına gerek yok.... sonrası gelecek kendince... biliyorum ki gözleri gözlerini, alınları alınlarını, dudakları dudaklarını bulacak... yoracak... yoracak sessizce... ama bulutlara söz geçiremiyor hayallerim... Demir’in sorusunuda gözlerini de yanıtsız bırakıyor Asi... “Bir boşluğa bakmak istemiyorum Demir... git artık buradan”... Siyah erkeği... kara incisi yakıyor bağrını Asi’nin o an... son bir sorusu var Demir’in... “benden sonraki kim... nasıl bu kadar kısa zamanda hayatına girebildi... şimdi neden yanında değil”... ne senden öncesi ne senden sonrası var Demir...sadece sen... seninse onun hayatına girmen tek bir bakış, tek bir dokunuş aldı.. daha fazla değil... yanında olmamanın bir önemi yok ondasın çünkü... hatırlıyor musun, mesafeler sizi ayıramaz?... Öğrendik ki, yıllar da... ne de bir yaşam...

Süheyla, Namık ve Demir çiftiğin bahçesinde... e.min’e birşey bırakmadan yorumluyorlar herşeyi... Sabun merasiminde olanlar, Süheyla’nında içine kuşku düşürmüş... Asya’nın Demir’in kızı olabileceğini düşünüyor... Kozcuoğulları neden bu kadar tavırlılar?... Nedeni belli değil mi?... Demir onların gözünde kızlarını terketen biri... ama daha önemli bir şey var Demir için, kuşkuları gittikçe artıyor... kolyeyi ve Asi ile konuşmalarını anlatıyor Demir, Süheyla ve Namık’a... ama eğer Asi doğru söylüyorsa, sorularıyla onu huzursuz ediyor demektir... ne varki ikna olamıyor bir türlü... Asi’yi o kadar iyi tanıyor ki, kendisi gider gitmez başkasıyla olabilmesi imkansız... Söylediğiyle yaptığı çelişiyor Demir’in... daha onunla evliyken bir başkasıyla ilişkisi olabileceğine inandığını hatırlatıyor Namık... yanılıyor aslında... inandığı bu değildi Demir’in... Asi’nin onların hayatını bu kadar kökünden değiştirecek olayların gelişiminden haberdar etmemesi, saklamasıydı, Demir’i karısından ve o şehirden uzaklaştıran şey. Kardeşini intihara sürükleyen gelişmelerde Asi’nin susma payıydı... Ama Demir’in her zamanki suskunluğu ile ailesine de yeterli bir açıklama yapmadığına e.minim... buldukları intihar notu kadar bilgi sahibi ailesi.... tıpkı Melek’in ki gibi bu da bir yanılsama... Olanlardan sonra orada kalabilmesi, Asi ile bir hayata devam edebilmesi imkansızdı... herşeyi bitirip gitmek zorundaydı... uzaklaşmak zorundaydı... uzaktayken de çok düşündü... dönüp dönüp baktı hayatına... biliyor ki Asi asla öyle biri değil... birine bağlıyken bir başkasına yakınlık duyması mümkün değil... yine biliyorki eğer Asya onun kızıysa Asi bu gerçeği daha fazla saklayamaz... tanıdığı, inandığı, güvendiği Asi’ye bırakıyor, zamana bırakıyor herşeyi...

İki kardeş... iki sırdaş... Kozcuoğlu çiftliğinde kemerli teras... orada olmama gerek yok benide ısıtması için güneşin... taş zemine, Asi’nin saçlarına, Defne’nin kırmızı elbisesine vuran hüzmeler sımsıcak... derin bir sohbette kızlar... Demir, Asi’nin kolyeyi sakladığını öğrendi... kimbilir neler düşünmüştür... ona hala birşeyler hissettiğini mesela... Hissediyor mu?... Hayır desede kendini kandırıyor Asi, onu hiç bir zaman unutmadı... niye duygularını saklıyor... Duyguları öyle mi?... Duygusu falan yok artık... ona karşı kırgınlıktan başka bir şey hissetmiyor!.. O anda, orada Demir olasım... yine Asi’yi kollarından kavrıyasım... gözlerini bana bakmaya zorlayasım... “İnsan sadece sevdiklerine kırılır Asi” diyesim geliyor.

