Sample picture
 
 
 
 
İçim titriyor, ürperiyor bu satırları okurken...
Sen nasıl bir "büyücü" sün sevgili e.min böyle... Nasıl bir sihir ellerindeki, kalbindeki...
Sende okuduklarıma şaşırmamam gerektiğinin bilincinde, yine de şaşkınım, öylece kaldım, ekrana baktım bir süre...
Gözlerim dolu dolu oldu yine, aşka aşık ruhum doldu gözlerime...
Mucize kelimesi hafif kalıyor artık Asi-Demir'e, ve sana elbette...
Söylenecek sözler çok ama, şu yoğunlukta kilitli kelimelerim...
Benden bu satırlara akabilecek tek duygu hayranlık, tek duygu minnet...
Ne olur, lütfen...
Sen hep "saçmala" olur mu... Hep dolaş o "delilik sınırları"nda...
Biz de aşkın, sevginin, yaşamın huzur dolu sınırlarındayız çünkü seninle... En ama en zirvelerde...
Sevgiyle kal e.min... Hep Mine'yle kal...

(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,26.08.2009)
 
 
 
Günlerdir aklımda yeşil... Kalbimde yeşil...
Maddenin özüne, doğanın özüne, aşkın özüne inmiş bir Asi yürek salıverdi içime yeşilleri...
Bakışlar yeşil... Asi-Demir yeşil... Yeşermiş bir yeşillik var her yanda.
Murat ve Tuba, yeşili, Asi'yi ve Demir'i bizler kadar sevdi mi bilmiyorum. Ama onları kıskanıyorum içten içe. Asi olmuş, Asi'ce bakmışlar Demir'e... Demir olmuş, bütün kalbi ve ruhuyla ait olmuşlar Asi'ye... Bunun ne kadar büyük bir lütuf olduğunun farkındalar mı acaba? Biz, bu aşka kenarından köşesinden dahil olup sonra da yüreğimize kattığımız için kendimizi "seçilmiş mutlu azınlık" tan sayarken, onların durumunu anlatmaya uygun bir kelime var mıdır ki?
Kalbim çok istedi aslında, ikisinden de bir kaç satır okumayı, bir-iki cümle duymayı Asi-Demir adına... Belki çocukça ama, o aşkı, o karakterleri çok sevdiklerini duymak istedim. Asi'den, Demir'den bize iletecekleri vardır diye düşledim belki de. Daha çok "yan yanalık" bekledim onlardan... Aslında dizi biterken de, bir ellerinde meşale, diğer elleri birbirine kenetli, en son o ikisini görmek isterdim ekranda. Hadi diziden gerçekliğe geçen bir final olduğunu düşünüp, el elelikten vazgeçelim. En azından "yan yana" olmalılardı... Hiç anlayamamıştım iki yabancı gibi ayrı köşelere fırlatılmalarını... Onlar Asi ve Demir'di çünkü. Ve benim en inatçı alışkanlığım onları bir arada, aynı kareye sığacak kadar birbirine yakın görmekti...
Neden böyle oldu bilmiyorum ki aslında sorgulamak, düşünmek de istemiyorum Asi-Demir hariç hiçbir şeyi... Vardır mutlaka bir, belki de birden çok nedeni.. Ama gönül de söz dinlemiyor, onlar kendini "başka yağmurlara bırakmaya" çoktan başlamışken, masal-gerçek karışıyor ve kırılıyor benim yüreğim... Alışkanlıktan... Hep alışkanlıktan. Asi'nin yanında Demir'i, Demir'in yanında Asi'yi görme alışkanlığından hepsi... Murat'a, Tuba'ya başka adlar, başka mizaçlar, başka aşklar yakıştıramam ben. İster duygusallık, ister kaptırmışlık, ister "delilik" olsun... Asi-Demir etkisi hala böyle "yeşil yeşil" ken içimde, izleyemem onları yeni maceralarda ben. En azından şimdilik...
Tabii yolları her daim açık olsun, orası ayrı. Kaliteli ve iz bırakan projelerde yer alıp başarılı olmaları beni mutlu eder ve gururlandırır. Yıldızları hep parlasın dilerim ki. Onlar çok çok değerli çünkü, hiçbir şey için değilse bile, Asi ve Demir'in hatrına, onları bana kattıkları için öyle değerliler ki...
Ve görünen ne olursa olsun, ben asla inanmıyorum Asi ve Demir'i tüm kalpleriyle sevmediklerine. Sevmeseler olmazdı... Biz de sevemezdik ki... Sizlerin de dediği gibi, bu fırtınayı içlerine gizlemek zorundalar belki de. Saklılarda, derinlerde yaşamak zorundalar... Ama o fırtına var, ve asi asi esiyor da eminim. Bu öyle büyük bir çağlayan ki, kaynağının, yani onların kuru ve boş olma ihtimali yok. En az bizlere ulaşan kolları kadar, kaynağı da coşkun o ırmağın...
Bir yeşilden nerelere geldim yine. Dolu doluyum hep onlar hayatımdayken... Sizler hayatımdayken...
Hepinize teşekkürler tüm paylaşımlarınız için, emek verip yazdığınız her güzel cümle için. Hepsinin değeri büyük bende...
Sevgil e.min araya zaman girince özledim gizli bahçemi, bıraktığımdan daha "yeşil" buldum ve çok mutlu oldum. Sonbahar uğramıyor bu bahçeye baksana, yapraklar dökülmüyor ve kurumuyor asla. Hep dalında... Hep "yeşil"... Hem yeni yeni çiçekler keşfediyorum kuytu köşelerde, mis gibi "yeşil" kokuyor onlar da... Hepsi iyi ki varlar...
Vee... Söylemekten bıkmayacağım bizim tılsımlı e.min'imize varlığının bizler için ne denli büyük bir hediye olduğunu. Gizli bahçesinin en büyük sığınağım olduğunu... En en özelim olduğunu...
Gitmeden, bu özel bahçenin bir köşesine iliştirmek istiyorum resmimi. Yeşilce duygularla yapıldı bu sabah. Aklıma biriken cümlelerinizle yapıldı...
Kucak dolusu sevgiler herkese...
(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,31.08.2009)
 
 
 
Günlerdir benim de aklımda sevgili ribelle...
Yeşil... Gökkuşağı... Yeşil...
Yeşil... Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor... Yeşil...
Gidip geliyor düşüncelerim bu döngünün içinde...
Niye yeşil gökkuşağındaki renk tayfının ortasında? Bilimsel açıklaması var elbet... Dalga boyları...
Ama başka bir bakış açısı... Başka bir yorumlama tarzı... ????
Kırmızı, turuncu, sarı... Sıcak renkler... Güneşin renkleri... Asi'nin renkleri...
Mavi, lacivert, mor... Soğuk renkler... Denizin, okyanusun, buzulların renkleri... Demir'in renkleri...
Yeşil...
Yeşil, sıcak ve soğuk renkleri birleştiren renk... Onların tam ortasında... İkisinde de var...
Nedir bu? Başka bir olağanüstülük mü?
Ben kenara çekiliyorum... Anlatamamaktan korkuyorum çünkü... 'Bilenler bilir'lerden olan asi yürekler anladı zaten...
.....
.................
Yeşiller için yaptığın bu çalışma... Ne kadar süre takıldım kaldım üstünde bilmiyorum... Sabahın olmadık bir saatinde beni bu sayfaya tekrar çağıran da o muydu, onu da bilmiyorum... Ama bakmaktan, hissetmekten kendimi alamıyorum... Bu sefer saç örgülü bir kız çocuğu değil yanımdaki, bilge barmenimiz... "Üstünden akıyor" diyor... "Demir karakterine olan bağı üstünden akıyor"...