Demir’in ilk yaptığı kendine bir düzen sağlamak... önce kendisine bir araba temin etmesini istiyor Kerim’den ... ardından bir ev kiralıyor... Mekanlarla olan bu derdim nedir bilmiyorum?... Ama en az kuşlu ev kadar seviyorum bu bakımlı antakya evini ilk bakışta... ev bana Asi’yi, bahçesi Demir’i hatırlatıyor... daha ilk görüşümde vuruluyorum eve... söveli, ahşap kepenkli pencereleri, Fransız usulu, terasa balkonlara açılan kapıları, ferforje trabzanları, onun deyimiyle derinlik katan krem rengi dış cephesiyle, tıpkı Asi gibi bir ev işte... Ya bahçe... sert, soğuk ama o oranda da güçlü ve dayanıklı kayrak taşları sarmış dörtbir yanı, güneşinde ayrı yağmurunda ayrı sığınılacak köşeleriyle, sarmalamış evi, suyun içinde... dileğim tutmuş, cemreler düşmüş olmalı gerçekten... ruhumda bir bahar havası.. hayallerim boy veriyor her yerde... Asi ve Asya’yı düşlüyorum o evde... üst kat balkonundan çıkıp bir sabah güneşine, onu uyandırmamak için terasın en alt köşesine, yere oturup, ayaklarını suya uzatmış, sohbet eden Demir ve Asya’yı seyreden Asi’yi hayal ediyorum... Çıplak mehtabın aydınlattığı bulutsuz bir gecede, bahçedeki hasır kanepelerinde sarmaşdolaş, kızlarının oda penceresinde ışıldayan fenere bakan Demir’i hayal ediyorum... denizden gelen hafif bir esintinin, bahçedeki minik çiçek tarhlarındaki sümbüllerin kokusunu onlara taşıdığını, sarmaladığını... bu sefer birlikte ürperdiklerini hayal ediyorum...

Çiftlikte çok bir şey değişmemiş... Asi bir doğuma çağrılıyor yine... Asya’da peşinden... elinde çantası, kolunda kızılay bandı... minik veterinerimiz hazır annesi kadar... ahıra gitmek üzere yola çıkıyor, acil durum var... Yolda arabasıyla Demir’e rastlıyor... gideceği yere götürmeyi tekli ediyor Demir... kucaklayıp Asya’yı bindiriyor arka koltuğa... insan canlısı minik kız ile yolda sohbetleri sımsıcak... daha ilk soruda Asi’den bir havadis var... baharın habercisi çiğdemlerin mayhoş kosuna dalar gibi dalıyor gözleri bir buruklukla Demir’in... sonrasında... yol boyunca Demir’in yüzü hiç olmadığı kadar güleç... sanki başka bir insan... neşeli yolculuk bitiyor hemencecik... Ahırın kapısında Asi’nin aracının arkasına park edip arabasını, indiriyor Asya’yı... Asya’nın dikkati artık kuzusunda... Demir’e ilgisini kaybetti çoktan... koşarak ahıra giriyor... Asi şaşkın... “sana gelme dedim Asya!.. kim getirdi seni buraya?..”... “Demir”... aynı anda Demir giriyor kapıdan başını eğerek, boynu bükük... gözleri buluşuyor Asi ile . Her ikisininde gözleri inanılmaz yumuşak... akıyor adeta birbirine yine... ve yine bu muhteşem kadın... ve yine tezek kokuları içinde... inanması zor ama öyle... bir evvelki karşılaşmalarındaki gerginlikten eser yok ikisinde de. Anlaşılıyorki Asya istediğini yapmak için mutlaka bir yol buluyor... gerçekleri söylemek konusunda biraz cimri davranabiliyor... Asi’nin yapabileceği çok bir şey yok artık... oyuncak çantalar açılıyor... stetoskop kulağa takılıyor... minik el buluyor anne koyunun başını, rahatlatmak için... Demir ise, kadınını ve kızını seyrediyor... daha ne ister?.. Doğum yaklaşınca Asi kovuyor onları nazikçe, çıkartıyor dışarı... Asya’yı Demir’e emanet edişinde bile nasıl bir güzellik var... güven var... itimat var Demir’e...

Dap dar bir alan yine... sağlı sollu örülmüş eski taş duvarların dibinden, mağaravari bir eşikten çıkan Asi ve Demir’i görüyoruz... minik bir ele tutunmuş Demir, sevgiyle eğilmiş o başa... ne Demir ne Asya farkında değil o dapdarlığın, gepgeniş dünyaları o anda... doğum yapmakta olan koyundan aklını ve Asya’yı uzaklaştırıyor Demir, keyifle soruyor... “Asya, annen çiçek sever mi?”... bu ses tonu, bu özel vurgu yine... biliyorum ki sadece Asi ‘ye... Asyanın gönüllü taraftarlığında çiçek toplamaya çıkıyorlar kırlara... sarı sarı çiçekler her yerde... tanımıyorum bu çiçekleri ama hemen ‘güneş’ çiçeği deyiveriyorum... bir taraftan topluyor bir taraftan sohbet ediyorlar... nasıl tatlı bir kız... nasıl geveze... çene hiç durmuyor... bütün zevkli şeyler yasak Asya’ya göre... nehre gelen oğlanlara hava atacak yeni öğrendiği marifetiyle... Demir’i de davet ediyor... “olabilir... belki gelebilirim”... aklı doğan kuzuda Asya’nın... çok da gecikmeden dönüyorlar ahıra... Asya, Demir’in elini bırakmış, ilk giren oluyor Annesinin yanına... ilgisi tamamen yeni kuzuda... minicik parmaklarıyla çekinmiyor dokunmaya titreyen yeni doğmuş ıslak kuzuya... Demir geliyor yanlarına yavaşça... Asi’nin yüzünde yeni bir hayatın hemen eşiğinde olmanın izleri hala... doğanın mücizesine tanık olmanın, parçası olmanın verdiği parıltı hala... içimden durma yaz diyor bir şey, biliyorsun... Demir’in orada oluşununda da payı var bu parıltıda... anne – kızı kuzunun başında bırakıp çıkıyor Demir... onların arasında fazlalık olduğunu mu düşünüyor?... Nedir?.. Elinde kırlardan kopardığı bir dal yabani “güneş”... donduruyorum onun Asi’nin arabısının kapısını açıp çiçeği koltuğa bıraktığı anı... Demir’in çözülüşünün sızlayarak devam ettiği yansıyor gönül gözüme... Asi ile Demir’in birlikteliklerindeki bütünlük o kadar inanılmaz ki devasa yalnızlıkları beni yıpratıyor... bazen ‘onların sevgilerini, sihirli tutkularını görme’de yalnız... çok yalnız kaldığımı hissidiyorum delicesine... bu da öyle bir an işte... ama adım gibi biliyorum ki, aşkla, özlemle koltuğa bırakılan o çiçek yerine varacak... aynı tutkuyla saklanacak...