Sol altta kullandığın Demir enstantanesi... Mıknatıs gibi çekiyor beni... Şu an yazarken bile capcanlı gözümün önünde... Neden bu karede beş yıllık onca ayrılık, acı, pişmanlık üstüne bir de ölümün kıyısından dönmüş, en nihayetinde iki güneşine kavuşmuş bir adamın mutlu yüz ifadesini görmüyorum? Neden bu karede bir burukluk, bir hüzün, bir acı tebessüm var bana göre? Neden her baktığımda içimden ağlamak geliyor? Sanki Doktor İnci'nin laboratuvar sonuçlarını eline verdiği an gibi, MY'nin eline de "artık son çekimler" yazan bir kağıt tutuşturulmuş gibi...
Hani diyorsun ya, o aşkı, o karakterleri çok sevdiklerini duymak istedim. Sol alt köşede kullandığın resme bak sevgili ribelle. Duymak istediklerini haykırıyor sessizce...
(usayken, asi-dizi.com, e.min yorumlar,1.09.2009)
 
 
 
 
Sevgili usayken
Gökkuşağına, renklere yaptığımız bu büyülü yolculuğun tadını anlatmak için kelimelerim yetersiz kalacak artık... Senin de dediğin gibi, bir kenara çekiliyorum sadece... Meydan renklerin, meydan "yeşil"in, meydan Asi ve Demir'in... Ben de susuyor ve suskunken bile söylemek istediklerimi çoktan anladığınızın bilinciyle bu mucizelerin kalbimde bıraktığı tatları yaşamaya devam ediyorum...
Sana gönül dolusu teşekkürler bu "yeşil mucizeyi" saklandığı yerden bulup çıkarttığın, paylaşıp yüreklerimize kondurduğun için...
Beni çağırdığın o sol alt köşede koca bir dünya keşfettim ben de... Haklısın, Murat'ın bana söyleyecekleri çokmuş. Sadece, birinin "dinle" demesini bekliyormuşum duymak için... Uzun uzun konuştuk, anlattı bana her şeyi... Eminim sana söylediklerini söylemiştir bana da, ve ben seninle aynı "yeşil" duyguları hissetmişimdir en içte...
Bir teşekkür de bunun için, onu dinlememe vesile olduğun için...
(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,1.09.2009)
 
 
Sevgili e.min,
Bana söylemek istedikleri şeyler var gibi geliyor demiştim… Nihayet dinledim onları…
Hani onlar yaşamlarına aynen devam ediyor da, ben uzaklarına düşmüşüm gibi hissediyordum ya… Son cümleyi okuyup da bitişe gelince, uzun bir dinginlikten sonra kayboldu o his. Bir dokunuş uzağımda hissettim onları, bir tülün ardında gibilerdi ama. Tamamen yanlarında olabilmek için, bekledim bir müddet…
Sonra, onların bize gelişleri gibi “sorgusuz” ve “doğalca” ben onlara gitmeye başladım… Uzun ve keyifli bir yolculuktan sonra uzaktan gördüm evlerini. Tam da hayal ettiğim gibi, sevgili psikofat’ın “umut pembesi” renginde tılsımlı bir pusu sarmış etrafını evlerinin. Yanına yaklaştıkça da “aşkın yeşiline” dönüyor bu tatlı pusu… Hoş kokulu bir rüzgar esiyor, senin “soytarı rüzgar” olmasın bu?
Daha kapıyı çalmadan açıyorlar… Karşımda buluyorum ikisini, el ele… Aşkın yeşili, umudun pembesi, gökkuşağının renkleri bulaşmış gülüşlerine. Senin dokunduğun, her bir ayrıntısını duyumsayıp paylaştığın o iki yüz karşımda… Büyüleniyorum…
Onların ardında, bahçeye takılıyor gözüm… Sevgili usayken’in "beyaz gardenyaları" kaplamış her yeri… Aşk ve teslimiyet kokuyor bahçeleri de… Bir köşede, küçücük bir köpek yavrusuyla neşe içinde oynuyor Asya…
“Biz de seni bekliyorduk…” diyorlar, şaşırıyorum… Kapıyı yavaşça çekiyor Demir, el ele sokağa atıyorlar kendilerini, düşüyorlar önüme… “Takip et,” demelerine gerek var mı, aşk çekiyor zaten beni teklifsizce… Bir kişilik dar Antakya sokaklarında “soytarı rüzgarların savurmasına” gerek kalmadan birbirine sokulmuş AsiDemir önde, ben arkada gidiyoruz.
Bir bakıyorum, kuşlu evin önündeyiz. Demir bana dönüp “Sık sık kaçıyoruz buraya,” diye gülümsüyor. Fakat fazla oyalanmıyor bakışları bende, fark ediyorum saniyelik özlemleri… Asi’sine dönüyor hemen… Beni rahat bir sandalyeye yerleştirip, avluyu saran anılarla baş başa bırakarak mutfağa geçiyorlar. Bir musluk patlaması bekliyorum yüzümde tebessümlerle, ama her şey sakin görünüyor. Dönüp onlara bakma isteği içimde, ama yapamıyorum. Biliyorum ki “ikimiz” de saklılar yine… Bu “saklambaç” ı oynamaya takatsiz, gözlerimle tarıyorum etrafı. Dalıp gitmişken, dumanı tüten kahvelerle geliyorlar yanıma. Yine el ele, tam karşıma oturuyorlar…
“Size birini, birilerini anlatmak için geldim…” diyorum… Yine gülümsüyorlar… Tam o sırada, kanatlarını çırpa çırpa, kara bir güvercin gelip konuyor taşlara. Gözlerinden anlıyorum, senin pencerenin müdavimi “Hadid” gelmiş yanımıza… Tembih ediyorum ama, ben anlatana kadar sırrımızı sakla, diyorum. Anlıyor galiba, sessizce bizi izliyor…
Ben onlara seni anlatmaya gitmişken, onlardan seni dinlemeye başlıyorum. “Bak,” diyor Asi bana. Gülümseyerek ufak bir çiçek tarhını gösteriyor. “Güneş çiçekleri kondurduk buraya.”
“O’nun bize kattığı her güzelliğe sahip çıktık” diyor Demir. Nereden çıkardığını anlamadığım bir resim koyuyor önüme…
Bizim beyaz teknemiz ASYA, ASIA olmuş, üçünü beyaz kucağına alıp gülüşlerine arkadaşlık etmiş bu karede… “Haklıydı e.min” diyor Demir. “Baştan beri buydu adı aslında…”
Güneş vuruyor sonra, Asi’nin boynunda bir şey gözümü alıyor… Asi anlamış gibi, tek kelime etmeden usulca kolyesine dokunuyor. Göz göze geliyoruz. O demeden, anlıyorum bir kez daha e.min’in sözünü dinlediklerini… Birilerinin inatla sakladığı o kolyeyi bulup, ait olduğu yere tekrar taktıkları için, minnetle gülümsüyorum ikisine…