Asi kızını nehir kıyısına bırakıyor, fabrikaya geçmeden önce, arkadaşlarıyla oynaması için... O uzaklaşır uzaklaşmaz Asya evde yaptığı resmi çıkarıyor paltosunun cebinden... belliki pilanlanmış işleri var... farketmiyor Demir’in gelişini ona seslenene kadar... “Asya... merhaba”... neşeli Demir hep Asya’yla... “geldin mi?”... “davet ettin ya... bende geldim” ... eller, kollar , kaşlar hareketleniyor Demir’de... En iyi arkadaşı oluvermiş Demir, Asya’nın... dün ona yardım etti ya... aslında yarası olsa kabuğunu verirdi Demir’e... en iyi arkadaşlar böyle yapar, ama sırlarını da söyleyebilir Demir’e... eğiliyor Demir onunla aynı hizaya gelmek, gözlerini eşitlemek için... sırrını duymak için... “Benim babam denizde yaşıyor, biliyor musun?... kurşun yese yüreğine bu gözler böyle bakamazdı diye düşünüyorum... yıkılmadığına şaşıyorum... “öyle mi?... sürükleniyor bir çift masum gözle, ağızdan çıkan sözle... “teknesi var, bende ona mektup yolluyorum böyle... suya bırakıyorum, denize kadar gidiyor... sonra babam buluyor mektubumu”... o mektupların hepsi akın akın geliyor Demir’e... Asya uzatıyor mektubunu Demir’e... Demir çocukça çizilmiş kırmızı kalbi bilir sadece... onun için birlikte çözüyorlar kırmızı çizgili ama dünyanın en renkli resmini Asya ile... “bu sen misin?... yanındaki de baban heralde”... Asya soruyor “güzel olmuş mu?”... çok güzel olmuş derken bir mucizeye bakıyor Demir...kendi de bir mucize... suya bırakmadan evvel bir şeyler yazmalarını teklif ediyor Demir mektuba... yanlarındaki bir taşa oturup, çekiyor Asya’yı yanına... babasına son ama en çoşkulu mektubunu gönderiyor Asya... “Babacığım artık gelmen lazım... ...... ........” Asi’nin sularında kuruyan, Demir’in kıraç kalmış yüreği, kavruk gözleri yaşarıyor kızının mektubuyla... yeşeriyor... utangaçlıkla gözlerini kaçırıyor ara ara o kocaman çocuk... el ele tutuşup nehrin kenarına kadar gidiyor ve mektubu gönderiyorlar birlikte... denize... Asya’nın kumral saçları saçlarına, yüzüne... bambaşka bir aşk yüreğine karışıyor Demir’in...

Süheyla boş durmamış... Kırlarda yaptıkları gezide parmağını kanatan Asya’nın Demir’in montuna bulaşmış kanı ile Demir’in yastığından aldığı bir saç örneğini kullanarak babalık testi yaptırmış... neticeyi veriyor Demir’e...

Demir’in elinde bir kağıt parçası... içgüdülerim söylüyorki bu bir teferruat... biliyor, Asya onun... tek istediği aslında bunu Asi’den duymak...

e.min’e sormuşlar... bir kağıt parçasının onları birleştirecek gücü var mı?.. onulmaz bir garip olmuş e.min bu dizide... yüreğinden kopmuş bir “evet” ... e.min’e sormuşlar... kayıp senelerin hiç mi hükmü yok... demiş, hasret yağmurları suladı, nadasta bu topraklar... boşa değil geçen zaman... e.min’e sormuşlar... sen aşka inanır mısın?... demiş, Asi-Demir’e inanırım... “aşk” onlar...