Yağmurdan konuşuyoruz biraz da… “O mucizelerin hepsi gerçek” diyorlar… “Sizleri ziyaret ediyoruz, gölgelerimizi arayarak baktığınız her yağmurda… Ve siz bizi, aşkımızı sevdikçe… İkimizi ev sahibi yaptığınız yüreklerinizde, her daim bulunacağız sualsizce…”
Biraz mahzunlaşıyorum sonlara doğru, “Gerçek olmadığınızı diretenler var…” diyorum
Ne kadar hoş… Yine gülüyorlar gözleri birbirlerinde…
“Üzülme,” diyor Asi… “Kuşkuya düştükçe e.min’e koş… O hatırlatır sana gerçekliğimizi… Biz hep ondayız, biz kendimizi onda bulduk çünkü… Gerçekliğimize onda inandık biz de”
Antakya’da güneş batıyor. Müsaade istiyorum gönülsüzce… Her zaman gelemiyorum ki ben bu şehre… Ardıma dönüp, o yeşil pusun içinde küçülüp uzaklaşmaya başlayan… Hayatımdaki, yan yanalığı en anlamlı iki yüze, eşsiz, aşk dolu gülüşlere bakıyorum içim sızlayarak. En son, psikofat’ın sesinden aşina olduğum bir “Gel…” duyuyorum Demir’den. Uzatıyor elini yine Asi’sine, ve ters istikamette yürüyerek el ele, uzaklaşıyorlar benden…
Hala mı diretiyorsunuz diyorum, yalan mı bu yaşananlar? Her köşesinde e.min’ce izler gördüğüm dar sokaklarda yürüyüp uzaklaşırken, kendi kendime söyleniyorum. “Gerçekler işte, inanmayan sorsun e.min’e… Söyler o… O söylemezse, soytarı rüzgarını yollar, ona fısıldatır…”
Döndüğümde, cebimde belli belirsiz bir hışırtı… Elimi atıyorum, beyaz bir kağıt parçası… Hangi ara iliştirmişler ki cebime? “e.min’e…” yazıyor üstünde… Noktasına, virgülüne dokunmadan paylaşıyorum sizlerle…
(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,17.09.2009)
 
 
“Sevgili e.min,
Bizi en yakıştırdığın halde; eller ellere, dudaklar dudaklara, ruhlar ruhlara karışmış halde bıraktığından beri aşkın büyüsünde, huzurun tılsımındayız…
Ve bugün el eleysek, çok şey borçluyuz sana… O soytarı rüzgarlarına, dost fısıltılarına…
Aşkın kasıp kavurduğu yüreklerimize bir rehber lazımdı çoğu kez. Bizi birbirimize bir “savuran” lazımdı…
Kimi zaman yağmur oldun, kimi zaman o deli rüzgar… Biz bizi anlayamazken, sen bizi anlayıp ışık tuttun aşka…
Hatalarda bile korudun, yargılamadın sen…
Yüreğimizi sevdiğin kadar, yüreğini sevdik biz de… Orada bize ayırdığın kocaman dünyada, yabancı ellerin uzağında doya doya birbirimizi yaşamayı sevdik…
“İkimize” ve “üçümüze” açtığın o dünyada huzur bulmayı sevdik…
Masalımızı anlatmanı sevdik… Yüreğinde bir şeyler yeşertmeyi, sende masal olmayı sevdik…
Hayallerinde, hayallerimizi yaşamayı sevdik…
Seni ve dost yürekleri, sevgimizi sevenleri çok sevdik sözün özü…
“Yakalandığım bu sağanaktan çıkmalıyım artık…” demişsin… Ama biliriz, kıyamazsın bize… O sağanak biterse, sığınacak e.min bir liman nerede buluruz biz?
“İkimizi”, bu sağanağı bırakma hiç lütfen… Biz ki aşkın asi yağmurlarıyla sarhoş her saniye… Biz yağarken, sen de kalamazsın göklerde, tüm bereketinle inersin yere biliyoruz…
Aşk adına… Sevda adına… O deli rüzgarlar, topraklar, denizler adına… “İkimiz” adına… Çok sevdiğin yüreklerimizden kopan kocaman bir teşekkür sana…
AsiDemir…”
(ribelle, asi-dizi.com, e.min yorumlar,17.09.2009)
 
 
Yeşilde bıraktım bahçemi... yeşili parlamış... her tonu dört bir yanı kaplamış. Gittiğimden beri aklımda... sevgili ribelle’nin, soneleri kafiyelerine isyan ettiren, yeşille aşk söyleşisi... yeşil gösterisi... usayken’in objektifinden çıkıp sayfalarımıza yerleşen gökkuşağı renkleri... sıcağın-soğuğun yemyeşil birleşmesi... aklımda Asi-Demir... bende mi... yoksa beni mi hiç bırakmıyor... doğada sobeliyor ‘yeşil’çepeçevre beni. Asi dostların toplantısından gelen bir telefonda kaybediyorum tatilde kendimi... nerede olduğumu... ne yaptığımı... yanımdakileri. Uyarılar geliyor yanıbaşımdan, ‘Gel geri’... Burada olamayışım “hiç bir şeyi değiştirmedi”... Yaşamadan göremiyor... mecburiyetler gereği uzaklaşmalarımda ‘o’nuda yanımda götürdüğümü farkediyorum... sandığımdan, kabullendiğimden çok daha fazla Asi-Demir bir dünya bürümüş meğer e.min’i.
Sevgili ribelle soruyor... “Murat ve Tuba, yeşili, Asi'yi ve Demir'i bizler kadar sevdi mi bilmiyorum. Ama onları kıskanıyorum içten içe. Asi olmuş, Asi'ce bakmışlar Demir'e... Demir olmuş, bütün kalbi ve ruhuyla ait olmuşlar Asi'ye... Bunun ne kadar büyük bir lütuf olduğunun farkındalar mı acaba?”... Farkındalar sevgili ribelle... bundan e.min ol... böyle olduğu için farkedebildik onları... böyle olmasa onlar Asi-Demir olmazdı... bunca yürek çarpmazdı... bunca saat gözler uykusuz kalmaz, yağmurlarında ıslanmaz, o varyok temaslarda yerlebir olmazdı. Ne var ki ‘bir yabancı için özel sorular’ soruyoruz Asi-Demir’e... oysa suskun her zaman Asi-Demir... asilce mesafeli hep Asi ve Demir... Olağanüstü bir şeyler oldu olağan bu dizide. Aşkın mükemmeli olur mu... oldu işte... ve onlar böyle bir aşkı avuçlarında yaşadılar... aşkı öptüler birlikte... varmı “onların durumunu anlatamaya uygun bir kelime”...
.... .... y eşilde Demir enstantanesi... evlilik törenlerinde Demir görüntüsü... gerçek sanaldan hırsını nasıl da alıyor!.. Demir, ‘aşkını geride bırakıyorsun artık’ diyen gerçeğe bakınıyor. İki saniyelik bir tören isteyişi...bu isteyişin ardı... yine ters köşeler ruhumda dolanıyor. O sahneler acıyı... sonu... derinden derinden Asi-Demir’e yaklaştırıyor... Son karede Demir’in yüzüne sihrin düşüşü... bir o... bir tek o... gülüşüne bir gölge ama tek umuttu o sihir benim gözümde... İnsan ‘bırakış’ın kendini paralayacağı bir şeyde durulur böylesine. Çok haklısın sevgili usayken... Demir “haykırıyor sessizce”... hem de avaz avaz, gözleriyle.
Sevgili akgül... ne güzel ifade etmiş bir Demir klasiğini... bir ‘vazgeçiş’i... ‘sana bir daha dokunamayacağım’... Hiç bir ‘vazgeçiş’te... bu kadar sadık değildi Demir’in gözleri ‘aşk’a, öyle değil mi? Tekrar tekrar dönüp bakıyorum onlara... “Bizler daha doymamıştık bu aşka”... diye son noktayı koyan sevgili kıvırcık’ın serzenişi... ona ne demeli? Artık susuyorum bende bu nokta koyuşta.
Sevgili ribelle... Asi-Demir yolculuğun beni bitirdi. Korka korka geldim çaldığın kapıya... Oyalana oyanalana... dolana dolana... geldim. Ben, Demir değilim... çok oyalandım o kapıyı çalmakta. O kapı açıldı ya... içinde Asi-Demir var ya... durdu dünya. Ötesi sanal asıl burası dünya.
67.bölüm sonrası bir yorum geliyor e.min analize... “Kesinlikle e.minim Murat Yıldırım veya Tuba Büyüküstün olsaydım ikisinden birisi ve okusaydım bu satırları fizanda dahi olsan gelir bulur tanışırdım seninle... .... ... Tanı beni tanı ki gerçek kişiliğimle ilgili bir yazı yaz diye..” e.min penceresine konan mucizelere inanmasına rağmen “ Ne kadar isterdim M.Yıldırım ve T.Büyüküstün okuyabilseler onlarda gördüğüm Asi-Demir’i... Ama bu büyük rüya... beş sene beklemek de yetmez korkarım .” diye yazıyor dostuna... Oysa sen bana getiriveriyorsun işte onları. Onlara bakışımın ardını görüyorum gözlerinde bende... hani diyordunya ilk yazışlarında “duygular fazla geldiğinde...” diye... öyleyim... ağlıyorum şimdi bende... bu kadar sevmek... sevebilmek normal olmasa gerek!
Pembelerde... yeşillerde... soytarı rüzgarım ise nereden geldiğini söyleyecek size 1. Bölümde... Asi-Demir dokunuşlarımın izleri yakalanmış... öyle bir mutluluk... öyle bir aşk... öyle bir teslimiyet birbirlerine. Beyazlar... gardenyalar... o dünyanın en muhteşem çiçekleri çepeçevre. Asi ile tatlandırıyor sade kahvesini Demir her seferinde... Asi-Demir birbiriyle değil... baksanıza Hadid bizimle saklambaç oynuyor gibi neredeyse... bir burada bir okyanuslar ötesinde... bir yeşil pusun içinde... .... ..... o yeşil pusun içinde sapsarı fışkırıyor güneş çiçekleri... yüzüme yüzüme... Ben onları hala Demir’in dizlerine varan halleriyle... dalgalanır görüyorum o sakin gecede... rüzgarımı göreceksin ama o evde... gerçektende oralarda biryerlerde... Hele ASIA... bende takındı oldu galiba ‘noktalı dört harf’... acaba ASIA... ‘Asia’mı olsa? Bu kadarına da razıyım ama!
Senin güneşin benim masamda duran kitabımın içindeki Asi-Demir ayracıma kadar ulaşıyor... Parıldatıyor ışıl ışıl... Tek elimle uzanıp çekiveriyorum kitabın içinden altın sarısı püskülünden ayracı, sayfayı sonrasında nasıl bulacağımı düşünmeden... Sahilde sevdiğine kolyesini takıyor o ayraçta Demir... düğümler atıyor o kolyeyle Asi’ye Demir... yemyeşil o anlarda Asi-Demir. Derince soluklanıyorum... Evet, inatla saklanmış o kolye... inançla saklanmış.
Yağmurlar... hele yağmurlar... yağmurlar mı mucizeler mi yağıyor... Senin gönülsüzlüğün bana da bulaşıyor... orada kalmak istiyorum... yeşil pusun içinde... ayak diriyorum gerçeğe... ama zamanı bir tek kendileri için durdurdu Asi-Demir... baksana, gerçek ‘gel’ diyor bize ... veda ediyorum ben de şehre. Tıpkı senin gibi... isteksizce.
Noktasına, virgülüne dokunmadan paylaştığın o not ise ... hayatın seyrini değiştirecek güçte... hatırlıyorsun değil mi... e.min’e sormuşlar “ Bir kağıt parçasının onları birleştirecek gücü var mı?”... onulmaz e.min bir saniye bile düşünmedi cevap vermekte... ‘evet’... O kağıt parçaları bu alemde hep aynı güçte. Her okuyuşunda çağlayanları getirecek e.min’e...
(e.min, asi-dizi.com, e.min yorumlar,18.08.2009)